Fatmagül Abacı

Fatmagül Abacı

Süreyya

Yemyeşil ağaçların arasında üç kardeş kovalamaca oynuyor, neşe içinde çığlıklar atıyorduk. Çiçek toplayıp başımıza taçlar yaptık, kız kardeşim henüz yedi yaşında olduğundan ona da ben yapıyordum. Sadi on iki yaşında ben ondan üç yaş büyüğüm. Babam ve annem çimenlerin üzerinde oturmuş temiz hava ve manzaranın lezzetini tadarken, babamın yanındaki büyükannem mor bol elbisesinin içinde babama yaslanmış uyur vaziyette yerini almıştı. Emektar hizmetlimiz Emin efendi yiyecekleri hazırlıyor, içecek ikram ediyordu. Nihayet sofra hazır olduğunda annem bize seslendi;

-Süreyya! Kardeşlerini de al gel !

-Tamam anne! Kardeşlerimin elinden tutuyor neşeyle onlara doğru koşuyoruz.

Annem sözü ikiletmez , hemen yerine getirilmesini isterdi. Güzeldi ama yüzünde hep bir ciddiyet dolaşırdı. Arada bir gülümserse yüreğimde güller açardı o zaman.

Neşe içinde yemeğimizi yedik. Yemek sonrası babam bizi dere kıyısında dolaşmaya çıkardı. Övünçle ;

-Bu gördüğünüz topraklar bizim. Aileye toprağa sahip çıkacaksın bu zamanda.

Babam övülmeyi severdi. Övmeyi de. Ama her zaman bize karşı babacan ve müşfikti.

-Toprak zenginliktir çocuklar. Ben babamın bana bıraktıklarını korudum siz de bundan sonra büyüdüğünüzde koruyacaksınız. Biz her zaman yanınızda olmasak ta geleceğiniz bu topraklarda .

Annemin görmediği bu alanda babam bizimle kovalamaca oynadı. Hepimizi tek tek öptü.

Annem olsaydı “şımartma şunları “derdi. Ben ailemin ilk göz ağrısı, bal böcekleriydim. Sorumluluk sahibi olmayı aşılamışlardı henüz altılı yaşlardayken. Şımarık değildim hatta “zeki kız bizim Süreyya” derdi annem ve babam. Tabi ki büyüdükçe verdiğim cevaplarla çevremde de hissedilir fark atmıştım yaşıtlarıma. Hafızam iyi, sorular karşısında pratik cevaplar bulurdum.

***

Piknik sonrası toparlanıp konağın yolunu tuttuk. Yol boyunca şarkı söyleyen Selen yorulmuş olmalı ki uyudu. Annem üzerini örttü hırkasıyla. Anneme hayrandım. Öz disiplinli ve çok nadir gülen biriydi. Babamsa tam aksi tavırlar sergilerdi. Gülümseyen her işi olumlu bakarak çözmeye çalışan biriydi. Nihayet bizim üç katlı konağımız göründü. Beyaz boyası iç açıcı çokça penceresiyle aydınlık tutuyordu yuvamızı.

Şoför konağın önünde durdu. Bahçe kapısından girdiğimizde güllerle çevrili tarafa doğru ilerleyip topladığım papatyaların arasına sıkıştırmak için gül koparmak istedim. Dikkat ettiğim şey bal arısı da benimle gezer gibiydi. Nasıl oldu bilmem güllerin arasında gezinirken ağzıma kaçan arıyı çıkaramadım. Bağırıyordum anlamsızca. Ne güller ne de dikenlerinin battığını hissediyordum, çırpınıyordum anlamsızca bağırıyor debeleniyordum toprakta. Her yanım kabarmaya başlamış, kıpkırmızı bir halde çırpınmalarım fayda etmedi. Çırpınıyor ve şiştikçe şişiyordum. En son babam ve annemi, Emin efendiyi gördüm. Sonrası;

Kulağımda o ses dün gibi çınlar durur. Annem çıldırmış gibiydi. “Süreyya ! Süreyya yavrum ! Dayan kızım ! Süreyyaaa !”

Babamsa ağlıyor , çığlık atıyor “Kızım ! Süreyya ! Şimdi doktor gelecek ,yavrum !” Emin efendi ise “doktor ! doktor ! deyip konağa koştuğunu gördüm.

Meğer arıya alerjim varmış. Boğazımda şişkinlik olunca nefes alamayıp çimlerin üzerinde kaskatı kalmışım. Demek ömrümün sonu bir arının iğnesinden olacakmış bu yaşta. Ertesi gün öğle vakti bana cenaze töreni hazırlandı… Tabutumun üstünde beyaz tül ve güpürlerle süslü bir elbise yayılmış. Annem bitkin ve bitap düşmüş. Babamın omuzları çökmüş. İki kardeşimin ağlamaktan gözleri şişmiş, yüzleri kızarmıştı.

Yaşama bağlayamadı beni hiçbir şey. Artık cismim yoktu bu evde. O günden beri mekanım devasa varaklı bir çerçevenin içinde, konağa girer girmez ben karşılıyorum tatlı gülümsememle. Biçimli, yuvarlak bir yüzle bakıyorum, hangi açıdan bakılsa gülümseyerek. Saçlarım açık kumral sarıya yakın, yanaklarım pembe, iri kahve gözlerim gülümser edayla bakıyor. Pembe dudaklarımda hoş bir eda kıvrımlarına yerleşmiş. Yapan ressam babamın arkadaşı Kadıköy’ün ilk belediye başkanlığını yapan, “kaplumbağa terbiyecisi” eserinin ressamı Osman Hamdi bey. İmzası resmin sol alt köşesinde. Evimize ilk gelenler soruyor:

-Bu güzel kız kim ?

Annem yüzüme bakıp “Süreyya, büyük kızım” diyor. Kimi hikayemi merak ediyor, kimi ise geçiştiriyor, kısa sorularla. Ve annem hep siyah giyiyor. Değiştirir kıyafetini yeniden karaları giyer. Çizen ressam uçuk pembe bir prenses elbisesi giydirmiş. Kesin annemin isteğidir. Yemek masasında onların yemek sohbetlerine dahil oluyorum, bakıyorum, dinliyorum asılı duran çerçevemden çıkarak.

Üç katlı evde yaşıyorum ve izliyorum ki yokluğum bir tek anne ve babamı etkilemiş. İki hizmetkar daha var evde Esma ve Hediye. Onlar benden konu açıldığında acıyarak bahseder. Emin efendi adım her geçtiğinde “akıllı kızdı, Allah rahmet eylesin” der. Kardeşlerim bazen unutsa da odamın önünden sessizce geçip giderler.

***

Ölmüşüm gibi gelmiyor, sadece onlarla konuşamıyorum. Doğru ve yanlışlarını söyleyemiyorum beni üzen bu.

Aradan uzun zaman geçti halen duvarda asılı mıyım ? Değilim ! Artık annem ve babamda sonsuzluğa intikal etti. Artık Selen yirmi sekiz yaşında, Sadi evlendi. Sadi’nin eşi istemedi, Selen’de “artık matem bitti” diyerek beni tavan arasına kaldırdılar. Burası karanlık ve örümcekli toz içinde. Eski eşyaların arasında kalakaldım, saltanatım bitti evde. Böyle kaç yıl geçti bilmem? Hiçbir şeye şaşırmıyorum, ruhumu hep besledim. Bir gün sanat için gezerken kitaplar arasında bir şaire denk geldim. Abdurrahim Karakoç ne güzel ifade etmiş; "Beden ölür çürür, cana bakın siz.

Kim kiminle yürür, ona bakın siz.

Bırakın dönsün dönme dolaplar.

Haktan hakikatten yana bakın siz."

Sıkılmıyorum, tavan arasında. Toz, kir olan, örümcek bağlayan suretim, bense her yerdeyim evin içinde ve dışında.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Fatmagül Abacı Arşivi

Bebek

17 Mart 2025 Pazartesi 15:46