Bak, Dün Ben de Bu Köylüler Gibiydim!

Horozun ötmesiyle yataktan doğruldu Cemal Efendi.Önce ayakyoluna gitti, sonra lavaboya geçerek abdestini alıp, ezanın okunmasını bekledi.

Cemal Efendi vakit buldukça namaza giderdi ama artık her zaman gitmesi gerekirdi, yoksa dikkat çekerdi.

Abdest aldıktan sonra kıyafetini giyindi, saçını, başını düzeltti. Aynada kendisine baktı. Bu defa farklı baktı, uzun uzun baktı. Neredeyse hayran hayran baktı. Keşke anacığı da bu günleri görseydi. Babası da gurur duyardı ama illa da anası bugünü görmeliydi.

Allah rahmet eylesin, yattığı yerde yine de incitmesin diye dua ediyordu ama babası “sen adam olmazsın” diye bir değil, bin kez de mi söylememişti ama bak, olmuştu işte, sonunda olmuştu. En nihayetinde olmuştu.

Saçını tararken bir kez daha baktı endamına.

Saçının siyahı kalmamıştı, saçının çoğu da kalmamıştı ama olanla idare edecekti. Hem dışarıya çıktığında kasket takacaktı. Bugünden sonra yepyeni kasketiyle köy meydanında, köy kahvehanesinde, köy odasında arz-ı endam edecekti.

Yine babası geldi aklına…

Dedelerinden kalan, bütün tarlaları tapanları satmış, bir güzel yemişti. Zavallı adam, ölüm döşeğine “hayırsız evlat” dediği Cemal Efendinin har vurup harman savurmasından düşmüştü. Hakkını da helal etmemişti giderken.

Ama olsun” diye kendini rahatlattı Cemal Efendi, “Babam şimdi olsaydı, benimle gurur duyardı.” diye yüzünde bir tebessüm belirdi.

Doğruydu belki; mal gitmişti, mülk gitmişti, köyde kendisini hiç kimse hesaba almıyordu ama işte her şey değişmişti.

Gün oldu, devran döndü ve gün, Cemal Efendinin günü oldu…

Devir, Cemal Efendinin devriydi.

Devran, Cemal Efendiden yana dönmüştü.

Lavaboda uzun kalmasına kendisi de güldü, “Ne o Cemal Efendi karı gibi süsleniyorsun” diye takıldı aynadan yansıyan yüzüne…

O ara hanımı uyandı, gözlerini ovuştura ovuştura, esneye esneye, gerine gerine lavaboya doğu geldi. O arada da Cemal Efendi lavabodan çıkıyordu. Tam çarpışacaklardı ki, Cemal Efendi kenara çekildi. Hanımı mahmur gözlerle baktı Cemal Efendiye, “Hayırdır Cemal, bu ne şıklık, bu ne süs, bu ne püs?

Bu da laf mıydı şimdi.

Bugün ilk gündü ve köyün en bakımlısı, en alımlısı, en çalımlısı o olmalıydı.

Beğendin mi?” diye sordu Cemal Efendi 40 yıllık eşine.

Beğenmişti ama şimdiye kadar neredeydi?

Her gün kılıksız, çulsuz, çaputsuz dolaşan, hiç kimsenin dönüp bakmadığı, hesaba bile almadığı Cemal Efendi, artık bakımlı mı olacaktı?

Yani şimdi hayat arkadaşını herkes hesaba mı alacaktı?

Sen ne diyorsun hanım, sen ne diyorsun” diye elleriyle, kollarıyla, vücuduyla, yüzüyle, mimikleriyle, ağzıyla, gözüyle. Hâsılı vücudunun her azasıyla ve de coşkuyla konuşuyordu; Artık devlet bile beni hesaba alacak, devlet bile…

Ve o ara köyün meydanında sesler gelmeye başladı. Köylüler camiye doğru gidiyor olmalıydı. Uykulu hanımının elini tutarak, cama doğru getirdi. Köy meydanına bakan pencerenin perdesini araladı, meydanda camiye doğru gidenleri hanımına göstererek, “Bak hanım bak!Şu 40 yıllık hayat arkadaşın, şu senin Cemal’in, şu gül yüzlü Cemal’in de dün bu köylüler gibiydi ama artık değil

 

Allah’ü Ekber” nidası köyün semalarında yankılanmaya başladığı anda Cemal Efendi de, hanımının cevap vermesine fırsat bırakmadan evin kapısından dışarıya çıktı ama o ne çıkış…

Kapı, her zamankinden farklı açıldı. Kapının kolu, her zamankinden farklı bir şekilde Cemal Efendiye karşılık verdi. Sofa, her zamankinden farklı buyur etti, Cemal Efendiyi…

Dış kapının mandalı bile biliyordu Cemal Efendinin geleceğini.

Sokağın stabilizesi bile Cemal Efendiyi karşılamaya hazırdı. Sokağa çıktığında önce gökyüzüne baktı, kendi zirvesine bakar gibi.

Sonra yere baktı ve karşıya. Artık hep daha ileriye bakacaktı.

Camiye doğru gidenleri gördü, onların da kendisini görmesini diledi. İlk gören 90’lık Mehmet Efendi oldu.

Hayırdır, iki yaprak olmuşun Cemal Efendi” dedi ilk kez onu böyle “insan gibi” bir kıyafetle görüyordu. Hani kıyafete kafayı takan birisi değildi ama Cemal Efendi, insan içine çıkılmaz şekilde insan içine çıkan ender şahsiyetlerden birisiydi.

Cemal Efendi duymamış gibi yaptı, selamını verdi, merhabasını aldı. Herkesi eliyle, diliyle ve bütün vücuduyla selamladı. Caminin imamı bile Cemal Efendiyi görünce şaşkınlıktan dona kaldı.

Cami çıkışı avluda ayaküstü muhabbet ettiler. Konu Cemal Efendiydi ve ondaki bu değişimdi.

Köylülerin her birinin ağzından farklı sözler çıkıyordu. Laf kalabalığı almış başını gitmişti. Mehmet Efendi, yaşının da verdiği olgunlukla tartışmayı uzatmamak, Cemal Efendiyi e daha fazla üzmemek için kestirip attı;

-Arkadaşlar tamam, dün 60 yıllık muhtarımız, ağamız, beyimiz, Efendimiz Hak’kın rahmetine göçtü.

‘Allah rahmet eylesin’ dedi köylüler hep bir ağızdan.

Mehmet Efendi devam etti;

-Dün bizler cenazeyle uğraşırken, Cemal Efendi, fırsatı ganimet bildi ve ‘muhtar adayı’ olarak başvurusunu yaptı, seçime de girdi.  Tamam, sadece iki oy aldı; birisi kendisinin, birisi de hanımının ama zaten başka aday yoktu, başka oy yoktu. Siz aday olsaydınız, olmadınız/olamadınız. O nedenle lafı uzatmayın. Cemal Efendi, yasal olarak muhtarımızdır ve bundan kelli, muhtarımız olarak kalacaktır. Siz konuşuyorsunuz diye onun muhtarlığına helal gelecek mi sandınız?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Naif Karabatak Arşivi