Naif Karabatak
Camileri Ticarethane Olmaktan Kurtarın!
Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr.Ali Erbaş’a…
Sayın başkanım! Umarım bu yazıya göz gezdirme şansınız olur. Eğer olursa ve bana hak verirseniz, camiler, ticarethane olmaktan kurtarılarak, camilerin cemaatine teslim etme şansını da yakalarız. Elbette tek karar veren siz olmayacaksınız ama önayak olan ve çoğunlukla da sizin yetkinizde bulunan konular olduğuna inanıyorum.
***
İstanbul Sarıyer’de bir camide abdest aldım, eşimi bekliyorum, camiye gireceğiz. Lavaboların hemen karşısında bir bankta oturduğum için tuvalete giren çıkanları da görebiliyordum.
Sokakta yaşadığı her halinden belli olan bir kadın geldi. Yaşı 60 civarında olmalıydı ama çok daha yaşlı gösteriyordu. Zayıf ve çok çelimsizdi. Ağzında dişlerinin çoğu yoktu. Tavır ve davranışıyla da hayatın sillesini yiye yiye yaşlanmış birisi olduğunu hemen belli ediyordu.
Tuvalete girmek istedi, tuvaletçi izin vermedi, parasını peşin istedi. Parasının olmadığını söyledi. Tuvaletçi, “Her zaman böyle yapıyorsun, git para getir, öyle gir” dedi. Kadının ağzının fermuarı olmadığı için hakaret ve küfre başladı. Tuvaletçi de kazancından olmamak için geri adım atmamaya devam etti. Orta yolu bulmayı kendime vazife edindim. Caminin önünde küfürleşmenin uzamasına engel olmak için kadının tuvalet parasını ödedim, sorun çözüldü.
Ama o anlık…
Eşim geldi, duyduğu gürültülerden büyük bir kavga olduğunu düşündüğünü söyleyerek, ne olduğunu sordu. Kısaca anlattım.
***
Bahçelievler’de bir caminin dışında, serin bir köşede, sessiz bir ortamda kitabımı okuyorum…
Çaycı, “burası söğüt gölgesi değil” dercesine üç dakikada bir “çay!, çay içen var mı?” diye caminin ön tarafını turlayarak, “içmiyorsan kalk git kardeşim” der gibi herkese bir tavır yapıyor. Bir çay içtim, çaycı tatmin olmadı. İki içtim, yine olmadı. Üç içtim, dört içtim…
***
Kendimi o kadının yerine koyarak olayı değerlendirdim.
Cebinde hiç paran yok. Cüzdanını çaldırdın, telefonun da yok. İnsanlık hali sıkıştın. Tuvalet ihtiyacın var. “Cami bize aittir” diye düşünerek, caminin tuvaletine doğru yöneldin ama bir baktın ki, cami size ait değil. Bir ticarethane olmuş ve ticarethaneyi işleten de tek kuruşunu bile heba etmeye niyetli değil…
***
“Cami bizimdir” diye düşünerek, kitap okuyacağın serin bir köşe, dinleneceğin yer, huzur bulacağın manevi bir atmosfer arayışın “çay içen yok mu?” çemkirmesiyle sizi oradan hızla uzaklaştırır.
Sahi başkanım, siz Türkiye’nin Diyanet İşleri Başkanı olarak, Kilise, Havra,Beth (Bet), Sinagog, Vihara, Pagoda, Darı Mihr, Mandi..gibi farklı dinlere ait ibadet mekanlarında, “karnım aç” diye gittiğinde, “susuz kaldım” diye başvurduğunda, “tuvalet ihtiyacım var” diye tuvaleti kullanıp kullanamayacağını sorduğunda, ne cevap alınır, tahmin edebiliyor musunuz?
Karnınız açsa, doyurulur.
Kalacak yeriniz yoksa, yatırılır.
Susuz kaldıysanız, kana kana içirilir.
Tuvalet ve banyo ihtiyacını da karşılanır.
En önemlisi, sizi bir yük değil, oranın sahibi gibi görenler, sizi baş tacı eder.
Kitap okuyacaksanız okursunuz. Soluklanacaksanız, soluklanırsınız. Serin bir yerde, manevi bir haz alayım derseniz, onu da kendinizce alırsınız.
Ama biz alamıyoruz…
Asıl alması gereken olarak bizler alamıyoruz.
Kendi camimize, “kendimizin” gibi bakamıyoruz.
Paramız yoksa tuvaleti kullanamıyoruz.
Çay içmeyeceksek veya içmeyi sürdürmeyeceksek, caminin çevresini kullanamıyoruz.
Caminin içini de namaz vakitleri dışında kullanma imkânımız zaten yok.
Aç olsak, imam kendi inisiyatifiyle ve kendi cebinden ancak bir kişiyi doyurur, ikinci kişiye “burası aşevi mi kardeşim” diye yüzüne bakmaz. Haklı da!Adamın maaşı ne ki, kime ne ikram etsin?
Yatacak yerimiz yoksa zaten böyle imkân uzun süredir yok.
Banyo yapma şansı, o hiç yok…
Peki sayın başkanım bu işte bir yanlışlık yok mu?
Atalarımız camiyi yaparken, dört duvar çevirip, üstüne kubbe yapmakla kalmamış, camileri külliye olarak düşünmüş. Yanına imarethanesini kurmuş, yoksullara ve medrese öğrencilerine sıcak yemek vermeyi sürdürmüş. Hatta şehir dışından gelenlere, yolculara, yoksul ve düşkünlere yiyeceğin yanı sıra sağlık ve giyecek yardımı da yapmış.(İstanbul’da yoksullara dernek ve vakıf aracılığıyla yemek veren camiler halen var ama sayısı çok az)
Kütüphane, camiler için olmazsa olmazdı. Temizlik imanın yarısıydı, öyleyse hamam eksik olmamalıydı.
Biz hepsini geçtik.
Külliye olan camileri unuttuk.
Her Cuma para toplayan camilere de alıştık. Zira camileri ihya ve inşa edecek de bizlerdik.
Ama bizim paralarımızla varlığını sürdüren, devletin de elinden gelen desteği verdiği camilerimizi, bir ticarethane olmaktan kurtarmamızın zamanı gelmedi mi?
Camilerin tuvaletini belediyeler temizlemeli, kullanımı da ücretsiz olmalı. Camiye gelen, sadece yardım yapmalı, soyulmamalı.
Cami cemaatinin serin bir yerde çay içmesine imkân veren çay ocakları, “ticarethane” mantığıyla değil, isteyene çay veren yerlere dönüşmeli, “içmiyorsan kalk git kardeşim, burası söğüt gölgesi değil!” diye bakınan çaycılarla muhatap olunmamalı.
Ve camileri cemaatlerine verilmeli…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.