Kahvaltı Haberleri…

Her gün sabahın ilk ışıklarıyla uyanıyorum. Kahvaltı masasında beni bekleyen gazetemin sayfasını henüz çevirmeden ağzıma bir kaşık bal alıyorum. Önce gözlerimi kapatıyor, sonra balın lezzetini dilim, damağım ve bütün vücudumla hissederek, gazete okumaya hazır hale geliyorum.

Sonra en sevdiğim gazeteyi alarak, ilk sayfadan son sayfaya kadar bütün haberleri ve bütün makaleleri, bütün fıkraları bütün tefrikaları okuyarak güne zinde başlıyorum. Bana bir moral veriyor, bir moral ki, anlatamam.

Bakın, manşet haber inanılmaz şekilde beni motive etti bile. Ya o sürmanşet ya o manşet altı ya o sağa sola serpiştirilmiş spot haberler ahhhhminel haber ahhhh!

En sevdiğim köşe yazarı yine beni benden etti. Adeta düşündüklerimin hepsini satırlara serpiştirmiş. Yüreğimden alıp, gazete sayfasına nakış nakış işlemiş gibi. Bazen diyorum, acaba o yazar, bu yazar mı?

Bugün orta sayfaya bir de şiir koymuşlar. Çok severim şiiri ama illa da bu şairden şiiri…

İkinci sayfada sağlık haberleri vardı. İnsanın hasta olası gelen haberler hem de. Çünkü bir dert varsa ona bir de çare var demektir ve o ikinci sayfada bütün dertlere çare olan haberlere yer verilmiş, ne güzel. Oku oku bitmiyor, ilaç gibi tüm vücuduma zerk ediliyor.

Eskiden üçüncü sayfa haberlerini okumayı sevmezdim ama bu gazete, benim gazetem, severek alıp, takip ettiğim ve adeta müptelası olduğum gazetemin üçüncü sayfa haberleri çok güzel. Bak yine bir hırsız çaldığı malı geri götürüp teslim etmiş, bir de özür dilemiş. Ne güzel ne asil bir davranış. Bütün haberler öyle üçüncü sayfada. Suçunu itiraf edip yola gelenler, bütün bir halktan özür dileyen siyasiler…

Diğer sayfalarda çok güzel. Teknoloji, kültür, sanat, yatırım, sanayi, yeni keşifler, yeni bulgular, yeni tezler yeni antitezler…

Eğitimdeki yeni modeller, hoş örnekler, nesli tükenmekte olan CarettaCarettaların nasıl kurtarıldığı, açık denizlerde arz-ı endam eden Karabatakların bir sorununun kalmadığı, sokak köpeklerinin eve, çocukların sokağa çıktığı gibi insanın içini hoş eden haberler vardı.

Bu gazeteyi seviyorum; gerçekten de çok seviyorum.

Her gün en son bulmacayı çözerim.

İlk soru ünlü bir yazarımızın adı, 4 harf; Naif…

Yine kazandım. Diğer sorular sular seller gibi…

Tamamını okuduğum gazeteyi bitirip, bir köşeye bıraktım. Henüz kahvaltım gelmemişti. En iyisi biraz da sabah haberlerini televizyondan takip etmekti, öyle yaptım ama bunun için önce kumandayı arayıp bulmam gerekti. Diğer odada, kanepenin altında buldum. Bulmak için eğildim, eğilirken belim tutuldu. Neyse ki birazdan televizyonda o ünlü doktor bütün dertlere derman olmaya gelecekti. Olmadı, arar sorardım. Belki mesaj çekerdim. Ahh belim tutuldu, ahhh!

Kahvaltı masama geri döndüm. Masası olan ama henüz kahvaltısı olmayan masama. Kumanda yardımıyla televizyonu açtım en sevdiğim kanalın düğmesine bastım. Ama öyle bir ahenkle basıyorum ki, gelecek güzel haberlere ne kadar hazır olduğumu da böylece belirtmiş oluyorum.

En sevdiğim sunucu, en sevdiğim haberleri okuyordu ama sanki bir şiir okuyor, bir şarkının en güzel nağmelerini terennüm ediyordu.

Ve işte o doktor da çıktı.

Her derde derman olan doktorum, canım benim,  doktor civanım…

Tahmin ettiğim gibi bel tutulması konusunu da işledi, ben de belimi cart diye yerine oturttum, soru sormama bile gerek kalmadı. Sanki benim kumandayı alırken divanın altına eğildiğimi, o arada da belimin tutulduğundan haberdar olduğunu düşündüm. Acaba bizi mi izliyorlardı? Bir değil, bütün bir âlem m bizi izliyordu?

Eşim geldi. Kahvaltı tepsisini masaya koyarken yüzü biraz asıktı. Sanırım canını sıkan bir şey olmuş. Acaba evde peynir, zeytin, bal, pekmez, yumurta, tereyağı gibi kahvaltılık malzemeler mi kalmadı. Yok ama ben geçen hafta markete gitmiş, arabanın bagajını dolduracak kadar ürünü üç kuruşa almıştım, kahvaltılıklar da vardı. Her şey o kadar ucuzdu ki, al al bitmiyor, öde öde bitmiyor…

Sonunda patladı hanım!Meğer eksik malzemeden değil, fazla malzemedenmiş. “Çek şu gazeteyi, bıkmadın mı her gün her gün aynı şeyleri okumaktan” diye, ilk fırçamı yedim.

Sonra “Kapat şu televizyonu, çekip çekip izliyorsun. Aç bir TV kanalı da dünyada neler olup bitiyor öğrenelim” dedi ama ben zaten öğreniyordum.

En iyisi kahvaltıya başlamadan hanımı sinirlendirmemekti. Gidip radyoyu açtım. En sevdiğim sunucu, en sevdiğim sanatçıları anons ediyor, en sevdiğim sanatçı da en sevdiğim şarkıları okuyordu.

Radyodan yayılan melodiler eşliğinde kahvaltıma başlamıştım ki, hanım yine hiddetle kalkıp, radyoyu kapattı.

Söylenmeye başladı.

“Kendi yazdığın, çıktısını aldığın gazeteyi her gün okuyorsun. Videoya çektiğin haber ve programları her gün izliyorsun. Her gün aynı programın tekrarını kasetten dinliyorsun. Yahu biz de insanız. Her gün, her gün aynı şeylerden bıkmıyor musun? Bak bakalım dünyada neler olmuş neler? Aç bir TV kanalı, al bir gerçek gazete, çevir yayın yapan bir radyo kanalı.”

Hanımın sonunda canına tak etmişti, kahvaltı keyfim de kalmamıştı.

Canım benim, diye yumuşatma girişiminde bulundum. Çaresi yoktu ama denemeliydim.

Ne yani, cebimde beş kuruş olmamasını, her gün her şeye zam gelmesini, memurun, işçinin, emeklinin üç kuruşa talim etmesini, dünyanın dört bir yanında savaşların, zulümlerin, afetlerin eksik olmamasını, bir damla suya hasret kalan çocukların bir deri, bir kemik kalmasını, kana doymayan liderlerin eksik olmamasını,  siyasilerin ikiyüzlülüğünü, yöneticilerin beceriksizliğini, yalaklarınyalamakta sınır tanımamasını mı izleseydim?

Her gün sadece haber izlemekle, sadece yorum takip etmekle sağlığımdan mı olsaydım?

Pembe haberler gibisi var mı, yok.

Ben de öyle düşünmüştüm…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Naif Karabatak Arşivi