Dr. Mustafa Coşkun Kale

Dr. Mustafa Coşkun Kale

ÇIKINTI HÂLIL'IN TORAÇÂN TOSUNLARI

Çıkıntı Hâlıl, Imış Bacı'nın altı kız ardından, eşi Kör Rüstem'in öldükten üç ay sonra Dünyaya getirdiği, biri ölü doğan ikizin sağ kalanı.

Hâlıl ikiz eşi olmasındanmıdır nedir, akranlarına göre küçük ve cılız kaldığından,  Obalılılar; 'döküntü', 'elek altı' anlamında "Çıkıntı Hâlıl" dediklerinden beri, adı hep böyle kaldı.

Çocukların oyununda eksik kalan bir oyuncu olduğunda "Çıkıntı sen gel ! " lâfını Imış Bacı duyar duymaz; hemen iki eli böğrün de "neresi  çıkıntı onun goç o goç!" diye çocuklara sitemlenir, sonra da Hâlıl'a dönerek, "getme bir daha sâa çıkıntı deyenlere" diye Hâlıl'ı ikâz ederdi.

Aslında Hâlıl'ın, Dayısının ağaçdan yaptığı boy boy öküzlü kâğnıları, anadutları, tırmık, gem ve sabanları gündüz ve gecesini dolduracak kadar oyunlarına yetiyordu. Gündüzleri elinden düşürmediği kâğnıları, gece de yatağının kenarına boy boy sıralar uykuya öyle dalardı.

Her sabah şorâ kokularıyla uyandığın da,  Anasına elinde ki kağnının orasını burasını göstererek "Ana bu göptü deel mi ? " diye sorar. Anasının "he gâdâsın'âldığım o göp" demesiyle "şuda boyunduruk deel mi ? şuda ok deel mi Ana" diye kâğnının bütün aksamlarını tek tek sayar, Anasına da tasdik ettirirdi.  

Bir tek hülyası vardı Hâlıl'ın; On onbeş dönümlük Ellez Depesinde ki kıracı, muhânete muhtaç olmadan sürüp ekmek. Her ikindiden sonra; hayranlıkla seyrettiği, obalının araziden dönen câzır cuzur öten kâğnıları gibi bir kâğnı sahibi olmak.

Hâlıl onaltısına geldiğin de, örtmede ki ev danasına alıcı gözü gibi iyice baktıktan sonra, Direğe yaslanmış Imış Bacı'ya  "Anaa şundan öküz olur mu ? " diye sorunca; " nedii olmasın, sen onu ne sandın; Gır Hösünün ğabak boğasının dölü o, tâvâtır olur. Onun bir gardaşı da Memiş dayın da" dediğin de, Hâlıl birden heyacanlanarak " Dayım onu bâa verir mi ? " deyince "Dayın senin uçun her şeeni verir kalk gedek" der demez, karşı obaya doğru başladılar bile yürümeye...

Gadir Ağa, Topal Hanifinin kahvesinin önünde ki, salkım söğüt altında ayak ayak üstünde dirseği masada, sığara tutan öteki eli tahta sandalye de, kâhyaların hazırladıkları kuzu çevirmesinin, arkadan gelen kokularıyla, yoldan gelip geçen obalılıları, kahvesini fırtlayarak izliyordu.

Kâhyaları İnce Sülo, Bıtırak Amet ve Kahveci Topal Hanifi yanında da iki üç kişi önceden donatılan masaya, sıralı her birinde ikişer etli tabakla resmi geçit geçer gibi geldiler. Ağanın  "De hadi başlayın" sözüyle, Ağanın bir lokma almasından sonra başladılar bismillahla.

Ağa "bo'un kimin ocağını yıktıız ?" deyince, İnce Sülo "vallâ ağam bo'un gısmet Aydınlılardıyâmış, sürüyle geçiyorlardı da" Ağa " hıı" diye uzattı elini kuzu etine. İnce Sülo "sayende ağam sayende" dedi. İlaveten de " bu topraklar yüz yıldır senin gibi bir ağa görmedi" deyince, Bıtırak Amet "ne yüzü bin de sen şuna bin !" diyerek ilave etti. Masanın altından da Kahveci Topal Hanifinin ayağına dokunup, "ne duruyon biti de sen öv sen öv !" diye işaret verdiğinde; Hanifi, Bıtırağın kulağına eğilerek "bâa övecek söz mü goyduuz yalaka pezevekler " diyerek parmaklarını şapurdataraktan yalayıp, yumuldu etin eyâsına... 

Çıkıntı Hâlıl sabırsızlıkla danaları çifte koşacağı baharı bekliyordu. Hemen her gün onlara teh vererek tarıyor, ğö boncuklu muskalı süslerini arada bir değiştiriyor. Bir yan taraftan, bir arkadan danaları süzüyor, " ız daha var daha, hem bunlar daha ne ki; yeni yetmee, torâçan bunlar torâçan, hele bir bahar gelişin gör sen bunları tosun olucu bunlar tosun " diye seviyor seviniyordu.

Imış Bacı, Hâlıl'a "yörü danaları sulayâkda gelek" dediğin de; Danalar oynaşarak önde, Ana-oğlan arkada, Imış Bacı'nın mırıldanarak söylediği dualarla Aşağı Pınara doğru yürüdüler.
 Hâlıl'ın bir gözü danalarda, öteki gözü de, Topal Hanifinin kâhvesinin önünde ki kalabalıktaydı. Her zaman sol omuzu çökük yürüyen Hâlıl onları görünce, derin nefesiyle omuzlarını dikkeştirdi. Ne de olsa artık öküz olacak torâçan tosun sahibiydi.

Gadir Ağa "o ne bre'ulân şu gedenler Kör Rüstemler deel mi ? nerden almış bunlar bu tosunları, Çıkıntı Hâlıl'ın yörüyüşüne de bir bakın hele; döyüs gubârık gubârık gediyo adam oldum sanıyo" deyince; İnce Sülo "mârâklanma sen ağam mârâklanma !" dedi. Mesaj almış gibi...

İki üç gün geçti geçmedi, Hâlıl, Anasının feryadına uyandı. Örtmeden baktığında, Anasının dizleri üzerinde yolunarak ağlaştığını gördü. "Ana ! Ana !" demeye  kalmadan,  "tosunları götürükler Hâlıl'ım !". neye uğradığını anlamadı Hâlıl... Gonu-gomşu ahh ! vah !  sesleriyle meydana gelirken, Hâlıl ağlayarak yukarı odaya çıktı. Babasının ğamasını şalvarının cebine koydu. 

Hâlıl'ın yakınları diz döverek bir bir geldiler. Sonra dayıları gözüktü. Hâlıl Dayılarını görünce, kahveye doğru hızla kendini attı. Arkadan yetişen Memiş dayısı kolundan yakaladı "neriye neriye ver o elindeni bâa"  deyince, ğamaya bakmadan uzattı dayısına  "hırkızın yanına" dedi. Imış Bacı; alnında bağlı şeş, gözün de yaş ve öfkeyle yaklaşarak; " sen aklıı yitiriksin ! bu devir de heç hırkıza hırkız denir mi ?  hele de zâlım Gadir soykâsına, dayınınân get sen sesii çıkarma !" dedi.

Dayısı önde Hâlıl arkada kahveye vardıklarında, Gadir Ağa her zaman ki gibi ayak ayak üstün de sanki onları bekliyordu."Hayırdır Memiş sen buraları bilmezdin ?" diye seslenince; "iş güç işde ağam, bizim Hâlıl'ın tosunlarını götürükler", "Nee ? " dedi "kim götürür Obalının malını bu nasıl iş ? " deyince; İnce Sülo bozuntuya vermemek için kendini kahveye atıverdi. " ne bilek ağam bilsek sâa gelirmiydik, ağa sensin, elin golun da uzun himmet eyle bulsunlar şu garibin tosunlarını" dedi.

Ağa yerinden ağır ağır doğrularak "Sülo !" diye seslendi; apar topar içeriden Sülo elleri önde eğilerek "buyur ağam" dedi.  "bo'undan tezi yok obaları ara sor Hâlıl'ın tosunlarını ölü yada diri getirin" emrini verdi.  "başım üstüne ağam" diyerek Sülo arka arka geriye çekildi.
Memiş, hemen Ağanın eline sarılınca, Ağa elini çekiverdi " sâol Ağam Allah başımızdan eesik etmesin " diyerek onlarda arka arka çekilip eve doğru adımladılar.

"Eee Dayı, gâlan gelir danalar hemii?" Memiş arkada kalan Hâlıl'a " gelmesine gelir de ne vâkıt orasını bilmem" dedi.

Hâlıl, şaşkındı; hem hırkız hem de Ağaya iki büklüm hürmet !? sordu bunu Dayısına; "Bunların elleri golları uzun oluum. Hem sanma ki, bu gıranlardan bir bizde var, her yerde var bunlar. Eee fukarayı nasıl sevindirici de yanında dutucu ?; fukara daha  ağanın gapısına para-pul deyu gelmeden, fukaranın camızını çaldıracâk ki, fukara gâpısına gelsin. Sorada fukaraya çaldıı camuzu geri versin. Hem ağa olduun bellenecek, hem de fukara yitiini bulduna sevinecek. Ânıyacaan, bizim olan emeemizi, yitiimizi 'ağa verdi' deyu bize de sevinmek ğalıyo, yâ onuda vermeseydi deyu"
Hâlıl "golayımış ağalık desene" deyince;
"elleri mâhir, âazı övücü, şaplak çalan mâhluğun oluşun golay hârel" dedi.

Gece ağarmak üzereydi ki, "Hâlıl  Hâlıl !" diye aşağıdan Imış Bacı'nın sesi duyuldu. Bir kaç kez daha seslenince, Hâlıl örtmeden bir baktı ki ne görsün; "Tosunlarım ! " diye apar topar indi aşağıya, tosunları yanaklarından öptü öptü...Sarıldı Ana Oğul ağlaşarak. 
Ağa, yine sevindirmişti birilerini..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Dr. Mustafa Coşkun Kale Arşivi