
Fatmagül Abacı
Albay Hasan Bey
Kalktı üşünmedi bir adaçayı demledi kendine. Uykusu yoktu. Okumaktan yorulmuş gözlerini oğuşturdu. Ne vakit bu yaşa gelivermişti. Ömür törpüsü zamanı suçlayamazdı, çünkü bu vakte kadar yaşamak en mukaddes işi olmuştu. Haşa Yaradan’a hiç asi olmamıştı. Kanaatkar tavırlarını, bilgilerini iki oğluna da aktarmış ve onların eğitimine çok önem vermişti. Onlar da kıymet bilen çocuklar olmuştu. Daha kırkı çıkmadan babalarının ona bir yatılı bakıcı tutup, evinde rahat olmasını sağlamışlardı, tüm gelen gidene rağmen annelerinin yalnız kalmasına gönülleri razı olmamıştı.
Fincanı aldı ve mis gibi kokan adaçayını fincanına boca etti. Küçük tepsisini aldı, çayını hazırladı. Bir parça bitter çikolatayı da kahve tabağının kenarına iliştirip, salonun yolunu tuttu. Onun özel fincanıydı. Küçük oğlu Hakan almıştı. Duyarlı çocuktu Hakan. Detaylar onun için her daim gerekliydi. Avukattı. Baba mesleğinin gereğiydi. Ve ne çok babasına benziyordu. Büyük oğlu Oğuz ise elektronik mühendisi olmuştu. Küçüklüğünden beri elektrikli her şeyi oyuncak gibi oynardı. Canlarım dedi, parmağındaki alyansı okşadı. Sessizce tv’nin karşısına geçti. Lakin hiçbir şey yoktu . Müzik kanalını açtı. Sessizce dinlerken çayını yudumladı. Amacı Oya’yı uyandırmamaktı. Kızcağız tüm gün kendisiyle ve evin işleri ile ilgileniyordu. Memnundu lakin şımartmamakta gerekirdi. Arada bir ani çıkışlar yapıyordu ki başı biraz eğik olsun. Evi ve kendisini boşlamasın.
Can sıkkınlığla düşük volümde müzik dinlerken dışarıdan uzun bir korna sesiyle irkildi. Çayını tepsiye koyup, merakla pencereye yöneldi. Hafifçe kenarından perdeyi araladı.
Sokak lambasının aydınlattığı sokak beyazlar giymişti. Ağaçların üzeri, sokak lambasının ikiz kenar üçgen edasında aydınlattığı kar taneleri yere düşmek için birbiriyle yarışıyordu sanki. Üstelik birinin diğerine hiç benzemediğini düşününce “ne büyüksün Yarab !” dedi.
Bir kadın, üç erkeğin ellerini kollarını sallayarak konuştuklarını gördü. Belli ki tartışıyorlardı. Lakin adamlardan biri ayakta bir sersem edasında salınarak dik durmaya çalışıyordu. Sokak lambasının Işığının hüzmesinden gördüğü kadarıyla büyük sorun yoktu. Dikkatlice bakınca ayakta zor duranın bir derdi vardı ki, zom olmuştu. Sanki gözleri ısırdı bu adamı.
-Evet yaa ! Yandaki binaya yeni taşınan belediye de memuru olan Şakir beyin kardeşi. Tabi ya…
İçinden gitsinler evlerine koca adamlar diye söylendi. Kadın üşümüş olmalı ki araca geçti. Bir adamda peşinden araca geçti. Dışarıda sarhoş ve araçtan inan adam kaldı ;
-Var mı abim bir isteğin?!
-Eyvallah!! Dedi. Aşina olduğu sarhoş adam.
Tamam işte vuslat, tabi ya. Kimseye bir şey olmamıştı. Gecenin ikisinde çok seslilik nedir, bu karlı havada? Diye söylendi kendi kendine. Derken ;
-Gel seni bir öpeyim ! Alınlarını iki koçun toslamasını andıran bir öpüşme yapacaklardı ki, sarhoş olan diğerinin yanaklarını avucunun içine aldı ve yanaklarından Kemal Sunal gibi öptü.
-Hadi bakalım evin yakınmış ağabeycim, dikkat et kendine!!
Araç yavaşça uzaklaştı, yan komşunun kardeşi de bahçe kapısının açılıp kapanma sesiyle sokak yeniden huzura kavuştu.
Bir süre daha pencereden baktı. Kar usul usul yağıyor, uzaktan köpek uluması geliyordu. Başıboş köpeklerdi belki. Bu karda kışta açlar mıdır ,yoksa susuzlar mıdır acaba diye düşündü? Nasıl toplantıda konuşmuştu bu dilsiz tatlı can dostlar için. “Çoğaltmasını istemiyorsak kısırlaştırmak çözümcüldür. Barınaklar onların vazgeçilmez evleridir. Ve buralarda bakım özellikle sağlıklı kalabilmeleri için şart.” Diyerek sokak köpeklerini savunmuştu.
Kırk dokuz yaşındaydı ve iki yıldan beri emekli bir öğretmendi. Boş kalmayı, üretmemeyi suç sayardı. Çorbada tuzum olsun dediği birden fazla sosyal kuruluşta aktif rolleri üstleniyordu. İnsanı seviyordu, Yaradan’ın yarattığı sevilmez miydi ? Yıllarca emek verdiği insan yavrularını nasıl severek eğitmeye çalışmıştı.
Çay tepsisini salonda bıraktı, saten beyaz sabahlığının kuşağını açtı, eteklerini savurarak yatak odasına doğru yöneldi. Topuklu beyaz terliklerini çıkardı. Sabahlığını komidinin üzerine bıraktı. Yorgun ve yoğun bir gün daha bitmişti.
Başını kaz tüyü yastığına gömdü. Sol kolunu yatağın boş kalan yan tarafına doğru uzattı. Leman hanımın narin kolu albay Hasan’ı arıyordu. Ama o gideli henüz üç ay olmuştu.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.