Oda Sıcaklığında…

Bazı kavramları nasıl olduğunu bilmeden kabullenmişiz. Aksini düşünemiyor, neden böyle dendiğini de ne soruyor ne de araştırıyoruz. Çok var elbet ama ben ‘Oda sıcaklığı’ ile başlayayım, gerisi gelir…

Özellikle pasta, kurabiye ve tatlı tariflerinde sıkça kullanılan “kabul edilmiş” bir benzetme vardır. Örneğin “kulak memesi kıvamında” diye bir şey duyduğunuzda, hamurun yoğrulduktan sonra alacağı kıvamın tarif edildiğini bilirsiniz.

Bu kabul edilmiş bir kural gibidir. Bir yön levhası belki, ne kadar yol alacağının planlanması da diyebiliriz. Bir ürünün içeriği, bir ilacın prospektüsü…

Ama hiç kimse “kimin kulak memesi” diye sormaz. Herkesin kulak memesi aynı kıvamda mı diye hiç kimse bir araştırma yapmaz. Belki de yapan olmuştur ama genelde böyle bir sorgulamayı görmedim, duymadım.

Bir de oda sıcaklığı var…

Bu nasıl bir oda sıcaklığı, bilen yok. Elbette Dünya Sağlık Örgütü, ‘oda sıcaklığı’nı derece yönüyle araştırmış, soruşturmuş ve bir karara varmış. Muhtemelen başları çok kalabalık olmadığı bir zamanda, yapacak işleri olmadığı için böyle bir araştırma yapmışlar. Onlara göre oturma odasında ideal sıcaklık 21 derecedir. Diğer odalarda 18 derecelik sıcaklık öneriliyor. Yatak odası için 16-19 derece olması yeterli…

Dünya sağlık Örgütünün oda bazında farklılığına bakılmaksızın, yemek, tatlı ve kurabiye tariflerinde ölçüsü belli olmayan ama kabul edilen gizli bir şifre vardır.

Aranızda bir anlaşma varmışçasına, yemek, pasta veya tatlı tarifini yapan, içerisinde ne tür benzetme yapmışsa, işin meraklısıysanız hemen anlarsınız.

Oda sıcaklığıysa eğer, önceden yumurtayı, tereyağını, sütü veya her neyse onu mutfak tezgâhının üzerine alır, “oda sıcaklığına” gelmesini beklersiniz.

Ama sormazsınız, kimin oda sıcaklığına göre?

Neyi soruyoruz ki, bunu da soralım?

Herkesin evi farklı sıcaklıktadır.

Herkesin odası farklı farklı ısınır veya soğur.

Kimisi sobayla ısınır, kimisi klimayla kimisi de kaloriferle. Bunun da farklısı var; doğalgazlı, akaryakıt veya kömürlü…

Ve bir de ısınamayanlar var…

Oda sıcaklığını bulmak için bir odası olmayanlar.

Bir eve sahip olamayanlar.

Başını koyacağı bir göz odaya hasret kalanlar.

Çadırda yaşayanlar.

Konteynerde mecburi konaklayanlar.

Deprem bölgesinde başını sokacağı bir çatı bulmuşsa şükredenler.

Ve Gazze’de, ölümün havada kol gezdiği bir yerde ne dışarısına ne içerisine sahip olamayanlar…

Oda sıcaklığı güzel de, kimin odasına göre…

Bu sıcaklık maddi mi, manevi mi?

Oda sıcaktır ama ilişkiler buz gibidir…

İlişkiler sıcacıktır ama odalar buz gibidir...

***

Sadece pasta, kurabiye, tatlı veya yemek tariflerinde böyle bir çelişki yok ki, hayatın her alanında “makbul” bilip, kabul ettiğimiz ama özüne, sözüne, duruşuna, davranışına, yaşamına uygun olmayan neler var neler…

Sormuyoruz ki…

Demokrasi bunlardan birisidir.

Cumhuriyet’te öyle…

Bu ülkede nerdeyse Cumhuriyeti sevmeyen yok ama herkesin Cumhuriyet tarifinde “kendisinin işbaşına gelmesi” var…

Kuşkusuz Cumhuriyet, en iyi yönetim şeklidir, halkın kendi kendini yönetme biçimidir ama hiçbir konuda kendi kendime yönettiğimi hatırlamıyorum.

Partilerin önümüze koyup, adeta dayattığı adaylardan birisini seçiyor, beş yıl boyunca o belediye başkanına veya milletvekiline tahammül etmek zorunda kalıyoruz. Biz seçemiyoruz, onların seçtiğinden birisini tercih etmemiz gerekiyor. Manavdan elma alır gibi, limon seçer gibi, domates beğenir gibi…

Adalet, hak, hukuk da öyle…

Tarifleri çok iyi biliyoruz; emeğin kutsallığını, alın terinin önemini, liyakatin nasıl olduğunu ama bütün bunları uygulamada göremezsiniz.

10 Aralık geldiğinde herkes insan haklarına saygılı olur.

Herkesin inanç özgürlüğü vardır ama benim inandığım veya inanmadığım dine inanıyorsan öyle bir hakkın yoktur!

Kadınlar gününde herkes kadınların bir çiçek olduğunu söyler, sonra da ya kökünden ya da yaprak yaprak çekip atar…

14 Şubat’ta ideal eşler görürüz, henüz evliliği tatmamış olanlardan. Evliliği tatmış olanın da 14 Şubat neyine?

Anneler başımızın tacı olur, anneler gününde. Babaların gölgesi yeter babalar gününde ama hepsi hayatının her döneminde illa da son döneminde ele güne muhtaç halde bırakılır…

Kabotaj Bayramı için bile söyleyecek basmakalıp sözlerimiz var. Çünkü biz sloganlarla büyümüş bir milletiz. İçi boş, dışı hoş sloganlarla hayatımızı idame ettirmekle kalmıyor, davamızı göklere çıkarıyoruz, yerde süründüğünü görmeden…

Hepimiz barıştan yanayız mesela, barış günlerinde; hepimiz savaşın bir tarafı olduğumuzun ve nerdeyse ölümlere alkış çaldığımızın farkına varmadan.

Her insan eşit bizim tariflere göre ama Türk daha eşit, Arap az eşit, Kürt birazcık eşit, o zenci, o laz, o abaza, o Çinli, o Koreli…

İnsanların dış görünüşü önemli değil, önemli olan insanlığıdır, dediğimiz halde içi güzel olan nice insanları sokağa, dışı güzel olan nice alçakları başımıza taç etmişiz, farkında değiliz.

Belki de her şey oda sıcaklığından başlıyor; anlıyoruz ama sorgulamıyoruz, “neden” diye…

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
Naif Karabatak Arşivi