Her şey dursun, başkan yürüyecek!

 

Babamın rahatsızlığı nedeniyle birkaç gün Gaziantep Üniversitesi Araştırma Hastanesi’nde kaldım. Beş gün boyunca iftar saatlerinde hastaneye yakın yerlerde olmaya çabaladım. Ya arkadaşlarla birlikte iftar ettik, ya tek başıma.

Bunlardan birisi de iftar çadırıydı…

Gaziantep’te görev yapan birkaç gazeteci dostumla Gaziantep Büyükşehir Belediyesinin İftar Çadırı’na gittik.

Hayatımda iki kez İftar Çadırına gitmiştim. Birisi Adıyaman’da, birisi de Gaziantep’te.

Aslında daha çok gitmek isterdim. Mesela hastanenin bahçesinde kurulan iftar çadırı ilgi çekiciydi. “Oy vermeleri mümkün olmayan” insanlara yapılan yardım, samimiyetin açık göstergesidir.

Vakıfların, derneklerin “oy kaygısı” olmadan açtıkları sofralarda iftar ediliyordu.

İstanbul’da olduğu gibi Gaziantep’te de Sebil Büfeleri vardı. Sabahları “bedava çorba” verilen bu büfelerde hiç kimse işe aç gitmiyordu ve statüsü de sorgulanmıyordu.

Kendi kentinden olup olmadığına bakmadan, daha çok dışarıdan gelen insanlara “hizmet” etmek, “şov” dışında kalan ve aslında yardımlaşmanın en güzel örneğini gösteren bir şeklidir.

Aslında bu bir kültür meselesidir ve Gaziantepliler bu kültüre ulaştığı için mutlu olmalılar.

Gelelim iftar çadırına.

***

Gaziantep İHA’da görev yapan sevgili Kaan Bozdoğan, “Abi bu akşam iftar çadırına gideceğiz, hastaneye yakın, gelir misin, senin için de değişiklik olur” diye telefon açtığında  “yok” diyemedim.

Değişiklikten öte “kıyaslama şansı” yakalarım diye “tamam” dedim.

İftar çadırı daha çok öğrencilerin kaldığı bir semtte yapılmıştı ve zaten çadıra gelenlerin çoğunluğu da öğrenciydi.

Park içerisine yerleştirilen masa ve sandalyelerin ön tarafında yemek dağıtım elemanları vardı. Önce yemeğini alıyor, sonra masaya yöneliyorsun.

İftara çok yakın bir saatte gittim ve en başta boş olan dört masadan birisine doğru yöneldik. Arkadaşlarla birlikte oturduk. İftara 3 dakika vardı, gazeteci arkadaşlar “başkan geldi” dedi.

Nasıl yani, “geliyorrrr! geliyorrrrr!” çığırtkanlığı yapmadan başkan mı gelirdi?

Alkış yoktu, tezahürat istenmemişti, unvanlarını sayma gereği duymamışlardı, başkanın “ne kadar yakışıklı” olduğunu söylemek de gereksizdi.

Bütün görevliler ayağa kalkmadı, her şey durup, başkan yürümedi.

Gaziantep Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Asım Güzelbey, benim nerdeyse hissetmeyeceğim bir şekilde, masamın yanından geçerek, bir sonraki masaya oturdu.

Yanında bir ordu da yoktu, üç-dört birim müdürüyle birlikte gelmişti.

Sadece süzüldü ve oturdu. Yani sadece bir misafir gibi geldi ve yerine oturdu.

Aslında olması gerekeni yapmıştı; bir beyefendi gibi, kültürlü bir insan gibi, güngörmüş birisi gibi, sonradan görme veya şov düşkünü birisi gibi değil.

Bu nedenle konuşma yapmadı, zaten adı da anons edilmemişti.

İftar çadırı dediğimiz, bizim bildiğimiz manada bir çadırdan ibaret değildi. Vatandaşın çadıra girdiği bir yer yoktu.

Büyük bir parkta, masaların dizilmesinden ve birkaç süslemeden ibaretti.

Parkın iki taraftan girişi vardı, iki girişte de bir tek “İftar çadırımıza hoş geldiniz” yazısı vardı. Başka afiş veya başkanın dev posterleri parkı süslememiş, “başkanımız ne kadar da yakışıklı” dedirtecek yağcılar da orya konmamıştı.

Başkanın oturmasıyla da yemek dağıtan görevlilerden sadece birisi, başkanın bulunduğu masaya yemek dağıtmaya döndü.

Başkan, basın mensuplarının yemeğinin verilmesinde de acele edilmesini belirterek, Gaziantepli basın mensuplarını işaret etti.

İftar masasında önceden hazır halde “kırmızıbiber, tuz ve hurma” olan üç kâse, yemekte ise şehriyeli bulgu pilavı, türlü vardı. Meyve olarak kayısı, tatlı olarak revani vardı.

İftar vakti geldi, hurmamızla iftarımızı açtık, suyumuzu içtik, yemeğimizi yedik.

Arkadaşlar başkanla beni tanıştırdı, bir süre sohbet ettik.

Şaşırdığımı söyledim, özellikle “şov” yapmamasına. “İftarın şovu mu olur?” diye samimi bir şekilde cevap verdi.

Üç yerde iftar çadırları varmış, iftar ettiğimiz yer en büyüğüymüş, 3 bin 500 kişi her gün iftar ediyormuş. Çoğunluğu “öğrenci evi” olan iftar ettiğimiz parkta ise her gün bin 500 kişi iftar ediyor ve bunun büyük çoğunluğu öğrenciymiş.

Öğrencinin oyu mu olur, ne diye iftar veriyor” diye düşünen siyasilerin olması kaçınılmaz.

Ancak Başkan Güzelbey, “aday değilim” diyen birisi.

Yani hem aday değil, hem oy vermeyecek insanlara hizmet ediyor, bunu şova dönüştürmüyor, mütevazı bir şekilde yansıtmaya çalışıyor.

Daha ilgincini söyleyeyim ki, kendi memleketinizde ki seçilmişlerle kıyas şansını yakalayasınız.

Başkan Asım Güzelbey, söz verdiği bir yolu 15 gün geciktirmiş.

Bütün Gazianteplilerden özür dilemiş, “ben bu işi yapamadım, altından kalkamayacağım işe girdim, yolu geciktirdim, hepinizden özür diliyorum

Bir yıl, üç yıl, on yıl, 50 yıl geciktirme değil, sadece 15 gün geciktirme…

Geldiği günden beri “dişe dokunur” hiçbir şey yapmama değil, tramvayı dâhil, yapmadığı hiçbir şey bırakmama adına çabalama…

Ve 15 günlük gecikmeyi “sözümde duramadım” veya daha ilginci, “ben bu işin altından kalkamadım” diyen birisi.

Herkesin bir daha aday olmasını istediği halde “tadında bırakmayı” isteyen, “oy almadan” hizmet eden, “televizyon” ve başka bir medya organı kurmayan, (o kadar çalmak kolay değil ya) kendini hizmetleriyle anlatmaya çabalayan birisi.

Sizin başkanlar mı, bilmem! Ne yaptığını, ne yapamadığını siz daha iyi bilirsiniz.

Ama unutmayın, ben önce Gaziantep insanını anlattım. Nasıl bir başkan isterseniz, öyle bir başkanla yönetilirsiniz.

 

Twitimden seçmeler

Bütün makam, mevki, şan, şöhret ve zenginlikten daha önde olan, asıl olunması gereken adamlıktır.

[email protected]

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi