Devlet düşünceden bir korkmasa…

Üç kişi bir araya geldiğinden devletin temellerinin sarsılacağı korkusuyla dolu olan devlet anlayışımızın çok fazla yol aldığını söylemek zor ama buna rağmen de geçmişle kıyası mümkün olmayan yeni bir anlayışın yerleştirilmeye çalışıldığı da bir gerçek.

TRT’de yayınlanan ve Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Mehmet Akif İnan, Adil Erdem Bayazıt, AlaaddinÖzdenören, Rasim Özdenören ve Cahit Zarifoğlu gibi üstatlarımızın anlatıldığı “Yedi Güzel Adam” dizisi, irdelenmesi gereken ne hayatların olduğunu da gözler önüne serdi.

Devlet, düşünceden korktuğu için bazı dönemlerde sadece “sol” görüşlü ve “uluslararası” çapta kabul gören yazarları, şairleri, düşünce adamlarını gündemine aldı. Onları da tamamen yansıtmak yerine, Kemalist düşünceyle uyuşan, laiklikle ters düşmeyen yanlarını işlemekten öteye gitmedi.

İslamcı veya daha çok sağ kesim içinse böyle bir adımı hiç olmadı; daha çok görmezden gelmek işine geldi.

Ama Yedi Güzel Adam, bu anlayışı yerle bir etti.

Kahramanmaraş’ta yetişen ve edebiyatımıza önemli eserler bırakan bu güzel adamlar, o dönemin kültürü ve edebiyatıyla, hatta siyasi atmosferiyle birlikte ekranlara taşındı.

Daha çok orijinal diyaloglarıyla, şiir gibi konuşmalarıyla dikkatleri üzerine çekse de, aşk, sevgi, inanç, kültür ve eğitimle birlikte yasakçı bir dönemi de gözler önüne serdi.

Bu dizi, Türkiye’de yapılacak çok dizi ve film konusu olduğunu da bir kez daha hatırlattı.

Unuttuklarımız sadece yedi güzel adam değildi, başkaları da vardı.

Hatta sadece sağ cenahta veya İslamcı kesimde değil, sol kesimde de ele alınması, insanlara tanıtılması gereken değerlerimiz var.

Buna ek olarak Alevi ve Kürt diye dışlanan yazar ve sanatçılar da var.

Çünkü cumhuriyetin kuruluşundan bu yana tek tip insan modeli kabul görmüştü. Makbul vatandaş diye de tarif edeceğimiz bu isimlerin dışında kalanların, hangi işleri başarmış olması önemli olmadı; devletle ters düşmemesi esas alındı.

Hatta öyle ki, “hükümet”, kendisini devlet zannetmeye başladı ve o yönetime karşı olan “devlet düşmanı” muamelesine tabii tutuldu.

Devlet sanatçısı olmanın yolu da “makbul sanatçı” olmadan geçiyordu.

Dışlanan sanatçılar, evine ekmek götürecek bir kazanca dahi ulaşamıyor, görünmez demir duvarlar yollarına örülüyordu.

Kendi imkânlarıyla kıt kanaat sanatını icra etmeye çalışanların da değeri bilinmiyor, sadece girebildikleri gönüllerde sökülmez bir yer ediniyorlardı.

Yedi Güzel Adam, bizim camianın gönlünde önemli yer tutan, düşünce yapısında hatırı sayılır bir yer kaplayanlar edebiyatçılardı…

Zarif insanlardı hepsi…

Sadece şiir yazmıyor, şiir gibi yaşıyorlardı.

Zamanın siyasi yönünü irdeliyor, insanca yaşamanın yolunu gösteriyorlardı.

Özgür bir toplum, özgür bir insan ve ahlaklı bireyler gibi bir dertleri vardı.

Ama devlet, “kendisine tabii” vatandaş aradığından, bu insanları ve bu insanlar gibi farklı düşünceden, hatta farklı inançtan insanları da görmemeye, hatta görülmemesi için çaba harcamaya devam ediyordu.

Oysa devlet düşünceden korkmasaydı, bugün çok daha farklı yerde olurduk.

Çünkü düşünce, yıkmazdı, yapardı…

Daha güzele, daha iyiye gitmenin yolu, düşünceden ve düşündüklerini hayata geçirmeden geçerdi.

Fikir adamları, yıkmazdı, yakmazdı ve hep daha iyiyi bulmak için fikirler üretirlerdi.

Devletin tabu haline getirdiği saçmalıkların konuşulması, eleştirilmesi, daha doğrusunun gösterilmesi, devleti yıkan değil, devleti olması gerektiği hizmet konumuna yükseltirdi.

Ama bizde devlet, kendisini halktan koruyan ve halkından korkan bir yapıdaydı ve bu korku, onun iliklerine kadar işlemiş, farklı bir tarzda düşünmeyi ise asla mümkün görmüyordu.

Kabul edelim ki, Türkiye, artık eski Türkiye değil.

Alınacak çok yol var ama eskiyle kıyası da mümkün değil.

Bu nedenle Yedi Güzel Adam, demokratikleşmede önemli bir kilometre taşı olarak karşımıza çıkıyordu.

Bunu takip eden diziler ve filmler yapılmalı.

Geçmiş idarecilerin günahını, bu millet ilelebet çekmemeli.

İstiklal Mahkemeleri, Dersim, isyanlar ve bastırma şekilleri, “makbul vatandaş” dışında gördüklerine yaptıkları muamele, darbe dönemlerinde yapılan insanlık dışı uygulamalar ve yargılamalar artık sadece siyasi bir çıkış olarak kalmamalı, edebiyatımıza, sanatımıza yansımalı.

Herkes hem kimin ne yaptığını, hem de kimlerin ne acılar çektiğini bilmeli.

Yüzleşme dediğimiz böyle bir şey.

Hayır” diye itiraz ederek, devletin milletine zulmetmeyeceğini söylemek, sadece saçma bir savunma yoludur, ne gerçektir, ne de bir tek elle tutulur yönü yoktur.

Bırakın geçmiş, halen 28 Şubat mağdurlarının çektiği acıları yeterince öğrenemedik ve bunları sahneye aktaramadık.

Çünkü devletin bu koruma içgüdüsü, halen farklı örgütler ve yapılar eliyle devam edip gidiyor.

Yaşanan sancıların temelinde bu korkuyla büyüyen yapıların halen faal olması var.

Bunlar da geçecek ve biz, hem yapılan kötülükleri öğreneceğiz, hem ülkemize daha çok sahipleneceğiz ve hem de unutulan, farkına varılmayan, geçilip gidilen değerlerimizi de tanıma şansı yakalayacağız.

Devlet, düşüncede korkmaktan tümden arınsa var ya, neler olur neler…

Tweetimden seçmeler

İlk yazdığım zamanlar, şarkılardan mısralar yazardım. Farklı şarkılar, bir birini tamamlayan cümleler. Şarkılar yazıyor bizim tarihimizi!

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi