Barış, Platonik Bir Aşk Değildir!

Aslında başlığı değiştirip, “Barış Türkiye’de Platonik Bir Aşktır” da diyebilirdim. Sadece ülkemizde değil, tarihin her döneminde ve tüm dünyada “Savaş aşkı”, sürekli barışa galebe çaldığından olmalı ki, yaşanan acılarda hep bu kirli aşk öncülük etti.

Doğrusu tersi olması gerekirken, yani barışın bir aşk olması gerekirken, silah tüccarları, işin siyasetini yapanlar, makam ve mevkiini kaos ortamına borçlu olanlar ve terörle gücü elinde bulunduranlar sürekli galip geldi.

Biz yine de barışın platonik bir aşk olmadığını söyleyelim…

Zira insan olmanın bir gereğidir de barış.

***

Bir süredir devam eden barış görüşmeleri veya Çözüm Süreci, dün Kandil’de biraz daha katmerleşti. Artık barış çağrısının karşılıksız olmadığı görüldü.

İmralı mektuplarında söylenenlerin benzeri, dün Murat Karayılan’ın dilinden döküldü. PKK, 8 Mayıs’ta, belli bir disiplin çerçevesinde ülkemizi terk etmeye başlayacaklar.

Bu önemli açıklama, barış yanlılarını elbette sevindirdi.

En azından atılan adım boşa gitmeyecekti, verilen çaba akan kanı durduracaktı, ekilen barış tohumları yeşerecek, boş yere insanların ölmesine bir son verilecekti.

Ama 6 şart vardı…

Olmayacak şeyler değildi, işi yokuşa sürmeye dönük bir atraksiyon da değildi.

Ve aslında sürecin sabote edilmemesi, kesintiye uğramaması adına da bir güvenceydi.

Bu açıklamada öne çıkan altı maddeden özetlersek;

Geri çekilmenin “kendi inisiyatifleriyle” sürekli kullandıkları güzergâhtan ve belli bir disiplin içerisinde olacağıydı…

Örgüt üyelerinin gideceği yerin de Irak’ın güneyi olduğunu, Federe Kürdistan Hükümetinin anlayış göstermelerini umduklarını söylemeleriydi. Bu da demektir ki, bir görüşme olmuş, geçişlerde sıkıntı olmayacak.

Geri çekilmede herhangi bir saldırı olmaması istendi ki, bu zaten barışa vurulacak en büyük darbe olur.

Burada belki tahrikler etkili olabilir ki, Karayılan buna da dikkat çekiyor ama şunu unutuyor, PKK çekilse, PKK’nın yerine dağa çıkacak kadar gözü dönmüş savaş yanlısı var.

Karşılıklı hassasiyetlerde bir sıkıntı olmasın diye de “Bağımsız heyetlerce sürecin izlenmesi” tavsiye ediliyor.

Doğrusu bu çok gerekli…

Zira barış sekteye uğrarsa sorumluluğu birlerine yükleme yerine asıl suçlunun bulunması, sürecin kaldığı yerden devamını sağlayacaktır.

Çok yoğun bir şekilde barışa karşı olanlar sesini yükseltiyorken, PKK’nın elini kolunu sallayarak çekilmesi, tahrikleri de beraberinde getirebilir ama neyse ki, Karayılan çekilmenin de sessizce olacağına vurgu yapıyor.

23 Mart'tan bu yana ateşkes ilan ettiklerini de söyleyen Karayılan, “Demokratik çözümün gelişmesi Türkiye'nin demokratikleşmesi ve diyalog ile sorunun çözümü önemlidir.” diyordu.

Çekilme kararını “Barış ve sürecin başarısı için” aldıklarını, süreçten dönen hangi taraf olursa zararlı çıkacağını da belirterek, tek taraflı değil, çift taraflı zarar olacağını da açıkça söylemiş oldu.

***

Peki bütün bunlar nedir?

Barış sürecinin sağlıklı ve belli bir plan dâhilinde yürüdüğünü göstermesi açısından dikkate değerdir.

Burada en öne çıkan, üç aşamalı bir planın ikinci aşamasının çekilme olduğunun söylenmesiydi.

İlk aşama barış görüşmeleri ve sonrasında atılan adımlardı. Bunda Akil İnsanlar, Çözüm komisyonu, İmralı ziyaretçilerini dâhil edebiliyoruz.

İkinci aşama PKK’nın çekilmesiydi, 8 Mayısta başlayacak bu sürecin “uzun tutulmaması” için gerekli özenin gösterileceğinin söylenmesi de önemliydi.

Ve üçüncü aşama…

Yani aslında barışın gerçekten istenip istenmediği zamana yayılacak ve atılacak adımlar izlenecek.

Bunda anayasal değişiklikler de var, ülkenin demokratikleşmesi de…

Bu, başından beri sürdürülen “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi” kapsamında yürütülen çalışmaların olgunlaşmış hali haline geleceğine kuşku yok.

Bu ülkede hiç kimse kimliğinden, kişiliğinden, dilinden, dininden, mezhebinden veya kıyafetinden dolayı dışlanmayacaktı…

Birisinin sahip olduğu her hakka, bir diğeri de sahip olacaktı.

Herkes inancını yaşamakta özgür olacak ve bunu hissedecekti.

Hiç kimse giyiminden dolayı dışlanmayacak, dili yok sayılmayacak, kimliği inkâr edilmeyecekti.

Kısaca herkes, insanca bu ülkede yaşayacaktı.

Bunun neresi kötüdür anlamak, anlamlandırmak mümkün değil.

Yıllarca bu ülkede hep imtiyazlı bir sınıf oldu. Diğer herkesin onların kulu kölesi olduğuna o kadar inanıldı ki, yaşadığımız bütün sorunun kaynağında bu anlayış var.

Bu ayrıcalıklılar, ülkeyi soyarken, ülkenin sahibi oldukları fikrini de bizlere yerleştirmeye çalışıyorlardı.

Darbeler, tek parti zihniyeti, dayatmalar, anlamsız yasaklar, koca bir toplumu hor ve hakir görmelerin esas nedeni buydu ve bunun sona ermesi, ülkenin tamamen demokratikleşmesiyle mümkün olacaktır.

Ve böyle bir zamanda, amaçlarını terör örgütleri eliyle gerçekleştiren vatanseverler(!) yaşama şansı bulamayacaktır.

Bugünlerde barışı sekteye uğratmaya çalışanlar, imtiyazlı olduklarını sanan zihniyetin son çırpınışlarıdır.

Dün, barışın platonik aşk olmadığını bir kez daha gördük ya bu bile barışın sonuçlanacağı ümidini yeşertmesine yetti.

 

Twitimden seçmeler

Kendisini kusursuz sananlar, kendisi dışındaki herkeste kusur bulmakta zorlanmaz. Aynaya bakarken, göremedikleridir onu kandıran.

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi