Şamanizm kalıntıları

Günlük hayatımızın bir parçası haline gelmiş batıl inançların kaynaklarını öğrenmeye çalışmak bizi kültür kökenlerimizle tanıştırmaktadır.

Geceleri tırnak kesmek, kapı eşiğinde durmak, akşamları saç kesmek ve köpek ulumasına yüklenen anlamlar kökleri hep Şamanist inançlarda olan uygulamalardır. Bir Altaylı kam olan YUGUŞEVA, bu inançların hepsinin kendi kültürlerinde de olduğunu belirtmekte ve ardındaki sebepleri açıklamaktadır. Örneğin, Altaylarda geceleri tırnak kesilmez ve kesilen tırnaklar toplanıp gömülür; sebebi tırnakla birlikte insanın ruhunun da kaybolacağına inanılmasıdır. Akşamları saç da kesilmez; saç çöpe atılmaz, tarandıktan sonra toplanır ve bir yere saklanır, çünkü öldükten sonra insanın ruhu bütün dünyayı dolaşıp o saçı bulmalıdır. Ayrıca çocukların ilk saçı hayat boyu saklanır. Bunun yanı sıra, kapı eşiğinde durulmaz; çünkü Erlik-biy’in kızları insanın canını alıp götürebilir. Canı çalınan bu insan da hastalanıp ölebilir. Köpek ulumasının ölümün habercisi olması da bir başka inançtır. Bunun sebebi köpeklerin iyi, kötü ruhları ve insan ruhunu görebiliyor olmasıdır. Köpek herhangi bir ruhu görünce de ulumaya başlar. Köpeği çok uluyan evde de yakında insan öleceği düşünülür (2011, s. 201-210). Bu tip inançların hepsi Anadolu’daki Müslüman Türkler arasında da yaygındır fakat bunların ardındaki mitler unutulmuş ve mantıklı açıklamaları olmayan batıl inançlar olarak yaşamaya devam etmişlerdir. Bu inançların Altaylardaki Şamanist inançlar arasında yerini alması, bunların bizlere Orta Asya kökenli atalarımızın mirası olduğunu düşündürmektedir.

Nazar ile ilgili uygulamalar da halk arasında oldukça yaygın olan ve kökleri eski Türk inanışlarına dayanan uygulamalardır. Kurşun dökme, göz değmesine karşı nazar boncuğu takma ve “tu-tu-tu”lama bunların en yaygın olanlarıdır. Şamanizm’de “kut dökme” ya da “kut kuyma” olarak anılan kurşun dökme “kötü ruhlardan birinin çaldığı kutu, yani ‘talih, saadet unsurunu’ geri döndürmek için yapılan bir sihri ayindir” (İnan, 1952, s. 29). Günümüzde de talihi kötü giden insanlar için kurşun dökülerek talihleri açılmaya çalışılır. Göz değmesi inancı da kişinin ruhunun Erlik’in (Şeytan’ın) buyruğu altına girdiği inancıyla ilintilidir. Kişi bu durumda her kötülüğü yapabilmekte ve kimi zaman bunun farkına varmakta, kimi zamansa varamamaktadır (Kalafat, s. 276). Kötü iyeyi (ruhu) uzaklaştırmak için en sık mavi boncuk kullanılır. Türkler bu nesneyi çok eski zamanlardan beri kullanmaktadırlar. Boncuğun mavi olmasının sebebi, Türkler arasında mavi göze çok seyrek rastlanması ve mavi gözün olağanüstü güce sahip olduğuna inanılmasıyla ilintilidir. Bu sebeple çocuklarını mavi gözlü kişilerden saklama gereği duymuşlardır (İnan’dan akt. Çıblak, 2004, s. 7). Günümüzde de hala mavi gözlü kişilerin nazarının değdiğine inanılmaktadır. Nazara karşı alınan bir diğer tedbir ise beğeniyle bakılan canlı veya cansız varlığın olduğu yöne doğru “tü-tü-tü” şeklinde tükürür gibi yapılmasıdır. Bu davranış, içinde varlığını bildiği kara iyeyi şaşırtmaya yönelik bir davranıştır (Kalafat, 1991, s. 276). Böylelikle beğeniyle bakılan varlık kişinin içindeki kötü ruhlardan korunmaktadır.

Şamanizm büyü üzerine kurulu bir inanç sistemidir. Büyücülük bugün de halk arasında var olan, kökeni en ilkel toplumlara uzanan uygulamalardan bir tanesidir. Ancak bugünkü haliyle ilkel toplumlardaki anlamından çok uzaktır. Eski toplumlarda din, büyü ve yaşam iç içe geçmiş durumdaydı ve büyünün çok geniş kullanım alanları vardı; bunlar, kozmik tesirlerin çekilmesi için yapılan büyüler, doğa olaylarına etki edebilme, şifacılık, ruhsal irtibatlar ve kehanet çalışmaları için yapılan büyülerdi (Candan, 2011, s. 409). Bu bağlamda büyü, o dönemlerde bugünkü bilimin yerine geçen bir uygulamaydı demek yanlış olmayacaktır. Günümüzde İslam dininde büyünün günah olduğu belirtildiği halde kendine “hoca” diyen birtakım şarlatanlar büyüyü kullanıp çaresiz insanların duygularını sömürmekte ve onların dertlerine çare olmayı vaat etmektedirler. Böylelikle büyü ve büyücülük de Türklerin İslamiyet’i kabulünden sonra varlığını sürdürmüş bir Şamanist uygulama olarak hala varlığını devam ettirmektedir.

 

Mitler her ne kadar ilk anlamları unutulmuş olsa da hala günlük hayatımızın içinde değişik şekillerde yaşamayı sürdürmektedirler. Geleneklerimizde, adetlerimizde, inançlarımızda ve alışkanlıklarımızda mitlerin izleri o kadar fazladır ki, burada bunların ancak bir kısmı incelenebilmiştir. Eski Türk inanç sistemlerini araştırmak bugünkü inanç sistemini hurafelerden arındırmayı sağlayacağı gibi, bizi aynı zamanda kültür kökenlerimizle de tanıştırmaktadır. Bu açıdan mitoloji/mit bilimi geçmişimizle bugünümüzü birbirine bağlamaktadır.

­TÜRKLERDE MEZAR TAŞI GELENEĞİ

Arkeolojik eserler, geçmişten geleceğe gelen TAS MEKTUPLARDIR

            Mezar Taşları Ağaç, direk ya da balbal dikmek yoluyla, Tanrıya yükselme ayininde olduğu gibi, mezar taşları da, aynı MİTSEL-RİTÜEL göğe çıkma temasının bir parçasıdır. Şamanizm de göğe çıkma ritüelindeOk-Yay motifleri kullanılır. Bu yüzden Orta Asya mezar taşlarının üzerinde Ok-Yay sembolleri görülür. Bazen de bunun yerini kılıç, bıçak sembolleri alır ki, bu da Şamanların yer altına inerken kötü ruhlardan korunmak için yanlarına aldıkları araçlardır. Tüm anıtsal dikili taşlar, gök direkleri ve benzerlerinde olduğu gibi, mezar taşlarının, göksel uzantısı yani izdüşümü Kutup Yıldızıdır. Mezarların, bir tepecik halinde yükseltilmesi ve dikey mezar başlıkları, Kutup Yıldızına yani Tanrının kapısına ulaşma isteğidir. Şamanın en önemli görevi yeraltına inmek ve gökyüzüne çıkmaktır.

          Altaylılarca büyük bir öneme sahip olan şamanın yeraltına inişi, hastanın ruhunu kötü ruhlardan arındırmak ve ölüleri öte dünyaya götürmek içindir. Toplumun dinsel ve sihirsel yaşamı, şamanın çevresinde dönmektedir. Bu nedenle, şamanlar hem sevilir hem de kendisinden korkulur. Yakutlar ve Altaylılar, şamanın öldükten sonra konuşmasını işitir. İnanışa göre, öldükten üç ya da yedi gün sonra şamanın ruhu, akrabalarını görmeye gelir ve davuluna vurarak geldiğini bildirir. Şaman, onlardan kurban istemektedir. Eğer isteği yerine gelmezse insanlara kötü ruhları musallat eder. Bu nedenle, kurbanlar kesilir ve ziyafet hazırlanır. İşte bundan sonra şamanın ruhu huzur bulur. Günümüzde ölülerin ardından verilen ziyafetlerdeki amaç, ölen kişinin ruhunu huzura kavuşturmaktır. Bu, eski Türk söylencesinin ve düşüncenin bir kalıntısıdır. Zaman içinde şamanın toplumsal alandaki etkinliği zayıflasa da, insanlar, korktukları ölüm karşısında Şamanist inançlarını devam ettirmişlerdir. Türkler İslamiyet’ten önce ölen kişiyi defnederken, günlük hayatında kullandığı eşyaları da onunla birlikte mezara gömmüşlerdir.

            Orta Asya’da Selenga nehri havzasında Noyun-Ula Dağlarında yapılan kazılar sonucu KURGANLAR (Kurgan veya Korgan özellikle Orta Asya ve Doğu Avrupa'daki yığma tepe ve höyük şeklinde bulunan genellikle tahtadan yapılmış mezarlar için kullanılan bir Tümülüs türü) bulunmuş ve bunların Hun prenslerine ait olduğu belirlenmiştir.

tümülüs-kazısı

Tümülüs (Kurgan) mezarından bir örnek

Hun prensleri genellikle yüksek dağlara gömülmekteydiler. Mezarın dış kısmı piramid şeklinde taş ve toprakla yükseltilmiştir. Noyun-Ula Dağlarında bulunan mezarlardan başka Orta Asya’nın birçok bölgesinde buna benzer kurganlar bulunmuştur.

Tümülüs, bir mezar tepesidir. Soylu bir kişi için yapılan taş mezarın yerinin belli olması için üzerine  toprak yığılarak külah biçimli bir tepe oluşturulur. Genellikle toprağın akmaması için killi topraktan yararlanılır. Dolayısıyla höyüklerden farklı, bir yerleşim dolgusu değil, altında bir ya da birden fazla mezar olan bir anıt yapıdır. Tümülüs geleneği Anadolu'ya Avrasya steplerinden Trakya üzerinden geldiği için, en yaygın olarak Trakya'da görülür. Ancak Batı ve Orta Anadolu' da ve daha ender olarak Doğu Anadolu'da da tümülüslere rastlanır.

Tümülüs geleneğinden bin yıl kadar daha eski olan mezar tepeleri, genellikle "KURGAN" ya da farklı dolguları nedeniyle ''TAŞLITEPE" olarak adlandırılırlar. Bunların içinde tümülüsteki gibi taştan yapılma bir mezar odası değil, genellikle toprağa açılmış ahşap mezar odaları bulunur. Tümülüslerin yüksekliği ve büyüklüğü de, onu bırakan kültürün gücü ile bağlantılıdır. 50 m'yi bulan yükseklikte tümülüsler olduğu gibi, birkaç metre yüksekliğinde alçak tümülüslere de rastlanır.

Anadolu'nun en görkemli tümülüsleri arasında, Yassıhöyük Gordion'daki Kral Midas Mezarı olarak adlandırılan tümülüs gelmektedir. Tümülüsler bazen tekil, bazen de onlarca tümülüsün bir arada bulunduğu "Tümülüs mezarlığı" şeklinde olabilirler. 

 Alp’in yaşamında ve ölümünde ona en yakın olan varlık atıdır. Aynı zamanda At şamanı yer altına taşıyan canlıdır. Eski Türk Alpleri savaşa giderken, atlarının kuyruklarını keser ya da bağlardı. Bu bir yas alametiydi. Alplerin atlarının kuyruklarının kesilerek mezara konmalarının nedeni budur. Mitolojiye göre at, ölümün ve sezginin sembolüdür, gökyüzünde ve yeryüzünde yeri vardır. Tanrıların insanlara yardım etmesi için onun varlığı gerekmektedir. Öte âlemi temsil eden bir hayvandır. Bu nedenlerle genellikle ölen kişiler atlarıyla gömülmüşlerdir. Türkler ölen kişinin, mezara konulan ata binerek öte dünyada istediği yere gidebileceği inancını taşıdıkları için, ölü ile atını birlikte gömmüşlerdir. Oğuzlar, cennette binecekleri atlarının kendileriyle gömülmesini istemişlerdir. Bazen de atı öldürmeden, kuyruğunu keserek mezara koymuş ve atı serbest bırakmışlardır.

          Bunun yanında ölüm olayında, yas alameti sayılan saç kesme âdeti de yaygınlık göstermiştir. Kimileri ise, atın kesilen kuyruğunu mezara koymuş, “BAYDARA” denilen içi doldurulmuş atı mezarın üzerine dikmişlerdir. Bunların yanında kimi yerlerde geyikler de ölü ile gömülmüştür. Göktürklerde de Hunlarda olduğu gibi mezar üzerine dikili direğe at ve koç-koyun kurbanlarının başları asılmıştır. Bu gelenek Türkmenistan’ın NOHUR BÖLGESİNDE hala devam etmektedir. Eski Türklerde mezarlara bayrak asma geleneği de vardır. Bu gelenek, özellikle evliyaların ve büyük kişilerin mezarlarında Anadolu’da da görülmüştür. Mezarlara bazı Türkler bayrak veya bez asmışlar; daha eski Proto-Türk geleneklerini saklayan Türkler ise, at perçemli tuğlar asmışlardır. Türkler öldükten sonra, yeryüzündeki hal ve hareketlerine göre ruhlarının, yeraltına ineceğine ya da göğe yükseleceğine inanırlar. (Günümüzde de şehitlerin mezarlarına bayrak asılmaktadır.)

            Göktürk inancına göre, ölen kişinin ruhu kuş olup uçardı. Bu yüzden mezar taşları üzerinde kullanılan HAYAT AĞACI sembollerinin üzerinde ruhları simgeleyen kuşlar vardır. “ÖLDÜ” yerine “UÇTU” nun kullanımı ORHUN YAZITLARI’ nda “Babam kağan uçup gitti”, cümlesinde görülmektedir. Ölüm sonrası hayata inanan eski Türklerde, kırmızı toprak boya, ritüel (ayinle ilgili) anlamında, hayatın simgesi olarak kabul edilmiştir ve kanı ifade eder. Türkler haricinde birçok toplumda da görülen cesedin üzerine kırmızı toprak serpiştirmek, ölünün diğer dünyada hayat bulmasını sağlamak amacını taşır. Anadolu’yu fetheden Türkler, bir taraftan eski mezar geleneklerini devam ettirirken, bir taraftan da coğrafi ve tarihi faktörlerin tesiri ile bir takım mahallî tipler meydana getirmişlerdir.

İslamiyet’te mezarların üzerine taş dikmek, isim yazmak, ağaç dikmek yasak değildir. Fakat süslü ve dikkat çekici mezarlar yapılması hoş karşılanmamıştır. Buna karşın, Müslümanlığı kabul etmiş Anadolu halkı, mezarların üzerine çeşitli desen, resim, sembol, ölenin ölüm nedeni, sürdürdüğü hayatı ile ilgili bilgileri işlemişlerdir.

             Hayat ağacı, Tük Mitoloji ve Kozmoloji geleneğinin devamı olan bir semboldür. Mezar taşlarında bu ağacı sembolize eden motiflere çok sık rastlanır. Tarih ve kültür değeri olan mezarlıklar ve mezar taşları, atalarımızın bize miras bıraktığı önemli inanç merkezleridir. Türkler Orta Asya ve Anadolu’da, tarih, sanat ve kültür değeri olan sayısız mezar anıtları ve taşları yapmışlardır. Mezarlıklar ve mezar taşları, bir şehrin SOSYO-KÜLTÜREL ve ETNOGRAFİK olarak açıklanmasında da önemli bilgiler verir. Eski Türklerde görülen mezar üzerine çeşitli semboller işlenmesi de Anadolu mezarlarında görülmektedir. Hatta bu semboller içinde, eski dini inançlarda kutsallık kazanmış nesnelerin motiflerine rastlanır. Mezar taşlarındaki sembollerde, Şamanist Türklerde de varlığı tespit edilmiş bütün kutsal motifler ve damgalar, hayat ağacı, çeşitli kuşlar, hançer, kılıç, kalkan, tüfek, müzik aletleri, rozetler, Ay- Güneş ve diğer astrolojik simgeler yer almaktadır.

Orta Asya mezar taşlarında görülen ve Şaman davullarına çizilen rozetler de yine ayı, güneşi ve kâinatı temsil eden kutsal sembollerdir. İslamiyet, mezarlıkların ritüel(ayinle ilgili) ayin yeri gibi kullanılmasını, hoş karşılamamaktadır. Ancak günümüzde mezarlıkların özellikle dilek dileme yerleri olarak kabul edilmesi, Anadolu’da sıkça görülen bir anlayıştır. Bu, eski Türk inançlarının günümüzdeki izleridir. Söz konusu eski inançlar, zaman içinde kabul edilen inançlarla birleştirilmiş ve yeni dinsel varyantlar türetilmiştir.

            Türklerin mezar taşları, gök direkleri, obalar, bengü taşlar, kutlu ağaçlar ve bunların etrafında gerçekleştirdikleri ritüeller, arkaik inançlarının izlerini taşımaktadır. (Arkaik inanç nedir?   Basta Antik Yunan ve Mısır olmak üzere M.Ö: 6 ve 7 yüzyıldaki inançlardır.) Mezarlıklarda dilek dilemenin temelinde Şamanizm inancı yatmaktadır. Çünkü Tanrı ile iletişimi sağlayan, Tanrının Kapısına kadar uzanan yapılardır. Bu inançlar doğrultusunda insanlar kimi istekleri için mezarlara yönelik, ata ruhlarından yardım istemişlerdir. Mezarlıklar dilek yeri olarak kabul edilmiştir. Çocukları olmayan kadınların, mezarlıklarda dilek dileyerek bu isteklerine erebileceği düşüncesi ve günümüzde de görülen yatırlara gidilerek birçok konuda dileklerde bulunulması, bu inancın uzantısıdır. Türkler yerleşik hayata geçtikten sonra, kimi eski inançlarını yeni edindikleri din içinde de sürdürmüşlerdir.

             Günümüzde, Anadolu’da Gök direkleri, obalar, bengü taşlar, türbeler, mezarlıklar etrafında gerçekleştirilen ritüeller, eski inanç kalıntılarının günümüze yansımasıdır. Hurafe olarak nitelenen bu inançlar, her ne kadar boş inanç olarak telaffuz edilse de, eski inançlara bağlı olarak, toplumsal ihtiyaç haline gelmiş ve uygulama alanı bulmuştur. Türkler eski dinleriyle olan bağlarını asla yitirmemişlerdir. Ünlü dinler tarihi uzmanı Eliade’nın dediği gibi

“Hiçbir din yerinde bitmiş değildir”.

İslamiyet’i ya da başka dinleri kabul etmiş Türkler kültürel genlerinde saklı olan, yaşamlarının her safhasında yer alan inançları sürdürmüşlerdir. İslamiyet’in kabulünden sonra, görkemli mezar taşı dikme geleneğini kısmen bırakmışlardır. Fakat yerleştikleri bölgenin coğrafya, kültür ve inanç geleneklerinden etkilenerek yeni tarzlar ortaya çıkarmışlardır.

*

ELBİSTAN’IN TARİHİNDE KAYIP OLAN GANELER(ÇEŞMELER)

 

Su her şeyin ana kaynağı ve hayatın vazgeçilmez bir ögesidir. Su eski ve yeni tüm medeniyetlerin temelidir. İşte bu yüzden insanlığın geleceği suda olup, kalkınma ve barış için su kaynakları adaletli şekilde kullanılmasına bağlı olduğunu çok iyi bilelim.

Elbistan; sular şehri olduğundan dolayı, bir çok medeniyete ve savaşlara ev sahipliği yapmış olup, büyük bir tarihsel zenginliğin mekanı haline gelmiştir.

Eski dönemlerde bugünkü gibi su şebekesi olmadığı için, bölge içme su ihtiyacını kuyulardan ve kaynak sularından temin etmekte idi. Yöre çeşitli medeniyetlere sahne olmasından dolayı çeşitli şekillerde içme su sistemleri kurulmuş olmasına rağmen istilalar ve savaşlar sırasında yok olmuşlardır. Bu yüzden de medeniyetler tarafından sık sık şebeke yenilemeleri yapılmıştır. Eğer bu şebekeler günümüz insanları tarafından değerleri biline bilseydiler, Elbistan’ın tarihine katkıda bulunacak olan bu arkeolojik değerde ki bu kalıntıların yok olmasına izin verilmezdi. Özellikle çeşmeler, en az 1500-2000 yıllık kalıntıları ile büyük tarihi değerler taşıyorlardı. Çünkü yıkılan medeniyetin yerine gelen, yeni medeniyette hemen hemen aynı güzergâhı kullanarak yeni yeni çeşmeler inşa ediyorlardı. Maalesef kültür talancıları tarafından günümüzde yok edildiler ve şehrimizin binlerce yıllık sessiz şahitleri olan bu ganeler hafızalarını alarak, bilinmezlere karıştılar. 

Gelelim bulabildiğimiz ve ulaşabildiğimiz dokümanların son haline: 1800 yüzyılları ortalarında 27 yıl boyunca Elbistan’da Müsellemlik yapan, Karabekirlerin Hacı Ahmet Ağa, Elbistan’ın içme su ihtiyacını gidermek için, Dulkadırlı döneminden kalma su şebekesini geliştirerek şehrin su ihtiyacını gidermiştir Bu iş için şöyle çalışma yapmıştır. (Burada Müsellimlik sözcüğün üzerinde biraz durmak lazım, Müsellimliknedir ? Teslim eden, veren Osmanlı İmparatorluğunda vilayet teşkilatları yapılıncaya kadar Eyalet bölümleri olan yerlerde memur veya bir vali adına iş gören kimsedir.  Yine bunlar tarafından kazanın vergisini tahsil için gönderilen memurlara da “ Müsellim” denirdi. Bu müsellimler ayrıca da asayişten de sorumlu olurlar. Daha sonraki yıllarda idari yapılanmada müsellimlikler kaldırılarak müdürlüğe dönüştürülmüş ve sonra da bu unvan kaymakamlığa çevrilmiştir.)   

Ketizmen (Taşburun) köyünde (şimdi Elbistan’ın mahallesi) Şırahbillerin bahçesinin içindeki pınar ve Altın Ahmet mevkideki Alicik Pınarı, ayrıca Taşoluk Pınarı’nın sularını şehre getirmek için PÖHREK adı verilen boruları (Küp yapımında kullanılantopraktan yapılan silindir biçiminde olup 50-60 cm uzunluğunda iki ağızı açık borulardır.) birbirine kenetleyerek suyun şehre gelmesini sağladı.(günümüzde şu an evlerimize kadar gelen borulardan daha sağlıklı ve daha hijyendir. Suyu pınarın gözünden aldığı şekilde ganelere(çeşmelere) ulaşmasını sağlamaktaydılar.)

Burda boruları birbirine kenetlemek için kullanılan katkı maddesinin yapımı da oldukça ilginçtir. Yapımı da şöyledir: Davar iç yağı, saç kılı, kireç, karıştırılarak kaynatılır elde edilen bu bulamaca LÖGÜL adı verilir. Bu kenetli kısımlara sürülerek yapıştırıcı vazifesi yapar su sızmasını önler. Bu şekilde şehrin belli yerlerine çeşmeler(ganeler) yerleştirilerek halkın su ihtiyacına cevap verilirdi.

Bu Ganeler Şehrin Şu Bölgelerinde Yer Almaktadır

Kızılca oba mahallesin de iki adet gane bulunmakta; biri eski KIZILCAOBA CAMİİ yanında, diğeri ise Yüceler denilen ailenin oymağında bulunuyordu.(ileri yıllarda yeni pöhrekler eklenerek mahallenin birkaç yerine daha gane yapıldı)

Köprübaşı Mahallesi’nde Kıbrıs Meydan’ında bulunan DARP-I KAPI CAMİİ’nin yanında bir gane vardı, buna ayrıca Müftülerin Ganesi’de denirdi. Bu bölgede ikinci ganede Selçuklu Hamam’ın yanında bulunurdu adı Hamam Ganesi idi. Bugünkü Candargazi Pasajı ile Sırrı Yinanç parkının arasıdaki yolun başında bir gane vardı, bu ganenin yanında Çardak Camii bulunurdu, bu camiiye KÜÇÜK MAMETCAMİİ’side denilmektedir. Bu caminin altında kasap, fırın, bakkal, dükkânları mevcuttu.

Diğer bir ganede eskiden Camcı Şakir’in dükkânının yanında bulunmakta, yani Çarşı Camii’nin batı kısmına idi. Bugünkü Güneşli Camii’nin kuzey doğusuna ve eski Sefa Market’in (şimdi Çarşı Market’in) karşısına düşen GÖKSOKU Camii’nin önünde bir gane mevcuttu. Ceyhan mahallesinde Münir Baskı’nın evinin havlusunda bir gane vardı. (şu an bu evin yerinde büyük bir mobilya mağazası vardır) Ayrıca ÜMMET(HİMMET) BABA Camii ’sinin yanında da bir gane bulunmakta idi, buna da cami ganesi denilirdi.

Bu ganelerin hizmet verebilmesi için yaz – kış bakımları çok önemli idi. Onun içindir ki ciddi şekilde parasal kaynaklar gerekliydi. Yöre yöneticileri memleketin can damarı olan bu konuyu akıl dolu bir şekilde çözmüşler. Bu ganelerin bakım ve onarımla ilgili bir vakıf kurarak, bu konuya köklü çözüm getirmişlerdir. 

Bu ganelerin bakım masraflarını karşılamak için, Belediyenin Halk Ekmek Fabrikası’nın yeri ve çevresinde yedi adet su değirmeni bulunmakta idi (bunlara Köprübaşı’nın Su Değirmenleri denir. Ceyhan Nehri’nin büyük bir bölümü bu değirmenlerin altından geçmekteydi. Güzelliğini burada ki sözcükler anlatmaya yetmez. Daha sonra ki yıllarda şehir merkezine gelen büyük bir sel tarafından sürüklenerek Ceyhan Nehri’ne karışmışlardır.).

Bu değirmenlerinin kazancı ganelerin ve pöhreklerin bakımına finansman edilmiştir. Bunlardan başka fırın, leblebici dükkânı ve köşkerler ve demirciler çarşısında 27 adet dükkânın kira gelirleri de bu oluşturulan vâkıfa devredilmiştir. Böylece su şebekesinin bakım hizmetini eksizsiz bir şekilde sağlanmış olunuyordu.

Bu su şebekesi Elbistan ‘ın yıllarca su ihtiyacına cevap vermiştir. Günümüzde de izlerine az da olsa rastlamak mümkündür.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adnan GÜLLÜ Arşivi