Mustafa OKUMUŞ

Mustafa OKUMUŞ

Çözümsüzlük

 

Çözümsüzlük ne ki: Aklın, düşüncenin, atılımın ve üretimin önünü tıkayan, engel. Çözümsüzlüğe tutsak olmak, özgüveni yitirmek, umutsuzluğun olumsuzluğuna baş eğmek, kaderi yanlış yorumlama algısına tutsak olmak. Bütün bunlar, Tanrı’nın insana tanıdığı ayrıcalıkların bilincine varamama ve onları  yanlış  kullanma, anlamına  gelmez  mi?

Oysa, Tanrı  insanoğluna  akıl  ve  sevgi gibi kutsal iki temel nimet vermiş. Bunları yeterince algılayıp, benimseyerek, kişiliğimize sindirdiğimiz zaman, çözemeyeceğimiz sorun, aşamayacağımız  engel  yok  diye  düşünüyorum.

Düşünmek, algılamak, yorumlamak, analizler  yapmak  ve sentezlere varmak, çözümsüzlüğü çözen güç işte. Evrensel boyutlu bu değerleri,bireysel ya da toplumsal boyutta neden kullanamıyoruz? İşte sorun burada boy verip,gelişiyor. Bizi umutsuzluğa, karamsarlığa taşıyor. O zaman çözümsüzlük aşılması güç bir engel olup, büyüyor büyüyor, kafamızda. Kendimizi çıkmaz sokağın çıkmazına tutsak ediyoruz. Daha baştan yenilgiyi kabulleniyoruz, teslimiyetçi bir yaklaşımın içine itiliyoruz, daha da kötüsü kader kabul ediyoruz çözümsüzlüğü. Girişimsiz, atılımsız ve üretimsiz bir ortamın tutsağı olup, çıkıyoruz.

Oysa yaşam atılım, devinim, üretim ve risktir. Kaplumbağa, kaplumbağa iken, ancak başını çıkardığı zaman yürüyebilir. Tolstoy, “Unutma ki ağzında bal olan arının, kuyruğunda  iğnesi  vardır.” der.

Korku, tehlike var diye riski göze almazsak, bu kez de durağanlığın riskini taşımaz mıyız? Durağanlığın atılımsız, üretimsiz, heyecansız, mutsuz çıkmazında yaşama sevincimizi yitirmek yerine; atılımın, üretimin riskini, heyecanını, umudunu diri  tutmak,  geleceğe  taşımak, daha iyi değil mi?

Her çözümsüzlüğün kesinlikle bir çözümü vardır: Elindekiyle  yetinmemek, olanakları kullanarak, daha iyiye, güzele, yönelmek, aramak, bulmak, denemek, üretmek insanoğlunun bitip tükenmeyen etkinliği. Buna sahip olmak, sonuna kadar kullanmak, insan olarak donatılmanın bir gereği, sorumluluğu diye  düşünmemek olası mı? Aksi, uygarlığı geliştirip, bu günlere taşıyanlara saygısızlık olmaz mı?

Çözümsüzlüğe boyun eğip, üretimsiz yaşamak insan onuruna ters düşmez mi? Bu çıkmazda nasıl iç erincini duyar, nasıl  mutlu  olabiliriz?

Her başarı, bir zoru  yenmekten  geçer,  kuşkusuz.  Kolaylık  ne ki?  Düşünceyi de gönlü de körleten bir çıkmaz. Oysa zoru yenmek, düşünceyi de gönlü de geliştiren bir ivme. Öyle diyor, Ataç. Bir Demosthenes örneği var, çözümsüzlüğün çözümüne: Demosthenes, eski  Yunan’da kekeme bir insan. İyi bir hatip olmak ister. Ancak o kekeme. Bu olumsuzluğa karşın, umutları hep diri. Sahile iner, çakıl taşlarını  ağzına alıp, sahili döven dalgalara nutuk çeker. Yılmadan bu işi aylarca sürdürür. Sonunda kekemeliği yener, dili açılır. Artık o başarılı bir hatiptir. Konuşmalarıyla halkı peşinden sürükler. Sonunda Atina’nın en saygın kişileri arasında yer alır. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Nice dilsiz, âma  ya da beden arızalı kişiler vardır. Çözümsüzlüklerine çözüm  bulan, yaşamı  güler yüzle karşılayan, çevreleriyle bölüşüp, mutlu olan, diğer organlarını geliştirerek, üreten, el açmayan, onurlu  bir   yaşam  süren.

Oysa tüm organları sağlam olduğu halde, özgüvenlerini yitirmiş,  çözümsüzlüğe boyun eğmiş, onu kader saymış, insanların  sayısı  hiç  de  az  değildir.

Unutmayalım ki; çözümsüzlüğün alanı, koşulları ne olursa olsun, çözümü vardır. Aksi,insan doğasına aykırıdır. Ya da, o doğaya yabancılıktır. Bunların, yukarıdaki örneklere bakmaları yeter,  çözümsüzlüğe  başkaldırmaları  için,  değil mi?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa OKUMUŞ Arşivi