Ahmet Doğan İLBEY

Ahmet Doğan İLBEY

Bir İslâmcıyla Bir Türkçünün Ahlâk Anlayışından Hangisi Millî?

 

 

Müslüman Türklerin millet otoritesinin sarsılmasının birçok sebeplerinden biri de Türklüğü bir asırdır Batılı laikçi zihniyetle tarihî vasıflarını eksilten sözde Türkçü temsilcilerdir. Türkiye’de bugün Türk adıyla meydana getirilen devlet ve “ulus”  yapısının Müslüman Türkleri İslâmî mânasınca millet vasfından geri düşürdüğü aşikârdır.

“Türkçülerden” kastımız, Türk’ü modernist ve seküler zihniyetle inşa etmeye çalışan Türkçü / milliyetçilerin bütün türevleridir.  İslamî millet aidiyeti içinde Türk’ün ihyasına çalışanlar bu isimlendirmeden âridir.

Cumhuriyet’in başından bu yana Türkçülerin Türklere zarar verdiğini bir proje olarak öngördükleri Türklüğün Batılı zihniyetle inşa edilmeye çalışıldığını ve bu anlayışın Türkleri Müslüman millet bakımından güçsüz kıldığını söylediğimizde alınganlık gösterenlere ve idrakleri bir türlü açılmayanlara bu kez de bir İslâmcıyla bir Türkçünün “Ahlâk” üzerindeki görüş ve tartışmalarını takdim ederek, hangisinin tercih edilmesinin millet olmaklığımıza uygun olduğunu takdirlerinize sunmak istiyorum.   

 İslâmcı Babanzâde Ahmet Naim ve Türkçü Ahmet Ağaoğlu, İkinci Meşrutiyet’te

Cumhuriyet’in başında fikirleriyle iki ayrı akımın en dikkat çekici temsilcileridir. Bir İslâmcıyla bir Türkçünün ahlâk anlayışından hangisi millîdir? Sualin cevabını ararken “millî” kavramının “İslâmî” mânasına geldiğini unutmamak gerek. Bir İslâmcıyla bir Türkçünün ahlâk anlayışlarıyla karşı karşıya kalınca hangisini tercih edersiniz? Hangisi Türk’ün Müslüman millet olabilme gücüne güç katmıştır? Hangisi Türk’ün ahlâk anlayışını laik-pozitivist bir çizgiye çekerek İslâmî millet vecibelerini zayıflatmıştır?  

 Ahmet Naim, ahlâkın İslâmî temelli olmasını ileri sürerken, Ahmet Ağaoğlu “dinin” ahlâk üstündeki müeyyidesini kısmen kabul eder. Ağırlıklı olarak pozitivizmden tesir alan modern-seküler ve rasyonalizme dayalı ahlâk anlayışını savunur. Ahmet Naim Sırât-ı Müstakîm ve Sebîlürreşâd dergilerinde yazan bir İslâmcıdır. Ahmet Ağaoğlu da adı geçen dergilerde kısa bir müddet yazan bir Türkçüdür. Fakat Batılılaşmanın dayattığı bir aşamada görüş ayrılıkları baş gösterir ve Türkçülerin dergisi Türk Yurdu’nda rasyonal ahlâka sahip olması gereken Türk’ün “Ahlâk anlayışını” yazmaya başlar.

 Ağaoğlu daha sonra bu yazılarını  “Üç Medeniyet” adlı kitabına aldığı mâlûmdur. Ahlâk anlayışının dinî referanslı bir anlayıştan “kurtarılmasını” savunur. Paris’te rasyonalist Türkçü fikirlere sahip olan Ağaoğlu, modernist-liberal görüşleriyle Batı’yı bütünüyle iktibas etmek isteyen biridir. Ona göre dünyanın tanıdığı üç büyük medeniyet vardır: “1.Budha-Brahma 2. İslam 3. Batı. Budha-Brahma ve İslam medeniyetleri Batı medeniyeti karşısında yenilmiştir. Yenilenlerin, galipleri taklit etmeleri kaçınılmazdır. Öyleyse tutulacak yol bellidir: Batı medeniyetini bütün unsurlarıyla benimsemek…”

Ağaoğlu’nun Batıcı-Türkçülüğü “Batı’nın yalnızca fen ve ilmini almakla” değil, Batı’nın rasyonal ahlâkını da olduğu gibi almakla da ilgilidir. “Üstünlüğün Batı medeniyetinin bütününe, zihniyetine, ruhuna, kafasına, dimağına ve kalbine ait olduğunu” söyler:

 “Bir medeniyet zümresi bölünemez bir bütündür, parçalanamaz, süzgeçten geçirilemez. Galibiyet ve üstünlüğü kazanan onun bütünüdür. Yoksa ayrı ayrı filan ve yahut falan kısmı değildir. Avrupa sahasında ilim ve fen başka çevrelerden ziyade gelişiyorsa, bunun sebepleri o çevrenin bütününde aranmalıdır. Bugünkü Avrupa ilim ve fenni doğrudan doğruya kendi şartlarının ve genel unsurlarının bir eseridir. Başka bir şey değildir. Batı, hayatın bütün alanlarında bizi geçmiştir. Kurtulmak, yaşamak, varlığımızı devam ettirmek istiyorsak, hayatımızın bütünüyle; -yalnız elbiselerimiz ve bazı müesseselerimizle değil- kafamız, kalbimiz, görüş tarzımız, zihniyetimiz ile de ona uymalıyız. Bunun dışında kurtuluş yoktur.”

TÜRKÇÜ AĞAOĞLU: “DİN İLE AHLÂK BİRBİRİNDEN BAĞIMSIZDIR”

Ağaoğlu’na göre ahlâk, “ferdin ve toplumun yararını gözetmektir. Ahlâk kanununun temeli akıl, kamuoyu ve ihtiyaçlardır. Dinin ahlâk üzerine tesiri sınırlı ve zayıftır. Din ile ahlâk birbiriyle uyumlu olmakla birlikte birbirinden bağımsızdır; biri diğerinden türetilemez. Çünkü din, sadece inanç ve ibadetlerden ibarettir. Ahlâkın dinden bağımsız bir şekilde; akılla ve kamu vicdanı ile temellendirilmesidir.”

 Ahmet Naim’e göre ise ahlâk, “Allah’ın emrine uymaktır. Ahlâk kanununda belirleyici olan dindir. Ahlâk dinin bir parçasıdır; din, ahlâkın ilk ve tek kaynağıdır. İyi ve kötü değerlerinin belirleyicisi dinin emir ve yasaklarıdır. Müslümanların kadere olan inançları,

onların amel ve niyetlerinin ahlâkî değerini eksiltecek mahiyette değildir. Ahlâkî fiiller, insanın cüzî ve Allah’ın küllî iradesine bağlı, sorumluluk ise sadece cüzî iradeye bağlıdır. Amelî ahlâk, nazarî ahlâkın ortaya koyduğu konu ve kanunların uygulamaya konulma ve bunların fert ve cemiyet tarafından tatbik edilme şekillerinden bahseder. Ancak teorik ve pratik ahlâkın sınırlarını ve konularını kesin çizgilerle birbirinden ayırmak mümkün değildir.

Ferdî Ahlâk: Ferdin kendi içi dünyası ile olan münasebetlerinden doğan davranışlar ile ferdin Allah ile ilişkilerinden doğan davranışları konu edinir. İçtimaî (Sosyal) Ahlâk: Başkalarına karşı sorumluluklarımızı ele alır. Aile ve cemiyet ahlâkı şeklinde alt bölümlere ayrılmaktadır.”

AHMET NAİM: “İSLÂM AHLÂKI YETERLİDİR”

Ahmet Naim, Kur’ân ve Sünnet’te yer alan İslâm ahlâkı, ferdî ve sosyal hayatı idame ettirmek için yeterlidir.  İyi bir din ve ahlâk eğitimini şart koşar. iyi bir terbiye için okulların ve ailelerin yanı sıra, sohbetleriyle halkı faziletli olmaya davet eden kimselerin sözlerine kulak verilmesini; vaizlerden yararlanılmasını, dile getirir. Nasihatlerin ahlâk eğitiminde kullanılmasını gerekli görür. “Hürriyet, eşitlik gibi Batı’dan ithal edilen değerler adına kadınların kışkırtılmasını zararlı” bulur. Ona göre, “zaten doğru bir İslâm anlayışında her ferd cinsiyet, statü ve imkânları nispetinde hak ve görevlere sahiptir. Kişinin huylarını, terbiyesini, ahlâkını en iyi şekilde kemale ulaştıran; en mükemmel mürebbî Allah’tır.” Bu konuda Hz. Peygamberimizin ahlâkî eğitimini örnek verir. “İlâhî terbiyenin sadece Hz. Peygamberimiz için değil, dinî naslar vasıtasıyla bütün insanlar için gerekli olduğunu” ifade eder. Ona göre “çocuğun eğitiminde öncelikle aile tesiridir. Ailenin davranış kalıpları çocukta derin izler bırakır. Kişi önce ailenin kuralları üzerinde ortaya çıkar, onların ahlâkıyla ahlâklanır. Ferd ahlâkî bir kimlik kazanabilmek için sorumluluklarını da bilmek zorundadır. Vazife, emir ve yasaklar her şeyden evvel, sadece Allah rızası için yapılır. Haddizatında bir Müslüman’ın da böyle olması gerekir.”

AĞAOĞLU: “AHLÂK, RASYONEL VE OBJEYE UYGUN OLMALIDIR”

Ağaoğlu ise Avrupa’nın rasyonal ahlâk prensiplerinden hareketle “İnsanların bir arada yaşamaları zorunludur.” diyerek “ rasyonal ahlâk prensibi olan “Zarûriyyun” ahlâkının lüzumu üzerinde durur. “Çünkü insan âcizdir. Bu âcizliğini diğer insan ve varlıklarla kurduğu münasebetlerle giderebilir. Toplum hayatında insanın hem cinsleriyle ve diğer varlıklarla münasebetlerini düzenleyen birtakım kurallar vardır. Hukuk, din, ahlâk, örf ve âdet kuralları bunların başlıcalarıdır. İlişkileri düzenleyen kurallar ne kadar rasyonel, objesine uygun ve dinamik olursa toplum da o derecede sağlıklı ve mutlu olur.”

 Ahmet Naim, ahlâkın sosyal çerçevesinde İslâm’ın ahlâk prensiplerinin yeterli olduğunu dile getirir. Sosyal düzeni ve ahlâkı temin eden kaideleri tesbit ederken, İslâm’a aykırı olan ahlâk anlayışlarını kabul etmez. 

Ağaoğlu ise “ferdî ve sosyal ahlâk için topluma yol gösterecek ve heyecan verecek tarzda edebî eserlerin olmadığını, bu sahada yetersiz bir durumdayız. İkinci Meşrutiyetin ilanına kadar gerek medreselerde gerekse okullarda ahlâk namına okutulacak bir kitap yazılmamış olduğu gibi, edebiyat ve basın sahasında da konuya ait önemli bir eser yazılmamıştı ve yazılamazdı” diyor. Ona göre ahlâk adına “çocuklara ve gençlere verilecek kuru bilgilerden ziyade, onların ruhlarına ve kalplerine hitap edecek hikâyeler içine serpiştirilmiş tarzda ahlâkî öğütlerin verilmesi” gereklidir. “Esopos’un, Lafontain’in, Crilof’un fabllarına benzer eserlerin dilimizde, hatta dahil olduğumuz İslâm medeniyeti içinde bulunmayışına” hayıflanır.  İslâm medeniyetinin geri kaldığını iddia eder. “Gülistan ve Bostan” ile “Şeyh Sâdi’nin prensipleri İslâm medeniyet zümresinin ferdî ve sosyal hayatının bir çeşit özeti mesâbesindedir. Bu prensipler yüzyıllar boyunca İslâm toplumlarında hüküm sürmüş, hayatın çeşitli sahalarında tesirli olmuştur. Tebaa, padişaha karşı mutlak itaat, mal, can ve hatta ırz fedakârlığıyla mükelleftir. Fakat padişahın halka karşı hiçbir sorumluluğu yoktur. Bütün hukuk ve hak onda, bütün vazife de halktadır. Maalesef Şeyh Sâdi’nin hükümdarlık, hükümet ve devlet felsefesi hakkındaki fikri budur. Sadi’nin tavsiye ettiği kanaat, iktisatçıların tavsiye ettikleri

tasarruf /sermaye birikimi değildir. O, bütün Doğu toplumlarının fiilî olarak uyguladıkları fakirliği ve ihtiyacı, bir ideal ve bir mefkûre haline koymaktadır. Ona göre, çalışıp zengin olmak ve başkalarını da servetinden faydalandırmak, iş ve sermaye ile genel zenginliği artırmak, doğru yoldan çıkmaktır ve manevî bir suçtur.”

AĞAOĞLU, AVRUPA AHLÂKINI SAVUNUYOR

Ağaoğlu’nun fahiş derecede yanlış bir bakış daha var ki, Türklerin millet olmasına çabalayanlar bu düşüncelere uzak durması ve kanmaması gerek: “Cemiyet içinde yaşayan fertler, birlikte yaşamanın neticesi olarak, ister istemez kendi hemcinsleriyle ilgilenmek, onlara karşı belli bağlarla bağlanmak zorundadırlar. İşte Sâdi ve diğer bütün filozoflar bu bağları dikkate almayıp; sanki insanların tek başlarına yaşadıklarını düşünmüşlerdir. Dolayısıyla İslam edebiyatında sosyal ahlâka ait hiçbir ciddi eser ortaya çıkmamıştır.”

Ağaoğlu, Türkler adına Türkçülük yaparken Avrupa kafası ile bakıyor. Türklerin Anadolu’da sosyal ahlâkın dünyada en sistemlisini kurduklarını göz ardı etmiş. Türklerin sahip olduğu ahlâk ve sosyalliğinin Yesevî’den Yunus’a, Hacı Bayram Veli’den Mevlâna’ya erenlerin, dervişlerin ve âhilerin misyonları olan İslâm tasavvufu ve dergâh ahlâkının içinde meydana geldiğini hiç dikkate almamış. Bununla kalmaz, Batılı bir sosyal ahlâk temelinde çağdaş kadın hürriyetinden ve ahlâkın rasyonal olmasının faydalarından bahseder. “Fert hür olmalıdır.” Kadın haklarını da bu çerçevede ele alır. Kurtuluş ve ilerlemenin yolu, özellikle iki önemli meselenin çözülmesinden geçmektedir. “Kadın meselesinin ve alfabe reformunun çözülmesine bağlıdır. Bugünün Müslüman kadını, ancak serbest ve şuurlu bir anne, bir eş olmak şartıyla sosyal görevlerini faydalı bir şekilde başarabilir.”

Ahmet Naim’e göre ise, “Kadınlar sağlıklı bir toplumun temel taşıdırlar. Kadınları iyi eğitilmemiş ve ahlâksız olan toplumlar medenî dünyada yerlerini alamazlar. Kadınları yükseltmek için erkeklerin, kadınlara daha fazla hürmet etmeyi öğrenmeleri gerekir. Yoksa bazı matbuatımızın yaptığı gibi onlara ‘yükseliniz ve hürriyetini alınız’ diye âdâba aykırı tavırları tavsiye etmek, kadınlara hürmet değil, onların şehvet oyuncağı olmalarına hizmettir.” Kadınların sosyal statüsünü ortaya koyarken yine “İslam’ın bu konudaki emir ve yasaklarını” dikkate alır. “Kadına hürmet ona iyi bakmak ve hiçbir din ve kanunda örneği henüz görülmeyen şer’î hukuktan kendisini mahrum etmemektir.”

AĞAOĞLU: “AHLÂKIN ESASI DİN VE DEVLETİN AYRI OLMASIDIR”

Ağaoğlu, ahlâk’ın anlayışında “siyaset-hukuk-din-devlet münasebetlerinde Fransız türü laikçiliği esas alır. Lâik devlet düzeni ile din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasını savunur. “Millet hâline gelmiş bir toplumun yükselebilmesi için dinin, devlet hayatından ve topluma yön veren tüm kurumlardan çekilmesi gerekir. Aklın egemenliği prensibi ya da ilâhî olanın kamunun ve siyasetin dışına itilmesinin gerektiğini…” belirtir.

AHMET NAİM: “LAİK DEVLET CAHİLCE VE FAYDASIZ BİR İŞTİR”

Ahmet Naim, devleti yönetenlerin ve ulemanın, “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker”i uygulamada daha titiz olmalarını ister. Müslüman milletlerin son asırlarda geri kalmasında ümerânın ve ulemanın payının büyük olduğunu, ırk ve belli bir zümre esasına dayalı devlet şeklini zararlı bulduğunu, Meşrûtiyetin ilânından sonra hükümetin Genç Türklerin eline geçtiğini ve bunların ırk esasına dayanarak birçok yeni cereyandan istifade etmeye kalkıştıklarını, bunun faydalı olmadığını, Osmanlı devlet yapısından lâik devlet yapısına geçmek fikrini faydasız ve cahilce bir iş olarak gördüğünü, milletlerin refahının devletin yönetim şekline değil, yönetenlerle yönetilenlerin ahlâk ve terbiyelerine bağlı olduğunu, İslâmiyet’in yapısı din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasına müsait olmadığını ifade eder.

Görüldüğü üzere bir İslâmcıyla bir Türkçünün ahlâk anlayışlarından hangisi muteber ve millete şâmildir? Türkler olarak bu iki ahlâk anlayışıyla karşı karşıya kaldığımızda hangisini tercih etmemiz Müslüman milletliğimizi yekindirir? Türkler bir asırdır seciyesini istismar ve istimâl edenlere, yozlaştıranlara dikkat etmelidir artık.

----------------------------------

İLÂVE YAZI:

TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ K.MARAŞ ŞUBESİ’DEN FİKİR VE EDEBİYAT YÜKLÜ İKİ PROGRAM

Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şubesi şehr-i Maraş’ta fikrî ve edebî iki programı birden gerçekleştiriyor.

1. Program: TÜRKİYE YAZARLAR BİRLİĞİ 35.YIL FAALİYETLERİ / K.MARAŞ YAZAR-OKUR BULUŞMASI

Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şubesi Başkanı İsmail Göktürk ve Başkan Yrd. Hasan Ejderha ile KSÜ Kültür ve Medeniyet Topluluğu Başkanı H. Ahmet Eralp ve arkadaşlarının gayretleriyle yapılacak olan 35. Yıl Faaliyetler programı 13 Mayıs 2013 Salı ve 14 Mayıs 2013 Çarşamba günü KSÜ Cahit Zarifoğlu Salonu’nda yapılacak:

-Kahramanmaraş okur yazar buluşması ve imza günü 14 Mayıs 2013 günü KSÜ’de gerçekleştirilecek. Birliğin kurucusu ve Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan önderliğinde yirmiden fazla yazar ve şube yetkililerinin katılacağı programda K. Maraşlı merhum şairler (Erdem Bayazıt, Abdurrahim Karakoç, Cahit Zarifoğlu) anılacak. Programın takdimini usta sunucu Mostar Gençlik Grubu K.  Maraş Temsilcisi Mehmet Yaşar yapacak: 

–Heyetteki şairler ve mahallen katılanlar şiirlerini okuyacaklar.

-Halk hikâyesi ile modern hikâyenin terkibini kuran merhum hikâyeci Şevket Bulut hikayeciliğini T. Yazarlar Birliği Şeref Başkanı D. Mehmet Doğan anlatacak.

-K. Maraşlı merhum hikayeci ve romancı Kadir Tanır’ı hatırlama konuşması yapılacak.

-Yaşayan Yazarlara Saygı: Türkiye’nin usta şairi, Türk şiirinin aksakalı Bahaettin Karakoç hakkında “Şiirimizin Çınarı” başlığı altında konuşma yapılacak. Konuşmalar yanında şairin şiirleri kendisi ve Mehmet Yaşar tarafından okunacak.

-TYB’nin 35 yılı fotoğraf sergisi

------------------------------------

2. Program: “İSLÂM MEDENİYETİNE DOĞRU BÜYÜK DOĞU / NECİP FÂZIL”

Türkiye Yazarlar Birliği K. Maraş Şube Başkanı KSÜ öğrt. gör. İsmail Göktürk’le, İnternet Dergisi Fikir Teknesi’nin sahibi ve Editörü yazar Haki Demir’in birlikte hazırladığı 18 Mayıs 2013 Cumartesi günü saat: 20.00’de Necip Fâzıl Kültür Merkezi’nde yapılacak olan programı Mostar Gençlik Grubu K. Maraş Temsilcisi  Mehmet Yaşar sunacak.

 “İslâm Medeniyetine Doğru Büyük Doğu / Necip Fâzıl” programı:

-Programı -Üstad’ın kendi sesinden Ayasofya Hutbesi

-Yusuf Kaplan: Necip Fâzıl, Öncü Kuşak ve Medeniyet Fikri

-İhsan Şenocak: Bir Keşf-i Kadîm Olarak Büyük Doğu ve Necip Fâzıl

-Haki Demir: İslâm Tefekkür Mecrasını Açan Adam Necip Fâzıl

-Oturum Başkanı: İsmail Göktürk

-Büyük Doğu-Necip Fâzıl Fotoğraf Sergisi: 17-18-19 Mayıs 2013

  (Alıntı: Habervaktim.com)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ahmet Doğan İLBEY Arşivi