A.Süreyya Durna

A.Süreyya Durna

“Yanar İçim Göynür Özüm”

Dokunuş

       Ölüm kaçınılmaz mukadderattır,

       Ne umut kapısı ne de murattır,

       Allah’ın takdiri hâsıl-ı kelam;

       Belki “beraat”tır, belki berattır.

                                                 A.S.D

       İlla da gariplerin ölümü!..

       İlla da sessizlerin, çaresizlerin, mazlumların ölümü!..     

       İlla da bir lokma ekmek için, çoluk çocuğunun “derd-i maişet”i için, muhannete muhtaç olmamak                için didin tırnak çalışanların ölümü!..

       Hiç kimsenin ruhu duymadan, derme çatma kulübesinde ya da metruk bir yerde ne dediği ve ne mırıldandığı bilinmeden ahirete gözü açık gidenlerin ölümü!..

       Cepleri karıştırıldığında beş on kuruşluk bozuk paradan, üzerindeki yırtık mintandan ve tabanı delik ayakkabıdan başka sermayesi bulunmayanların ölümü!..

       “Sekaratü’l-mevt” anında bir buruşuk kâğıda titrek elleriyle zoraki bir iki kelimelik vasiyet mukabilinde bir şeyler çiziktirenlerin ölümü!..   

       Kışın soğuğunda; ya bir izbe köşede, ya bir bankın üzerinde kaskatı kesilerek donanların ölümü!..

       Nasırlaşmamış yürek diliyle off ne acı bir durum, ne elim bir hadise!.. 

       Velâkin illa da şu imkânsızlığın girdabında, yerin metrelerce aşağısında kömür karasından sadece gözleriyle dişleri parlayan ve avuçlarında kömür tozuyla can veren baht-ı kara insanlarımızın ölümü?!.

       Dram, dram, dram!!!

       Hele de alın terlerinin karşılığında aldıkları yüz güldürücü bir ücret olsa… Değse emeklerine, hayatlarına, tehlikenin görünmeyen boyutlarına…

       Hiç değilse yılda bir kez şöyle aile fertleriyle doyası bir tatil yapsalar, güle oynaya bir geziye çıksalar…  Heyhat ki karanlık dehlizlerden ancak küle kömüre bulanmış cesetleri çıkmakta!..  Bir de ocaklarına düşen ateşin dumanı çıkmakta feryatla, figanla!.. Sonrada başlarından baretleri, ellerinden eldivenleri, ayaklarından çizmeleri çıkmakta/ çıkartılmakta!..

       Deyim yerindeyse, şahsen varsılların ölümüne öteden beri pek ilgi duymam. Hani halk arasında; “Fakir babası” derler ya, işte onların dışında lüksün, ihtişamın, debdebenin, haddi hesabı belirsiz servetin, paranın bolluğunda ölenlerin hali beni çok da ırgalamaz açıkça.

       Aksırıncaya, tıksırıncaya, çatlayıncaya değin; yemiş, içmiş, yaşamışlarsa….

       Üstelik yedi sülalelerine yetecek miktarda mal bırakmışlarsa... (Nasıl edinmişler ve nasıl bırakmışlar tamamen ayrı konu.)

       Bir elleri yağda, bir ellleri balda…

       Yedikleri önlerinde, yemedikleri arkalarında…

       “Hak” deyince et, “hık” deyince süt ganiliğinde ve süt banyosu keyfiliğinde hayat süren adamların hayatlarını yitirmeleri çok mu önemli sanki?.. Ulaşamadıkları ve erişemedikleri dünyalık ne kalmış ki? Ne diye ilgi duyacağım, ne diye üzüleceğim?

       Farz-ı muhȃl böyle bir imtiyaza malik Bay kalantorlarımız, havai adalarına sekreterleriyle tatile giderlerken uçak kazası geçirseler…

       Son model cipleriyle takla atsalar…

       İyotlu özel havuzlarında yüzerlerken kalp sektesiyle tanışsalar…

       Ya da kaçıncı metreslerinin cilvelerine, striptiz hareketlerine dayanamayarak heyecanlarına yenik düşseler…

       Hȃsılı kelam cartayı çekseler yani…

       Eh şimdi soruyorum, neresi dram bunun? Veyahut da neresi acıma hissinizi kamçılar? Mesela böyle birilerinin arkasından; “Vah, zavallı vah! Sağlığında bir gün görmemişti! Ömrü perişanlıkla örselendi!” diyebilir misiniz? Boğazınızda düğümlenmelerle tutar mı ağlamaklığınız?  Keza mahzunlaşır mısınız?

       Türkülerde bile; hüzün, hasret, gurbet, yokluk,  çile, türünden materyaller varsa, sizi alır bir yerlere götür. Tıpkı Karacaoğlan’ın; “Bir ayrılık, bir yoksulluk, bir ölüm!”  tasvirindeki gibi… Yoksa “tin tin tinimini hanım/ seni seviyor canım” basitliğinde bir ezgiyle sanmıyorum ki gönlünüzde fırtınalar kopsun ve hicranlar yaşansın… 

       İç burkulmalarında, çağrışımlarda; “uçak” sözcüğü ile “kara tren” sözcüğü aynı mı?

       Yavuklunun işlediği “Oyalı mendil”le, “peçete” sözcüğü aynı mı?

       Sıla kokan, özlem kokan “mektup”la “telefon” sözcüğü aynı mı?

       “Sandık, bohça, çıkın, heybe” sözcüğü ile “çanta” sözcüğü aynı mı?

       Değildir tabi.

       Demem o ki insanların hafızasına kazınacak ve özüne tesir edecek fonksiyonlar, fevkalade önemlidir. Belki de fıtrattaki fonksiyonel yapı bunu gerektirmektedir. O fıtri yapı değiştirilmeye kalkışıldığında, sunileşmenin ve savrulmanın kertesinde bocalama seansları baş gösterir nitekim.

       Ama hiçbir zaman, garibin ölümündeki müessir ve müteessir güç dengesine asla ulaşılamaz! Bu bağlamda gani rahmet diliyorum madencilerimize…

       Ruhları şad olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
A.Süreyya Durna Arşivi