Mükrimin Halil Yinanç’ın 60. Vefat Yılı Anısına

ANADOLUCULUK HAREKETİ MİLLÎ TARİHİMİZ ve MÜKRİMİN HALİL YİNANÇ

(22 Aralık 2021 günü K.S.Ü.’deki anma toplantısında yapılan konuşma metnidir.)

Altmışıncı vefat yıl dönümünde, İslâm ve Ortaçağ tarihçisi, özelinde ise Türk tarihinin Selçuklular devri ile meşhur, zamanın Ordinaryüs Profesörü aziz Mükrimin Halil Yinanç hocayı rahmet ve minnetle anarak konuşmamıza başlamak istiyoruz.

Özgün şahsî kütüphanesinin bağışlandığı K.S.Ü.’de bu yıl dönümü toplantısını düzenlemeleri dolayısıyla, Rektör Prof. Dr. Niyazi Can hocanın şahsında bütün emeği geçenlere teşekkür ediyoruz.

Anadoluculuk Hareketi ve Mükrimin Halil Yinanç

1921’den itibaren çıkan Dergâh dergisinde Anadolu’yu esas alan bir milliyet ve buradan doğması beklenen bir milliyetçilik cereyanının da temelleri atılmaya çalışılmıştır.

Yahya Kemal’in öncülüğünde yayımlanan dergide, bu anlayışın fikrî temellerini buluyoruz. Burada, Yahya Kemal’in Batıda okuduğu yıllarda etkisinde kaldığı Fransız düşünürlerini işaret etmek gerekiyor: Fustel de Coulange, Camille Julian ve Albert Sorel. Özellikle Camille Julian’ın, “Fransa’nın toprağı bin yılda, bir Fransız milleti yarattı.  sözünün kendisini “milliyetimiz ve vatanımızın oluşmasına dair dağınık düşüncelerden birdenbire, yeni bir istikamete sevk etti”ğini söyler.

Büyük şairimiz Yahya Kemal, milleti zaman bakımından da sınırlamak gerektiği düşüncesiyle, 1071’den bu yana Selçuklu ve Osmanlı asırları içerisinde bu toprakların da Anadolu, Rumeli ve İstanbul’da, sekiz-dokuz yüz yıl içerisinde manzarası, mimarisi, dili, devleti ve bütün medeniyetiyle yepyeni bir millet yarattığına inanır.  Bu değerlendirmenin, sadece bir tarih mütalâasından öte coğrafyayla ilişkilendirilen bir kültür ve medeniyet temellendirilmesi olduğu, bu anlamda başlı başına bir fikrî tez mahiyeti taşıdığı gözden kaçmamaktadır.

Mükrimin Halil Bey’e gelince; 1924’den itibaren yayımlanan Anadolu mecmuası, Dergâh dergisinden farklı olarak, meslekten bir tarihçi ile yola çıkar: Bu, Mükrimin Halil Yinanç’tır. Ona göre, Anadolu’ya göç edip vatan edinen Türkler, bu vatanda tutunmak için haçlı ordularıyla, Bizanslılarla mücadeleler yapmışlar ve katî olarak bu kıtada yerleşmişlerdir. Aynı zamanda ayrı bir devlet ve medeniyet vücuda getirmişlerdir. Bilahare, Selçuklu Devleti’nin yıkılışından sonra, Anadolu’da uzun müddet derebeylikler mücadelesi baş göstermiş ve iki asırdan fazla devam eden bu fetret devri, Osmanlı ailesinin (Yavuz Selim eliyle) meydana getirmiş olduğu millî birlikte son bulmuştur.  Millî birliğin kuruluşundan sonra, Anadolu Türkü’nün cihangirliği başlamış ve kısa bir zaman içinde üç mâ’mur kıtanın ekserisini istilâ etmiştir. Görülüyor ki, Osmanlı hanedanının hâkimiyet devrinde kıtaları fethedenler, Rumeli’ye geçip orada yerleşenler, Suriye’yi, Mısır’ı ve Berberistan’ı istilâ edenler Anadolu Türkleri’dir.

Mükrimin Halil Bey, milletimizin Anadolu’ya gelişi ve orayı fethedişi ile beraber başlayan tarihî maceramızı “Anadolu Türkleri’nin” macerası olarak kabul etmekte ve üç kıtaya hükmeden ruhun aynı milletin ruhu olduğuna inanmakta, orada yaratılan tarihin bir ve bütün sayılması gerektiğini bize izah etmektedir. 

Mükrimin Halil’in ardından Anadoluculuk hareketi büyük bir Arkelog da olan Remzi Oğuz Arık’la bile sınırlı kalmamış, sahalarında ünlü olan çeşitli dallardan edebiyat, bilim ve felsefe adamlarınca devam ettirilmiş; Necip Fazıl’lardan, Şevket Râşit Hatipoğlu’larından, Hıfzı Oğuz Bekata’lara, - bir dönem için de olsa – Ziyaeddin Fahri’lerden Mehmet Kaplan’lara, Hilmi Ziya’lardan Nurettin Topçu’lara kadar savunucu bulmuştur. Bunlardan üçünü  anmakla yetinelim: Necip Fazıl, R. Oğuz ve Nurettin Topçu.

“Genç şair”lik döneminde yazan Necip Fazıl’a göre «Türk, toprağı Anadolu’da sürmeye ve taş üstüne taş koymayı Anadolu’da yerine getirmeye başladı. Türk’ün ruhunu evlendirdiği imân ve ahlâk vâhidi, artık sabit kalacağı ve medeniyet fışkırtacağı yeri Anadolu’da buldu. ‘Devlet-i Ebed-müddet’ idealinin binek taşı Anadolu…” Bu ifadeler, onun bu tezi nasıl yücelttiğinin açık kanıtları.

Remzi Oğuz Bey, Coğrafya’nın nasıl vatan olduğuna dair görüşleri ve Coğrafyadan Vatana adlı eseriyle meşhurdur. Kendimize madde olarak menfaat temin etmediği zaman bile yoluna can verilebilecek toprak; işte vatan budur!” Peki, insanların, menfaatlerinin üstünde yoluna can verebilecekleri bu toprakta ne gibi unsurlar yaratılmıştır? Tek kelimeyle, hatıralar…  “İnsana yaşamanın değerini, tadını, mânasını, gayesini çizen hatıralar. Bunlar olmadıkça insanın toprağı vatan edinmesi,  imkânsızdır. Onun yoluna - kendi gönlü ile - can vermesi imkânsızdır. (…) Hatıraların yumağı: Buna tarih diyoruz.” Bu bağlamda o da Mithat Cemal’e atıf yapar:

“Toprakları toprak yapan üstündeki kandır,

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır.”

R. Oğuz’a göre, Türk milleti “Türk soyundan gelenlerle birlikte, bu soyun yarattığı kültürü benimsemiş, bu kültür hayatını benimsemiş, bu kadere katılmayı benimsemiş olanlardan meydana gelir.” (Bu anlamda, Sokullu Mehmet Paşa’yı örnek verir.) O sebeple milletimizi tanımlarken somut üç önemli unsuru dâhil ediyor: Tarih birliği, kader birliği, özellikle de vatan birliği.

Nurettin Topçu’ ya gelince, ona Anadoluculuk hareketinin hem sosyolojisini, hem felsefesini yapan adamdır, diyebiliriz.  Sosyolojik anlamda şöyle diyor: “Soy meselesini,  eski (ırkçı) sınıflamalardan kurtararak, bir coğrafya üstünde aynı medeniyet seviyesinde(ki) insanların, aynı tarihî devirlerde kaynaşmaları (…) şartı ile, böyle(si) bir soydan insanların aynı bir toprağın mukadderatı ile kaynaşarak bir iktisat hayatı içinde birleşmesinden, en saf demekten korkmayacağımız milletler doğuyor. Alman milleti, Fransız milleti, İngiliz milleti, İtalyan milleti gibi. Bunlar, bozulmamış ve şu anladığımız mânada karışmamış milletlerdir.”

Ve onun Yarınki Türkiye kitabının özdeyişi niteliğindeki felsefî yorumu: “Yarınki Türkiye’nin kurucuları, yaşama zevkini bırakıp yaşatma aşkına gönül verecek, sabırlı ve azimli, lâkin gösterişsiz ve nümayişsiz çalışan, ruh cephesinin maden işçileri olacaklardır (…) Ve onların eseri olan yarınki Türkiye, şu temellerin üstünde kurulacak: Anadolu’nun toprağından kaynayan bir kan, cemaat (topluluk) için harcanan emek, bin yıllık bir tarih, otoriteli bir devlet ve ebedî olduğuna inanmış bir ruh…”

“Ruhçu Anadoluculuk”un da önderi sayabileceğimiz Nurettin Topçu, Mükrimin Halil Bey’in Hareket dergisinde üç makalesinin toplandığı Millî Tarihimizin Adı diye çıkarılan kitaba yazdığı önsözde, ünlü tarihçimizin üslubuna uygun şekilde şunları söylemektedir: “ Malazgirt’ten Sakarya’ya kadar mukaddes toprağa ruhlarını karıştıran ecdadın asrımıza emaneti olan millet (…) toprağıyla, ahlâkı ve imanıyla, kaderi ve gerçek iradesiyle Anadolu Türk milletidir.

MİLLÎ TARİHİMİZ ve MÜKRİMİN HALİL YİNANÇ

Mükrimin Halil Bey, İstanbul’da 1924’de yayın hayatına giren Anadolu mecmuası’nda - Anadolu’nun fethi dâhil - bu konularda toplam dokuz ayrı makale yazmış olmakla beraber özellikle birincisinde, “Millî Tarihimizin İsmi” yazısında, görüşlerinin temelini oluşturuyor. O, Anadolu’daki tarihî maceramıza dikkat çekerek, şöyle diyor: Bizde öteden beri “Hanedanlar değişince mütemadiyen devletin, milletin, memleketin ismi değişiyordu. Onun için, her müverrih mensup olduğu memleketin ve milletin tarihine başlangıç olarak, zamanında iktidar makamında bulunan hanedanın saltanatını esas kabul ederdi. Eski hanedanı kendinden addetmez, eski hükümeti ayrı bir devlet telakki ederdi. Bizim tarihçilerimiz de aynı telakki ve zihniyet ile hareket ederek milli tarihimizi bir küll halinde derlememişler, devlete müşterek bir isim vermemişlerdir.”

Daha sonra Osmanlı’yı işaret ederek şöyle söylüyor: “Osmanoğulları’nın uzun asırlar devam eden hâkimiyetleri esnasında vatanımızın ismi “Osmanlı Memleketi” unvanını almış ve Anadolu Türkü’nün kaldırmış olduğu memleketler, Anadolu ile birlikte bu isim altında yâd olunmaya başlamıştı. Tanzimat’tan sonraki zaman zarfında “Memleket-i Osmaniye” ismi her tarafta yayılmış, açılan mekteplerde milli tarihimiz Osman Gazi’den itibaren okutulmuş… Osmanlı hânedanından evvelki zamanların unutturulması için çok çalışılmıştır.”  Bu yanlış anlayışın, bugüne kadar devamına işaret ederek tarihçiler arasında hâlâ kendi tarihimizi “Selçuklu Tarihi”, “Osmanlı Tarihi” isimleri altında, birbirinden tamamen ayrı iki milletin tarihi farz edenler bulunduğuna vurgu yapıyor.

Demek oluyor ki Osmanlı Türkü, Selçuklu Türkü, Karamanlı Türkü, mânasız tabirlerdir. Bunların hepsi birdir. (…)  Hülâsa, Türk cemaat ve cemiyetlerini hanedan isimleri ile isimlendirmek ilim dışı ve mânasız bir harekettir. Bu böyle olduğu gibi, tarihimizi de Selçuklu Tarihi, Osmanlı Tarihi, Karamanlı Tarihi vs. unvanlarla isimlendirmek aynı şekilde ilim dışı bir harekettir. ‘Osmanlı Türkleri’ namıyla bir millet mevcut olmadığı için, ‘Osmanlı Türkleri Tarihi’ de olamaz.”

Mükrimin Halil Yinanç, yukarıdaki mütalâasından sonra şu önemli soruyu sorar : “O halde millî tarihimizin ismi nedir?”  Ve şu özetle cevabı verir:

“Türk Tarihi deyince bizim tarihimizde Azerbaycan’da, Irak’ta, Suriye’de, İran’da, Rusya’da, Horasan’da, Hindistan’da, Mâverâünnehir’de, Türkistan’da, Moğolistan’da, Çin’de devlet kuran ve hükümet tesis eden bütün Türk kavmine mensup illerin ve ulusların tarihi hatıra gelir. Binaenaleyh Türk Tarihi, bütün dünyanın muhtelif kıtalarında yaşayıp ve gelip geçen bütün Türk kollarına ait vakalardan bahisle büyük, âlemşümul bir mevzuu ihtiva eder. Bundan dolayı bu isim bizim, hasseten bizim millî tarihimizin ismi olamaz.

O halde tarihimizin ismini de bu suretle şöyle söyleyebiliriz:  “Anadolu Türkleri Tarihi” veya sadece  “Anadolu Tarihi.” (Tabii, “Anadolu Tarihi”, Anadolu’da tarihe mal olmuş bütün kavimleri hatırlatacağı için doğru olmasa gerek. )

Mükrimin Halil Bey’e göre, bu görüşü kabul etmekle millî tarihimiz için hem “en ilmî ve en şümullü bir isim bulmuş”, hem de “mânasız isimleri kullanmak”tan kurtulmış oluruz.

SONUÇ VE DEĞERLENDİRME

Değerlendirmemize şöyle bir soruya cevap vererek başlayalım ve konuşmamızı tamamlayalım:

Siyasî ve medenî plandan bütün dünyanın, keza içinde bulunduğumuz “İslâm dünyası”nın ve özelde ise “Türk Dünyası”nın getirdiği bugünkü şartlar çerçevesinde bir “tarih ve milliyetçilik tezi” olarak Anadoluculuk’un günümüz için kıymeti nedir? Dünya ve İslâm coğrafyası ölçeğinde kendi millî ve sosyolojik realitemizi doğru değerlendirmek anlamında bu tezin hâlen güçlü yanları olduğunu, gerek millî mücadelede gerekse bütün Cumhuriyet tarihimiz boyunca siyaseten de – bazı çarpık değerlendirmeleri ve tarihimizin Cumhuriyet ile başladığını söyleyenlerin gafletini ciddiye almazsak - örtük ya da açık olarak uygulanmaya çalışıldığını söylememiz gerekir. Yeni şartlarla beraber, özellikle son otuz yıldan beri bütün açıklığıyla karşımızda duran Türk dünyası gerçeğiyle de - bize göre - hiçbir çelişir yanı bulunmamaktadır.

Çünkü “Türk dünyası” ile “Anadolu Türklüğü”nü bu yeni şartlar çerçevesinde ister kardeş, ister amcaoğlu sayalım, Tarihî kökleri ve güçlü bir geleceğe dair ümit ve emelleriyle onların ikisini de – şu ya da bu şekilde - daha bir ve beraber olmaya (en azından daha bir ve beraber hareket etmeye) âdeta mecbur kılmaktadır.

Hele de 12 Kasım 2021’de İstanbul toplantısında adı “Türkçe Konuşan Devletler Topluluğu” olan kuruluşun TÜRK DEVLETLER TEŞKİLATI’na dönüştürülmesi, bütün ülkemizde sevinç yaratmış ve Türk Dünyası’nın geleceği adına büyük ümitler doğurmuştur.

Bu düşüncelerle, büyük tarihçimiz Mükrimin Halil Yinanç Bey’i vefatının 60. yılında rahmet ve minnetle anarken hepinizi saygıyla selâmlıyorum.

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mustafa Kök Arşivi