Abdulbaki GÜNIŞIĞI

Abdulbaki GÜNIŞIĞI

Cami Ve Cemevi İlişkisi Üzerine Düşünceler

Cami ile cem evi üzerine düşüncelerimiz yazmadan önce aslında Arapça olan bu kelimeler üzerinde etimolojik bir çalışma yapalım ki manaları itibarı ile aynı olan bu kelimelerin ihtiva ettiği anlam kaymasını daha iyi anlayabilelim ve yapacağımız fikriyat manzumesi istenen neticeyi hasıl etsin.

Cim ile başlayıp mim ile biten bütün Arapça kelimelerin manası aynıdır. İster cami, ister cem, ister cüm (cümle) ister cem’i, ister cem’an, ister ise cum(cumhur) kelimesi olsun hepsinin manası toplamak veya toplanmak bir araya gelmek veya getirmek tir. İster ibadet maksadı ile ister başka bir maksat ile olsun, ister eşya ister insan veya hayvan, ister ise rakamlar olsun, bu kelimenin cümle içerisindeki kazandırdığı mana, bahsi edilen bütün cisimlerin toplanması bir araya getirilmesi kısacası birlik olmayı, bir olmayı kasteder..Kur’an-ı kerimde cami ismi yerine mescid (secde edilen yer) ismi geçer. Cami daha sonraki zamanlarda işte bu toplanma manasını ihtiva ile kullanılmaya başlanmış ve mescid manasını ihtiva eden bir hale gelmiştir. Yeryüzünü sizlere mescid kıldım diyen bir dinin mensupları olarak temiz olmak şartı ile her yerde namaz kılınabileceği gibi temiz ve müsait olan her yerde de cem yapılabilinir. İlk şart temiz olması ve mevcut olan kalabalığa hitap edebilecek genişlikte ve istenen neticeye ulaşabilineceğini gösteren şartlara haiz olmasıdır. Bektaşı tekkelerinin ve diğer tarikatların tekke ve zaviyelerinin serbest olduğu zamanlarda, tekkenin olmadığı bektaşı köylerinde tarikat zikrinin yapılabilmesi için müsait evlerde toplanılır, cem olunur ve tarikatin yolu icra edilir idi. Yörük olan Bektaşiler ise bu ihtiyaçlarını cem çadırında giderirler idi. Cumhuriyet ile beraber tekke ve zaviyelerin kapatılması, bu işlevi yapacak yerlerin kalmaması hemen hemen bütün tarikatler için bu ihtiyacı karşılayacak yeni yerler ihdasını şart kıldığından Bektaşi-alevi canlarda cem olmak için müsait evlerde toplanmaya başlamışlar, fakat bu süreç içinde yüzyılların Bektaşi kültüründe yazılı ve sözlü

Bu kayıplardan biriside cami ile olan ilişkidir. Son zamanlarda Aleviliği islamdan gayrı bir din miş gibi göstermeye matuf çalışmalar içine giren ve bu fikriyatı maddi ve manevi olarak destekleyen başta Almanya ve Fransa olmak üzere, aziz Türk milletinin bütün asırlık düşmanları çalışmalar yapmakta ve bu gayelerine ulaşabilecekleri kişileri kazanmak ve islamdan ayrı bir din ihdas etmek için cami ve İslam düşmanlığı üzerine yeni bir din icad etmeye çalışmaktadırlar. Nerede ise son altmış yılda, dedelerin yüzlerce yıllık birikimlerinin devlet eli ile yok edilmesi ve tekkelerin kapatılması alevi bektaşı topluluğunun dini bilgilerinde azalmalar ve kopmalar yaşanmasına ve bu boşluğunda ateist ve kömünist fikirler ile doldurulduğuna şahit olmaktayız. Sünni Müslümanların ve idarenin ise bu gidişe bigane kalması, diyanet içerisinde bu kardeşlerimizin yaralarına merhem olacak bir kurumun ihdas edilmemesi, balkanlara ve anadoluya Müslüman Türkün güzel yüzünü gösteren ve bu coğrafyanın islamla tanışmasına vesile olan Türkmen kardeşlerimizin İslam ile bağlarının kopartılması çalışmalarına seyirci kalınması bu gün ağır bedeller ödediğimiz içtimai bir yara haline gelmiştir.

Bu yanlış gidişe daha fazla razı olmayan, gerçekten alevi ve bektaşiliğin ne olduğunu gayet iyi bilen dede ve dedebabalar ve tarikat pirleri meseleye el koymuşlar ve cami yerine, camiye mukabil yeni bir ibadet yeri ve islamdan ayrı bir din ihdasına gidecek bu yolun döşenmesine engel olmak için çalışmalar yapmaktadırlar.Hünkar hacı bektaş-ı veli hz.lerinin kabri ve bektaşı erenlerin ve cemaatın namaz kıldığı cami ve hünkarın okuduğu kuran-ı kerim bir misal olarak yerinde durmaktadır. Bektaşi olduğunu iddia ile camiye karşı olduğunu aynı anda iddia edenlerin ne kadar samimi oldukları, ve asıl gayelerinin üzüm yemek değil bağcıyı döğmek olduğu aşikardır.Bu gün ankarada yapılacak olan cami, aşevi ve cem evi( dergah) üçlüsünün yeni bir şey olduğunu ve bunun yapılma sebebinin kendilerini Sünnileştirmek olduğunu iddia edenler samimi değillerdir. Horasan erenlerinin Türkistandan anadoluya ışık saçmak üzere geldikleri yıllardan itibaren cami ile tekkeler yan yana Müslüman Türk milletinin ilay-ı kelimetullah davasına hizmet etmişlerdir.  Büyük Osmanlı Türk devletinin  en vurucu gücü olan yeniçeri ocağının ve bir çok padişahımızın bektaşi olduğu herkesçe bilinmektedir. Balkanlarda islamı yaymak için şehit ve gazi olan erenlerin camileri ve Bektaşi dergahları canlara hizmete devam etmektedir. Anadoluda ve balkanlarda bulunan cami ve tekke ikilisi daima yan yanadır.Bunlardan birkaçına misal vermek ister isek, Erzincan vilayetimizin ocak köyünde onlarca yıldır hizmet veren cami ile cemevi  yan yanadır. Bektaşi köyü olan ve ocak isminde de anlaşılacağı gibi Bektaşi ocağı, yani dede yurdu olan bu köy de cami ile cem evi kendi görevlerini yapmak üzere yan yana inşa edilmişlerdir. Gene Fatsa ilçemizde on yılı aşkındır, Sünni ve alevi Müslümanların beraberce inşa ettikleri ve üç katlı olan cami, cemevi ve aşevi külliyesi bu kardeşlerimizin camide namazlarını, cemevinde tarikat zikirlerini ve aşevinde yemeklerini yemelerine hizmet etmekte ve aziz Türk milletini bölmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakmaktadır.  Kosova kalkandelende, Arnavutlukta, bulgaristanda, romanyada velhasıl balkanların her yerinde cami ile dergah yan yanadır ve öylede olması gerekmektedir. Şiadan tamamen ayrı olan Bektaşiliğin mensuplarının,  irana sevgi duymasına sebeb olan bağ ise tamamen Türklük ve Türkmenlik ile ilgilidir. Bektaşi  sufi anlayışı ve hayat tarzı Hanefi mezhebi ile şekillenmiş bir tarikat iken, iran Caferiliği ise tamamen şia nın şekillendirdiği bir mezheptir. Birisi tarikat iken diğeri ise mezheptir. Fakat Türkmenler üzerinde yapılan Türklük propagandası, bu kardeşlerimizi ihmal eden Osmanlı devleti yerine irana yakınlık duymalarına sebeb olmuştur ve bu ilişkideki iran ve Osmanlı çekişmesi dini değil tamamen siyasi bir çekişmedir. Yüzlerce yıllık Sünni ve şii çekişmesinin temelinde dini hassasiyet değil siyasi güç ve etki yatmaktadır. İkiside Türk olan bu devletlerin paylaşamadığı  şey ise erk ve güç ten başka bir şey değildir.

Son altmış yılda avrupanın içimizde bizi kanatacak meseleler arasına katmak için çabaladığı alevi Sünni gerginliği yaratma çalışmaları meyvesini vermekte ve ankarada temeli atılan kardeşlik projesine karşı çıkanlar işte bu yanlış yola baş koyanlardır. Polise taşla saldıranların kimliğinde yapılacak bir araştırma bir çoğunun alevi bile olmadığı , sadece aziz Türk devletine her fırsatta zarar vermeye çalışan aynı insanlar olduğunu ortaya çıkaracaktır. Bir mesele olsunda devlete ve millete zarar verelim diye bekleyen güruh, gezi parkı ile bahane elde edip Türkiyenin her meselede başını ağrıtan aynı insanlardır ve bu insanların tek derdi Türk milletine ve devletine elinden geldiğince zarar vermektir. Bunların ne Alevilik ve nede Sünnilik ile ilgileri yoktur, çünkü her iki gruptan olmak için önce Müslüman olmak gerekmekte ve ateist olan bu zihniyetin dinle ilgisi olmadığından dini bir yerin inşasında fikirlerinin de bir değeri yoktur.Bazıları ne kadar uğraşsa da Müslüman Türk milletinin arasına nifak sokamayacaklardır. Çünkü hala imanlı ve izzetli dedeler, dedebalar ve horasan erenleri ve pirleri var. Vesselam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Abdulbaki GÜNIŞIĞI Arşivi