A.Süreyya Durna

A.Süreyya Durna

Bağnazlık Ve Meddahlık

Dokunuş

Onlar, kördür görmezler ve sağırdır duymazlar,

Ellerinden geleni, artlarına koymazlar.

“Biz ıslah ediciyiz” derler, amma velâkin;

Fitne fesat çıkartıp, kurallara uymazlar.

                                                      A.S.D

       Çok yaygın konuların tekrarından pek hoşlanmam, ama yine de malûm o fantastik hikâyeyi galiba güncelleyeceğim.

       Hani hükümdarın kafadan üç-beş tahtası eksik, sallapati yalanlar savuran biricik mahdumu varmış ya…

       Halk nezdinde itibarı sarsılan ve sürekli sağda solda başına kakıldığını duyan hükümdar, oğlu için çareler arayarak; sonunda her yönüyle ilgilenebilecek bir eğitici uzman görevlendirmiş ya...

       Hâsılıkelâm, hükümdarın kendisine tanıdığı süre içerisinde eğer müspet bir gelişme görülmezse, kellesinin vurulacağını bilen uzman; tüm gayretiyle üstlenir vazifesini. Tanınan süre dolduğunda, artık şehzade de önemli ölçüde tekâmül emarelerinin görüldüğünü söyler. Hükümdar ise, bunu halka tebşir maksadıyla duyurmak ister ve reȃyȃnın meydanda toplanmasını emreder.

       Pür dikkat kesilen hazirûnun huzurunda şehzadenin yine eksik aklı depreşir ve der ki: Bir ok attım kebap oldu.” 

       Herkesin güleceği anda eğitici derhal devreye girmek suretiyle; “Şehzademiz doğrudur. Birlikte avlanırken attığı ok kayaya çarptı ve çıkan kıvılcımlardan mütevellit çalılık arazide yangın çıktı. Dolayısıyla pişen kuş da kebaba dönüştü haliyle.” diyerek zevahiri kurtarmaya çalışır.

       Şehzade, dengesizliğinin gereği absürtlüğüne ikinci imzayı atar ve bu seferde der ki: “Bir ok attım su fışkırdı.”

       Ahali, aynı eski halinin ve saçmalığının değişmediğine yorumlarken; uzman bir kez daha yetişir imdada ve şunu söyler: “Ey ahali! Şehzademizin ifadeleri sakın sizleri yanlış düşünceye sevk etmesin! Kendisiyle kırlarda birlikte gezinirken, attığı ok zemine fena saplandı ve bir anda su fışkırdı derinlerden…”

       Hükümdar, Reȃyȃnın sûreten inanmışlığına sevinirken; şehzade üçüncü bombayı patlatır: “Bir ok attım aşure oldu.”

       Tabii meydandakilerde kahkahayı patlatır. İşin içinden çıkamayan uzman eğitici hünkâra temennayı çaktıktan kelli; “Hünkârım, ben şimdi aşurelik malzeme cinsinden dövmeyi, nohudu nereden bulayım. Kayısıyı, üzümü nereden bulayım. Şekeri ve sair ‘avcar’ı nereden bulayım.” der ve kellesini uzatır hükümdarın önüne.

       ***

       Sadede gelelim bari.

       Şu günlerde Pensilvanya sakininin muhibbanları, “hazerȃt”ın her sözünde mutlaka “keramet” arıyorlar ve her davranışına “hikmet” nazarıyla bakıyorlar. Nasıl da perçinlenmişler ve nasıl da bağlanmışlar! Öyle ki aklın, idrakin, muhayyilenin ötesinde ve körü körüne…  

       Pensilvanya’lının meddahlığına soyunanları, hikâyede şehzadenin dengesizliğini kapatmaya uğraşan uzman eğiticiye benzetirsek; tıpatıp ayniyet kazanıyor. Hatta fazlasıyla… Çünkü hazerȃtı savunmak için, her türlü avcarı da buluyorlar, malzemeyi de…

       Mesela diyalog mucidi zevat; “Peygamberimizin Türkçe Olimpiyatlarına teşrifini…” üfürürken, narkozdan ayıkıp da; “Ufak atta civcivler yesin be hoca! Peygamberimizin işi gücü yok da çalgılı çengili dans izlemeye mi geldi? Güldürme âlemi kendine!” demiyor/ diyemiyorlar.

       Memleketi uluslar arası arenada jurnalleyenlerle, kıskaç harekâtı düzenleyenlerle mercimeği fırınlarken, rehavetten silkinip de; “Hayırdır usta?!. Yön nereye, savruluş nereye?” demiyor/ diyemiyorlar.

       Milletin kanını ve iliğini sömürenlerle sarmaş dolaş iş kotarırken, ananas muhabbeti yaparken, gözlerini kulaklarını dört açıp da; “Eh yeter gayri! Bizim kirli işlerle, semirici ve sömürücülerle illiyet rabıtamız ne ki?..” demiyor/ diyemiyorlar.

       Haçlı temsilcileriyle gamalı haçların, istavrozların gölgesinde mutluluğunu serapa perçinlerken, uyuşukluk illetinden vazgeçip de; “Bre muhterem, hilalin suyu mu çıktı, veyahut da  Müslümanlara kıran mı girdi?!. Rüyalarında her gün Kostantiniye’yi görenlerle meşveret ve şuranızın sırrı ne?” demiyor/ diyemiyorlar.

       Paralel yapının ekstra elemanları yardım tırlarını engellerken, aç ve biilaç insanların yola bakan mahzun gözlerini umutsuzluğa iterken, nasırlı vicdanlarını sıfırlayarak; “Yahu Allah’tan korkun ve kulundan utanın! Hayırdan, hasenattan, İslam’dan, insaniyetten yıllarca dem vuran sizlersiniz! Neye binaen Kerbela’ya açılan yolları tıkıyorsunuz? Şayet içinde ve taraf değilseniz, o halde kamuoyunda hoşnutsuzluğunuzu belirten iki kelam ediniz.  İnsafınız mı kurudu yoksa?!. ” demiyor/ diyemiyorlar.

       Yayın organlarının, diğer güdümlü gazete ve kanallarla tek merkezden kolektif yayın sürdürmesine… Yazar ve çizerlerinin, tıyneti bozuk kalemşorlarla aynı doğrultuda kalem oynatmasına…  Bilumum eski tüfek solcuların ve CHP adaylarının desteklenmesine yüzleri kızararak; “Halka karşı artık savunabileceğimiz bir tezimiz kalmadı! Uçurumun tekmil kenarındayız!  Bize siyanür mü içirmektesin  a efendi?!.” demiyor/ diyemiyorlar.

       Peki, ya ne yapıyorlar?

       Bol bol tevile yelteniyorlar, asla toz kondurmuyorlar, ikide bir parlatıyorlar ve “hizmet”in, “mehdiyet”in şahsi maneviyesine ve de “hikmet”tin iktizasına yorumluyorlar.

       Maȃzallah!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
1 Yorum
A.Süreyya Durna Arşivi