ŞEYH GALİB PERSPEKTİFİNDEN GÜNÜMÜZE KISA BİR BAKIŞ

ŞEYH GALİB PERSPEKTİFİNDEN GÜNÜMÜZE KISA BİR BAKIŞ
Eğitimci yazar Murat Çolak bugünkü yazısında şu konuyu ele aldı;

Bu gizli sır aşikar olsa bütün kainat yanardı.

Hz. Mevlana

ah minel AŞK ve halatihi

ahkara kalbi bi-hararatihi

Günümüz değer yargılarıyla anlayamayacağımız bir şahsiyet; Şeyh Galip. Mum alevine kendini atan bir pervane....

Şeyh Galip için aşk; ateştir, ateş; güldür, gül ise yanmaktır.

Gül ateş gülbun ateş gülşen ateş cuy-bar ateş

Semender tıynetan-ı aşka besdir lalezar ateş

Galib, semenderler ve ateşte yaşayan ejderhalar misali, aşk ateşinin içinde huzur bulmaktadır. Öyle bir hayal dünyası serer ki gözlerimizin önüne O'na göre aşk; Mumdan gemilerle ateş denizini geçmektir.

Hayal dünyası böyle engin, sanatın zirvesinde olan bir şairi günlük konuşma diliyle anlatabilmek çok çetin bir mesele...

Divan edebiyatımızın son büyük temsilcisi olarak kabul edilen Şeyh Galib bir Mevlevi Şeyhidir. Yenikapı Mevlevihanesine yakın bir evde 1757 yılında doğmuştur. Asıl adı Mehmed olan şair zaman içerisinde Es’ad ve son olarak Galib mahlaslarını almıştır.

Şeyh olması ise Konya da Mevlana tekkesinde çilesini doldurmasından sonra gerçekleşmiştir. Sultan Selim’in de Şeyhi olan Şeyh Galib Mevlevilerin deyişine göre beyaz bir cilde sahipti. Sultan Selim Şeyh Galib’i ‘Pamuk Şeyhim’ diyerek sevdiği rivayet olunur.

Şeyh Galib’in, Sultan Selim’in kardeşi Beyhan Sultan’a duyduğu aşk da rivayetler arasındadır.

Bizi asıl meraka gark eden ve ilgimizi çeken Galib’in şahsi hayatı değil edebiyatta bıraktığı derin iz olmuştur.

Sebk-i Hindi akımının en önemli temsilcisi olarak kabul edilen Galib, Divan Şiirinin hazan mevsiminde yeni bir soluk, taze bir kan olmuştur.

Yıllar yılı tekke ve medreselerde İslam ilimlerini yaşayarak öğrenen şair şiirlerinde bize insan-ı kamil'i, insanoğlunun bu kainattaki yerini öğretmektedir.

Ey dil ey dil neye bu rütbede pür-gamsın sen

Gerçi virane isen genc-i mutalsamsın sen

‘Ey gönül bu alemde neden gamlısın kederlisin, evet sen bir viranesin amma unutma ki tılsımlı hazineler viranelerde bulunur.’ diyerek gönüllerimizi ferahlatan şair, Allah’ın en kıymet verdiği varlık olarak insanı zikreder.

Şeyh Galib’e göre bu kainatın en kıymetli hazinesi insanın gönül dünyasıdır. Kalp kıran kişi, Allah’ın evini yıkmıştır.

Hoşça bak zatına kim zübde-i alemsin sen

Merdüm-i dide-i ekvan olan ademsin sen

Şeyh Galib’e göre insan ne hal ve durumda olursa olsun kendi kıymet ve cevherini bilmeli çünkü insan küçültülmüş bir alemdir ve kainatta ki bütün varlıkların göz bebeğidir...

Şeyh Galib insanın makamını bilmesini, kul olduğunu anlamasını ister çünkü Galib'e göre Allah’a kul olmak makamların en yücesidir.

Aşk ise Allah’ta kaybolmak yani Fenafillah makamına ulaşmaktır. Allah’a teslim olamayanlara şöyle seslenir şair;

Tedbirini terk eyle takdir Hüdanındır

Sen yoksun o benlikler hep vehm ü gümanındır

Birden bire bul aşkı bu tuhfe bulanındır

Devran olalı devran erbab-ı safanındır

Aşıkda keder neyler gam halk-ı cihanındır

Koyma kadehi elden söz pir-i muganındır

Hem halk edebiyatımızda hem de divan edebiyatında aşk vazgeçilmez bir unsurdur. Aşk temsili olarak şaraba benzetilir çünkü aşk da insanı sarhoş etmektedir. Saki, aşk şarabını sunan kişi olarak kabul edilir. Yani şeyh, müridinin sakisi olarak kabul edilir.

İnsanın kemale ulaşmasında Tekke ve Medrese de çile çekmesi, aşk ile yanması ve pişmesi gerekmektedir...Binlerce yıllık bir gelenek zamanla kendi kelimelerini kendi anlamlarını oluşturmuştur. Cem olan aşıklar birbirlerine aşk kadehi sunmaktadır. Selçuklu ve Osmanlı’nın gergefinde dokunan bu tasavvuf halısını bir anda kaldırıp atmak tarihi yok saymaktır. Denebilir.

Bu bağlamda toplumun binlerce yıldır eğitildiği, kırılmış gönüllerin teskin olduğu, nice Yunus Emre’ler, Kaygusuz Abdal’lar, Hacı Bekdaş-ı Veli’ler, Mevlana’lar ve yazımıza konu olan Şeyh Galib’leri yetiştiren tasavvuf yolunu görmezden gelmek geçmişin inkarı olarak kabul edilebilir.

Mevlana Hazretlerine, Nasreddin Hoca’ya, Fatih Sultan Mehmed’e dil uzatılması gibi durumlar inanın ki ecdadımızın kemiklerini sızlatmaktadır.

2013 yılında Japonya’ya yaptığım seyahatte 1200 yıllık tapınakların hala aktif bir şekilde çalıştığını gördüm. İnsanlar metrelerce uzunluğundaki (PUT’lara) gerçekten PUT’lara saygı gösterip tapıyorlar. Fakat bizler kendi tarih, din, adet, geleneklerimize bigane, yabancı kalmışız...

İki satır Osmanlıca yazıyı okumaktan aciz bırakılmışız. Toplumsal yaşam kurallarımızın yani 'adabı muaşeret'in de her geçen gün yok olduğu günümüzde bizlere düşen hayıflanıp bir kenara çekilmek değildir.

Bismillah diyerek herşeyi yeniden kurabilir yeni bir medeniyet inşa edebiliriz tabi ki kendimizi değiştirmeye güç yetirebilirsek...

Selam ve dua ile...

 

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.