Tarih kitaplarında olmayan çok az kişinin bildiği kuşadası hadisesi...( kanapiçe koyu ve olayı)

“Sen Tarihini Bilmezsen Başkalarının anlattığı Masalları Tarih Diye Dinlersin”

Bu kadar zengin tarihi olaylarımızın çok az kısmı vatandaşımıza anlatılıyor. Çünkü insanlarımızın ciddi bir tarih şuurunun oluşmasına müsaade edilmiyor gibi bir hava oluşmuş. Televizyonlarda ki tarihi dizilerine bakıyorum hepsinde de hamaset yüklü konular işleniyor ve bol bol masal tipinde tarih anlatılıyor. Bu tip uydurma argümanlar(deliller) kişiyi hayal dünyasına sürüklerken, bir süre sonrada gerçek tarihinden haberi olmadığı için, yabancı tarih dizlerinin hayranı olup çıkıyor.

Sonuç:” Kendi tarihini unutanların coğrafyasını başkaları çizer.” Diyor yakın tarihimizde ki hadise olarak küçük, ama bağımsız devlet olma bilincinin büyük olduğu olayı onurlu duruşu geliniz birlikte hatırlayalım ve bilmeyenlerde öğretelim.

 

14 TEMMUZ 1934 - KUŞADASI KANAPİÇE KOYU ve KANAPİÇE OLAYI

 

AYDIN KUŞADASI'nda 14 Temmuz 1934 günü yaşanan “KANAPİÇE OLAYI” Olay, günümüzde Dilek Yarımadası Kalamaki Milli Parkı içinde kalan, Yunanistan'ın Sisam Adası'na en yakın koy olarak bilinen Kanapiçe Koyu'nda yaşandı.

KANAPİÇE, SİSAM (TİGANİ) ADASI'nın hemen karşısında, Karaburun havalisinde küçük bir koydu. "Dipburnu" adı verilen mevkiiyle, karşıdaki Sisam Adası birbirlerine öyle yaklaşıktı ki, durgun havalarda adada yüksek sesle konuşulanları işitmek, çığırtkan horozların bağırışlarını duymak kolaylıkla mümkün olabiliyordu..

Vatani görevlerini Dipburnu Karakolu’nda yapan beş Mehmetçik, gözlerini Ege’nin mavi sularından ayırmadan pusu görevini yerine getiriyorlardı. Birden içinde üstleri çıplak dört adam olan kurşuni renkli bir yelkenlinin kıyıya doğru yaklaştığını fark ettiler.

-Kim bunlar gardaş?diye sordu aralarına en yeni katılmış Mehmetçik.
-Sisam’a demirlemiş bir İngiliz gemisinin şımarık askerlerinden başka kim olabilir ki diye cevapladı.

Balıkesirli Er Musa

-Ne yapacağız peki ?

-Emir açık ve net, onları kutsal vatan toprağına sokmayacağız.. 

Yelkenli, karaya 20-25 metre kadar yaklaşmıştı. Musa ayağa kaktı, tüfeğini havaya doğrulttu ve üç el ateş etti. Bu İngiliz askerlerine kesin ve kati bir dille “Gelmeyin, geri dönün” demekti. Ancak yelkenli hızını kesmedi.

Musa bu sefer yakınlarına ateş etmeye başladı. Bir yandan da:

-Sokmam ulan, 20 sene evvel Abilerim sizi bu topraklara soktular mı ki ben sokayım, diye bağırıyordu.

İngilizler uyarı ateşini dikkate almamışlardı ama yanlarına düşen kurşunlar onları panikletmişti.Musa’nın geri adım atmaya niyeti yoktu. İlk kurşunuyla yelkenlinin burnuna en yakın olan askeri yere serdi, ikincisiyle de onun hemen yanındakini. Kalan iki İngiliz askeri denize atlamak için yeltendiler.Dümendeki üçüncü kurşundan nasibini aldı, sonuncusu da balıklama suya atlarken avlandı. Musa hâlâ:

-Burası Türk Toprağı, buraya destursuz giremezsiniz, bu toprakları kirletemezsiniz, diye haykırıyordu.

Kuşadası Kaymakamı DİLAVER BEY(ARGUN), bir denetleme için Selçuk'taydı. Mülkiye mektebini bitirdikten sonra gidip Fransa'da tahsilini tamamlamış, aydın ve çiçeği burnunda bir kaymakamdı. İlçeye hareket etmek üzereyken bir jandarma eri koşarak gelmiş ve elindeki bir kağıdı uzatmıştı. Kağıtta şu satırlar yer alıyordu:

"Gümrük Muhafaza K-14 / 7 / 1934 saat 15 kararlarında Kanapiçe mevkiinde, içerisinde 4 kişi çıplak bir durumda kurşuni renkte yelkenli bir sandalın sahilimize yaklaştığını gördük. Beş arkadaş tarassut ve takip ettiğimiz sandal, Kanapiçe Koyu'na ve karaya yaklaşmıştı. Üç el havaya ateş etmek suretiyle "Dur" emrini verdik. Bu emre itaat etmeyenlerin, kendilerini denize atarak kaçmaya başlamaları üzerine beş arkadaş birden ateş ettik. Bu dört şahıstan üç tanesi ölü olarak denizde kaldı. Bir tanesinin ne olduğu meçhuldür. Mezkur sandal, denizde kendi kendine dolaşmaktadır. Ölüler sahildedir. Keyfiyet, Dipburnu Karakol erlerinin ifadelerine atfen arz olunur.

Not: Mezkur sandalın Sisam Adası'nda bulunan İngiliz harp gemisine ait olduğunu arz ederim.

Karine Muhafaza Memuru Mustafa."

Ve Kuşadası Kaymakamı Dilaver Bey arz etti ki,

Üç ceset sahildeydi, biri ise bulunamamıştı. Vakit kaybedilmeden Ankara’ya bilgi geçildi.

"Başvekil İSMET PAŞA (İNÖNÜ) Hazretleri “ne:

 

"KANAPİÇE KOYU DİPBURNU KARAKOLU erlerinden beşi pusudayken, saat 16.00 sıralarında üç kişinin çıplak olarak bir kotra ile erlerin pusu yerine yaklaştıkları ve ikisinin karaya çıktıkları, erlerimizin 'Teslim olun' ihtarına mukabil karaya çıkan ikisinin derhal ve tekrar aşağıya atladıkları görüldüğünden, erlerimizin tekrar "Teslim olun" diye bağırmalarına rağmen bunların denize atladıkları ve bunun üzerine ateş açıldığı... Birinin deniz üstünde kaldığını... İkisinin ateşten masun bir yere sığındıkları... Açılan ateşten birinin öldüğü, birinin de yaralı olduğu... İngiliz Harp gemisinin bir Yunan motorunu sahillerimize göndererek cesetlerin bulunmasını rica ettiği anlaşılmıştır...

Arz ederim."

Başvekil İsmet İnönü Paşa, o sırada Kızılcahamam’da olan Gazi Paşa’yı arayarak gelişmeleri anlattı. İlk gün sakin geçmişti.  İkinci gün bir İngiliz Muhribi kıyıya 4 mil kadar yanaştı. Üç kişi sandalla karaya çıktı ve Kaymakam Beyle görüşmek istediklerini söylediler.

Olayın üçüncü günü, yani 16 Temmuz öğleden sonrasına kadar, Kuşadası'nda kayda değer bir şey olmadı. Olmadı ama Ankara'nın bütün dikkatleri yine de oradaydı.

Kuşadası ile Başkent arasındaki telgraf tellerine ambargo konulmuş ve her yeni haberin ivedilikle ulaştırabilmesi için bütün tedbirler alınmıştı.

Ve 16 Temmuz günü saat 14.00 sıralarında, üç bacalı bir İngiliz harp gemisi Dipburnu istikametinden gelerek, limanın dört mil açığında durdu. Kaymakam Dilaver Bey, aynı anda Ankara'ya şu telgrafı çekti:

 

"Tarrasuttayım.. Harp gemisinden bir motor sahilimize yaklaşıyor. Karaya çıkmalarına izin verelim mi?"

 

Ankara'nın cevabı kısa oldu:

Gelen motoru yalnız liman reisi karşılasın. Siz telgrafhanede bulunun. Sadece liman reisiyle görüşsünler..."

Kaymakam, aldığı direktife uydu. Ancak gelenler kaymakam ile görüşmek istiyorlar ve onu ayaklarına çağırıyorlardı. Yani limana. Bu sıralarda, telgrafın yanı sıra bir manyetolu telefon da Ankara ile temas halindeydi.. Dilaver Bey, bu durumu telefonla Başvekil Paşa Hazretleri'ne arz edilmek üzere hemen aktardı ve telefonun öbür ucundan gelen seslere kulak verdi:

- Gazi Paşa Kızılcahamam'da, şimdi bulduk, temas ediyoruz.

Birkaç dakikalık bir beklemeden sonra, "Başvekil İsmet Paşa Hazretleri" buyuruyorlardı ki: "Kaymakamımız liman dairesine gitmeyecektir. Kaymakamı ziyaret etmek istiyorlarsa, gelenleri Kaymakam Bey ancak kendi makamında kabul eder. Olayın nasıl cereyan ettiğini sorarlarsa, münasip bir şekilde bilgi verir."

 Kuşadası Kaymakamlık Binası o sıralar yeni inşa edilmiş ve Kaymakamlık makamı da oldukça iyi döşenmişti. Dilaver Bey'i odasında ziyaret edenler, göğüsleri nişanlarla dolu iki İngiliz subayı ile iki sivildi. Yabancılar, gösterilen koltuklara oturduktan sonra hemen konuyu açtılar. Sivillerden iyi Türkçe bilen ve Rum olduğu anlaşılan biri, konuşmanın Fransızca olarak cereyan etmesini istedi.. Dilaver Bey, aralarında Türkçe bilen biri olduğuna göre bunu gereksiz bulduğunu söyledi. Sadede gelindi ve önce İngilizler laf aldılar. Onlara göre:

"Sisam Adası'na bir nezaket ziyareti yapmakta olan İngiliz Akdeniz Filosu'na mensup bazı harp gemileri, sahillerimize yakın demirlemişler. Bu gemilerden birinde, üç subay dürbünle kıyılarımızı seyretmişler. Kanapiçe Koyu'nun bulunduğu Dipburnu sahilinin plajını ve kumunu çok beğenmişler. Yüzmek üzere bir sandala binip buraya doğru gelirlerken, kendilerine kıyılarımıza 50 metre kala ateş açılmış ve subaylardan biri ölmüş, diğerleri yaralı olarak gemilerine dönmeyi başarmışlar. Türk makamlarının bu konuda karşı çıkacakları bir nokta var mıymış?"

Dilaver Bey, olayın İngilizler tarafından geçiştirilmek istenen kısmını ele aldı önce, cevaplamasını yaparken.. Üzerlerine ateş açılan İngiliz subayları karaya çıkmışlardı..

"Dur" emrine itaat etmemişlerdi. Bu, kaçakçılığı önlememize dair olan kanun maddesine aykırı bir davranıştı.. 1918 Numaralı Kanun'a göre, bu tip hareket eden kişilere ateş edilirdi.. Olaydan üzüntü duyulmaktaydı ama askerlerimizin hareket tarzı kanunlarımıza uygundu.

Bu tarzdaki konuşma, iki saate yakın bir süre devam etti.. Sona doğru, İngiliz kumandan cebinden bir kağıt çıkartarak kaymakama hitaben şöyle konuştu:

- Londra Hükümeti'nden aldığım üç maddelik talimatı size bildirmek isterim. Londra Hükümeti, Osmanlı Hükümeti'ne şu isteklerinin bildirilmesini talep etmektedir.

Dilaver Bey, burada kumandanın lafını kesti:

- Kumandan cenapları yanlış temas aramaktadırlar. Ben Türkiye Cumhuriyeti'nin temsilcisiyim. Osmanlı Hükümeti'nin değil...

İngiliz, kızararak ve özür dileyerek "Türkiye Cumhuriyeti" olarak değiştirdi lafını ve istekleri sıraladı!

İngilizler‘in istekleri üç bölümde toplanıyordu. Ve bu üç bölüm, sert bir hava taşıyordu.

1- Öldürülen subayın cesedini aramak üzere İngiliz Donanması'na bağlı motorlar sahillerimize gelecekler ancak, bu araştırma sırasında kendilerine ateş açılmayacağı hususunda yazılı teminat verilecektir.

2- İngiliz bayrağına tarziye verilecek, ölen subayın ailesine zarar ve ziyan ödenecektir.

3- Subaylarını öldürdüğünü tespit ettikleri Balıkesirli er Musa, derhal yerinden alınarak cezalandırılacak ve verilecek ceza kendilerine bildirilecektir.

Kumandan bunları bildirdikten sonra, Dilaver Bey'i gemilerine davet etti. Davet, nazik bir dille reddedildi. Kumandan daha sonra, İngiliz denizcilerin gezmek için Türk kıyılarına çıkıp çıkamayacaklarını sordu. Bunun da cevabı kesinlik taşıyan bir cümleydi:

- Hayır. İngiliz denizcilerin Kuşadası'nı ziyaretleri için Türk Hükümeti'nden bir talimat alınmış değildir.

Kısaca, kayıp İngiliz askerini arama izni ve aramalar esnasında kendilerine ateş açılmayacağının garantisini, İngilizlerden özür dilenip, ölenlerin ailelerine tazminat verilmesini ve askerlerini öldüren Er Musa’nın cezalandırılmasını talep ediyorlardı..Ankara’dan ilk cevap geldi ve arama çalışmalarına başlamalarına izin çıktı.18 Temmuz 1934 öğleden sonra İngilizlerde bir hareketlenme oldu. 4 muhrip ve 7 torpido ile Sisam Adası açıklarında belirdiler. Akıllarınca kararlılıklarını göstermek için gövde gösterisi yapıyorlardı ve bu muhtemel bir savaşın habercisiydi.

Kaymakam Dilaver Bey, İngiliz heyeti ile konuşmasını derhal Ankara'ya geçti. Bir kahve içmeye vakit bulamadan, Ankara'nın cevabı geldi. Bu kez makinenin başında Hariciye Vekili (Dışişleri Bakanı) Tevfik Rüştü Aras bulunuyordu ve Kuşadası Kaymakamı'na, İngilizler'e verilmek üzere bir mektup dikte ettiriyordu. Dikte ettirilen mektup şuydu:

"Kumandan cenapları, 2 İngiliz hafif motorunun kaybolan cesedi aramasına müsaade ettim. Ceset bizim tarafımızda bulunursa, tabiatıyla sizlere tevdi olunacaktır. Bu araştırmalara dünden memur edilmiş olan Gümrük Muhafaza motorumuz, İngiliz motorlarının araştırmaları esnasında beraber bulunarak, birlikte araştırmaya ihtimam edeceklerdir. Gümrük motorumuzun beraber bulunması, sahil muhafızlarını ateş etmekten men eder.

Kuşadası Kaymakamı Dilaver"

Tevfik Rüştü, mektubun yazdırılmasından sonra kaymakama bir de talimat veriyordu.. Talimat şuydu:

"Kaymakama, olayı yapan erlerin yerlerinden kaldırılıp kaldırılmayacağını ve soruşturma altına alınıp alınmayacağını sorarlarsa, soruşturmanın açıldığını ve bu nedenle erlerin yerlerinden alınmış olacağına şüphe etmediğini, kendi bilgisi olarak beyan eder. Bu konularda, kendisinden sorulmadıkça bir şey söylenmemesi lazımdır."

Mektup aynı gün, Kuşadası Liman Reisi tarafından İngiliz amiraline verildi. Amiral teşekkür ediyor ve ertesi gün bir kumandanı, cesedi arama zamanını kararlaştırmak için kaymakamı ziyarete yollayacağını bildiriyordu.

17 Temmuz günü sabaha karşı saat 02.30 sıralarında, Başvekil(Başbakan) Paşa Kuşadası'nı aradı. Ve buyurdu ki:

"İngilizler, çıplak adamlarının karaya çıkmadıklarını beyan etmekteler. Kaymakam Bey'in bu noktaya temas etmemiş olduğu, dikkatimizi çekmiştir. Hakikat nedir? Bunu hükümetin olduğu gibi bilmesi, meselenin halli için tek çaredir. Hükümetin yalan ve yanlış muameleye dayanması, çok zararlı ve muhataralı olur. Adamlar hakikaten karaya çıkmamışlarsa dahi, erlerimiz yine vazifelerinin gereğini yapmışlardır. Elverir ki Hükümet hakikate aykırı beyana düşmesin. Vekiller Heyeti şuanda toplantı halindedir. Binealeyh, memurlarımızın ve erlerimizin korkmayarak hakikati olduğu gibi söylemelerini isterim. Yarım saate kadar cevap bekliyorum."

18 Temmuz günü saat 15.20 sıralarında, Sisam sahillerinin önünden 7 harp gemisi çıktı. Bunlar ağır yolla Darboğaz'a doğru seyrediyorlardı..

"DahiliyeVekaleti'ne. Durumu yakından incelemek üzere, Gümrük Alay Kumandanı İlhami Bey, Genel Kumandan Seyfi Paşa'dan aldığı emir üzerine, şimdi bir Gümrük motoruyla Darboğaz istikametine hareket etti. Arz ederim.

Kaymakam Dilaver" "İzmir Valiliği'ne... Darboğaz istikametinde durumu incelemeye gelen Alay Kumandanı İlhami Bey'in Genel Kumandanlığı'na SÖKE POSTAHANESİ'nden yazdırdığı telgraf raporunu, bilgi için arz ediyorum.

RAPOR: Darboğaz'a geldim. Sisam önünde 4 kruvazör, 7 torpido var. Kruvazörlerden biri, 'Queen Elizabeth'tir. Cesedi aramak için yaptığım temasta, beni amiral gemisine çağırdılar. Gitmedim.

Alay Kumandanı İlhami"

Gazi Paşa, bütün bu olaylar sırasında Kızılcahamam'da bulunmaktaydı. Ve gelişmeleri de saati saatine izliyordu. İngiliz Donanması'nın tehditkâr bir tavırla kıyılarımıza yaklaştığı kendisine iletilince, Ankara'ya ve Kuşadası'na bağlı hatlardan emretti:

"Kanuni vazifesini yaptığı anlaşılan Türk eri Balıkesirli Musa, yerinden alınamaz ve cezalandırılamaz. Gerekirse Musa için Britanya İmparatorluğu ile halimahasama (savaş) göze alınır. Kızılcahamam'dan şimdi Ankara'ya hareket ediyorum. Ege Bölgesi'nde kısmi seferberlik emrini veriyorum."

İngilizler ‘in davranışlarının ne olacağı beklenedursun, seferberlik emri de yerine getirilmeye başlandı.. Kuşadası halkının telaşa kapılmaması için gerekli uyarılar yapıldı. Seferberlik emri madem ki Gazi Paşa'nın ağzından çıkmıştı, o halde en kısa zamanda yerine getirilecekti.. Öyle de oldu. Kuşadası ve havalisinde, en ufak bir aksaklığa meydan verilmeden her şey tamamlandı.

Gazi Paşa'nın dediği gibi, gerekirse Balıkesirli Musa için bütün Türkler bir kere daha ve yeni baştan dövüşeceklerdi. Bu, haysiyetli bir lider ve haysiyetli bir millet için kaçınılmaz bir durumdu. İcap ederse birtakım şeyler inceldikleri yerden kopacaklardı. Suskun İngilizler, kısmi seferberlik hazırlıklarını tamamladıktan sonra konuştular.. Bu bir telgraftı ve İngiliz Harp Filosunun başkumandanından geliyordu:

İngiliz Büyükelçisi, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’tan randevu istemişti.

-Dört askerimiz, diye söze başladı Büyükelçi, gemilerinden Kanapiçe Koyu’nu görüp çok beğenmişler ve yüzmek için oraya gitmeye karar vermişler.

-Söyledikleriniz doğru olabilir Sayın Büyükelçi dedi Tevfik Rüştü Bey. Lakin burası Türk toprağı ve her isteyen, izin almaya gerek görmeden elini kolunu sallaya sallaya giremez.

 İki ülke arasındaki diplomatik ilişkiler de İsmet Paşa ve İngiliz Dışişleri Bakanı Sir John Simon arasında yürütülüyordu. Gerginlik 19 Temmuz günü filo komutanından Dilaver Bey'e gelen “Maktul zabitin cesedini aramak için İngiliz motorlarına müsaade verildiği anlaşıldı. Sisam'da İngiliz Başkumandanı” yazılı telgrafla yerini sükunete bıraktı.

Türk Devletinin kararlı tutumu neticesinde İngilizler sadece kayıp askerin cesedinin aranması taleplerinin kabulüne razı oldu, birkaç gün içinde ceset bulunarak teslim edildi ve böylece Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin onurlu duruşu sayesinde İngiltere Devleti bir kez daha Mustafa Kemal Paşa karşısında tısarak geri adım attı.

 

TÖREN YAPILDI

İngiltere'nin, Mustafa Kemal'in bir asker için savaşa hazır olduğunu anlaması görüşmelere sağduyunun hakim olmasını sağlamıştı. İngiliz subayın öldüğü yerde, İngiliz donanmasınca bir anma töreni yapıldı, bir Türk torpidosunda törene katılmasına karar verildi. 20 Temmuz günü İngiliz donanmasına bağlı Queen Elizabeth ve ölen subayın görevli olduğu Devonshire gemisi ile Türk Donanması'ndan Kocatepe Muhribi yerini aldı. Saat 09.30'da tören başladı. Kurşunsuz üç yaylım ateşi yapıldı. Üzerinde “Türk Donanması'nın samimi teessürü” yazan çelenk denize bırakıldı. Tören sonrası İngiliz gemileri Sisam'a, Kocetepe ise Kuşadası'na döndü.

ATATÜRK'TEN TAKDİRNAME

Bir asker için savaşı göze alan Atatürk, Dilaver Bey'e 50 lira ikramiye, bir hafta izin ve takdirname gönderdi. Mülkiye müfettişleri, İngiliz amiraline çekilmiş olan 9 liralık telgraf ücretini kamu zararı sayıp Dilaver Bey'i mahkemeye sevk etti. Kaymakam davada beraat etti.

Er Musa ise askerliğini bitirene kadar aynı yerde görevini yapmaya devam etti terhis olunca Balıkesir’de ki köyüne gitti.

Bir ülkenin büyüklüğü, o ülkenin bağımsızlık ve özgürlüğüne düşkünlüğü, ekonomik ve kültürel yönden gelişmişliği, uygarlığa katkısı içte ve dışta saygınlığı ve ulusal konularda ortak tavır almalarıyla ölçülür.

Bu toprakları Balıkesirli vatansever Er Musa gibi ana ırzı bilip savunanlar varken, Ayyıldız’ı şanlı al bayrağımız kıyamete dek Türk’e has bu turkuaz semalarda nazlı nazlı dalgalanmaya devam edecektir...

BU VATAN SİZİN GİBİ DÜŞÜNEN YURTSEVERLERİN ESERİDİR..

Bu vatana karşılık beklemeden hizmet eden yurtseverlerin ruhları şad, mekanlarıuçmağ olsun…

 

Faydalanılan Kaynaklar:

Türk Dış Politikası Kriz İncelemeleri (Yazan Fuat Aksu)

Araştırmacı Yazar Nail Topal’ın bu hadise ile ilgili makalesinden yararlanılmıştır.

Gazeteci ve yazar Halit Çapın tarafından Dilaver Argun ile gerçekleştirilen röportaj-yazı ilk kez 15 Temmuz 1970 tarihinde Milliyet gazetesinde bir yazı dizisi olarak yayınlanmıştır. Yazar yukarıda alıntıladığımız metin Takvim gazetesinin 2-6 Ağustos 2005 tarihlerindeki nüshalarında yeniden yayınlamıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adnan GÜLLÜ Arşivi