Mehmet Işık İle Söyleşi: “Reis Kim?”

Mehmet Işık İle Söyleşi: “Reis Kim?”
Tarihçi Yazar Mehmet Işık’la “Teşkilat-ı Mahsusa” roman serisi ve yazarlık üzerine konuştuk.

Bir Ulu Destan/ Çanakkale 1915, Türkiye’nin Derin Tarihi, Vatan Sevdalısı Atatürk, Türklerin Tarih Kökeni, Osmanlı Tarihi, Osmanlıda Siyaset, Ölüm Uykusu Sarıkamış ve diğer pek çok kitabın yazarı, makale ve köşeyazılarından tanıdığımız, özellikle konferans konuşmaları ile dikkatleri üzerine çeken Tarihçi Yazar Mehmet Işık’la “Teşkilat-ı Mahsusa” roman serisi ve yazarlık üzerine konuştuk.

‘Tarih Tekerrürden ibarettir’ derler. Bu soru ile başlamak istiyorum; yazdığınız Teşkilat-ı Mahsusa serisinde geçmişten günümüze bir olay zinciri bulunmakta. Tarihin tekerrürden ibaret olduğunu ve bunu romanlarınızda hatırlattığınızı söyleyebilir miyiz? Tarihi, roman diliyle anlatmak ve uyarılarda bulunmak kolay olmamalı!

2-20180929095309.jpg

Tarih tekerrürden ibarettir sözünü bir tarihçi olarak kabul etmem mümkün değildir. Lakin tarihten ders çıkarmayanların aynı acıları yaşaması ihtimal dâhilindedir.  Son üç asrın siyasi, askeri ve ekonomik yapısında isimler ve rakamlar değişime uğramış ve sanki olaylar aynı şekilde yaşanıyormuş gibi gözüküyor. Belki de bu durum tarihinin tekerrür ettiği algısını güçlendiriyordur. Fakat tarih tekerrür etmez, bilakis kendisini yenileyerek devam eder. Dolayısıyla romanlarımızda tarihimizden ders alınmasını vurguluyorum. Tarihi olaylar üzerinden günümüze dek uzanan çıkarımlarda bulunuyor, okuyucunun dünün tecrübesinde, dünün ışığında günümüzü okumasını sağlamaya çalışıyor, geleceğe dair öngörüler elde etmesini hedefliyorum. Öyle derin, öylesine yürek yakan, öylesine destansı tarihimiz var ki her yönüyle örnek almak, ders çıkarmak gerekiyor.  Tarihi romanlarımız vasıtasıyla uyarılarda bulunmaya çalışıyorum. Elbette her şeyi biz biliyoruz, biz ne dersek doğrudur kibri ve ucuzluğunda değiliz. Roman diliyle anlatabildiğimiz ölçüde okurlarımızın geçmişle gelecek arasında bağ kurmasını, günümüzde yaşanan olayları sebep-sonuç ilişkisi kurarak anlamalarına yardımcı olma niyetindeyim. Öbür taraftan tarihçi geçmişi nakleden kişi değildir, aksine hem geçmişin izini süren hem de yaşadığı devri geleceğin geçmişi olarak kayda geçiren, yorumlayan, birkaç asır sonrasında bugünlerin anlaşılmasına katkıda bulunandır tarihçi. Naima’nın, Hoca Sadettin’in, Ahmet Refik’in, Tursun Bey’in ve daha nicelerinin eserleri,  sadece kendilerinden önceki dönemleri anlatması hasebiyle kıymetli değildir, bilakis devirleri hakkında verdikleri bilgiler sebebiyle de ayrıca değerlidir. Dolayısıyla yazdığım tarihi romanlarımın önemi şudur ki hem bizden öncesini kaynaklara dayanarak anlatması hem de yaşadığımız devrin gelecekte anlaşılmasını sağlayacağını umut ettiğimiz bilgi ve değerlendirmelere yer veriyor olmasıdır. Elbette tarihi, tarihi roman dili ile vermek o vakit çok zor, tehlikeli ve bir o kadar da kıymetli kılmaktadır.

11-088.jpg

Tarihi, roman diliyle anlatmak nasıl bir duygu!

Bence güzel bir duygu ve ben bu duyguyu seviyorum. Kuru kuruya bilgileri nakletmektense kahramanların dilinden, duyguları da ekleyerek, farklı pencerelerden olayları kahramanlara yorumlatarak anlatmak, okuyucuya ulaştırmak elbette çok keyifli. Bir mesele, tarihi bir olay hakkında bir roman yazıyorsunuz. Kahramanlara çok sayıda farklı görüşü, farklı yaklaşım biçimini benimsemiş şapkalar giydiriyorsunuz. Karşılıklı niyetler, inançlar, dünya görüşleri eşliğinde meseleyi tartışmaya açıyorsunuz. Elbette sonuç tarafsız olsun yahut olacak diye bir iddiamız yok lakin şunu da itiraf edeyim ki bahsi geçen mesele ile tarihi olayla ilgili şahsi kanaatimizi temsil eden en az birkaç karakteri de meydana getirmiş oluyoruz. Derdimiz tartışmalı konularda kafa karıştırmak değil bilakis okurlarımıza doğruyu, güzeli ve gerçeği yalın bir dille, tatlı ve akıcı bir roman diliyle sunmak, bir sinema filmi akışkanlığında yüreklere, beyinlere işlemektir. Hal böyle olunca TARİHİ, ROMAN diliyle anlatmak bana göre müthiş bir duygu! Sevdiğim bir yol ve Allah nasip ederse, okurlarımız teveccüh gösterirse, yayınevim sabır gösterirse bu güzel duyguyu ebedi âleme göçene dek yaşamak isterim. Tarihçi olmak bir kıymet, bir değer, bir ayrıcalıktır lakin bir de roman eklenince izahı çok zordur. Ben yazmayı seviyorum, mutlu oluyorum, her türlü zorluğa, karmaşaya, kaosa, hayatın zorluğuna rağmen sığınabildiğim tek limanım, düşüncelerimden dolayı yargılanmadığım tek âlemim orası. Söyleyemediklerimi, anlatamadıklarımı, aman incinir, aman kırılır diye kaygılanmadığım dünyam orası. Kahramanlarımın bana küsme ihtimali var mı? Yok elbet! İşte bu yüzden eşsiz bir duygudur yazmak, aynı okumak gibi!

Teşkilat-ı Mahsusa serisinin oluşum sürecinden de biraz bahseder misiniz?

Teşkilat-ı Mahsusa gerçek bir teşkilattır, tarihi ortadadır, kurucusu bellidir. Tarihteki görevi ve yaptıkları her yönüyle ortadır. Teşkilat-ı Mahsusa’nın her bir ferdi benim nazarımda bu milletin şerefli bir evladıdır, Osmanlı Devleti’nin en zor döneminde, mütareke yıllarında ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bu millet için, ezan için, bayrak için bir duruş sergilemiş, bir emek harcamıştır. İttihat ve Terakki ilişkilendirilmesi meselesi apayrı bir meseledir lakin ben olaya vatan ve millet çizgisinde bakıyorum. Enver Paşa, Mehmet AKİ Zenci Musa, Kuşçubaşı Eşref, Yakup Cemil, Süleyman Askeri ve daha binlercesi “Önce vatan!” diyerek yüreklerini ortaya koyarak varlık mücadelesi vermiş ve bugün üzerinde yaşadığımız ülkenin oluşmasında canlarıyla, kanlarıyla mücadele etmişlerdir. Yakın döneme kadar geçmişinden kopuk bir tarih algısı var idi. Geçmişe tu kaka deme pespayeliğine düşenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Öyle ki bazıları bilerek milletin değerlerine hakaret ediyor, milletimizi yanlış yönlendiriyor. Bazıları da akıl tutulmasına uğramış bir halde bu şarlatanlara inanıp peşlerinden gidiyor, kitaplarını okuyor, filmlerini izliyor, devlet imkânları kullanılarak organize edilen konferanslarına katılıyor ve geçmişine söven bu adamlara prim yaptırıyor, onları zengin ediyor. Bazıları kalkıp mütareke yıllarının hainlerini kahraman ilan edip vatan evlatlarını, isimsiz kahramanları hain göstermeye çalışıyor. İş böyle olunca biz mevki, makam, şan ve şöhret peşinde koşmak yerine kendi inandığımız doğruları savunmaya, bu vatan için tarihte kurşun atmış, kurşun yemiş, şehit olmuş gazi kalmış yiğitleri anlatmaya ahdettik ve bu doğrultuda yazmaya devam ediyorum. Hal böyleyken ABD’nin CIA’sını, İngiliz’in MI5 yahut MI6’sını Lawrence’nı, GetrudeBell’ini, Noel’in, Rambosunu anlatmak yerine Teşkilat-ı Mahsusa’yı anlatmayı, MİT’i, Özel Harekâtı anlatmayı tercih ederim. Bu düşünceyle çıktığımız Teşkilat-ı Mahsusa serimiz bize o kadar çok anlatacak hikâye, kahraman verdi ki artık başlığımızı TEŞKİLAT-I MAHSUSA atmaya mecbur kaldım. Sonra Teşkilat-ı Mahsusa’yı 1950 sonrası yeniden uyandırdım. (Kurgu olarak/Gerçekte böyle bir şey ne var derim ne de yok. Var diyemem resmi anlamda böyle bir yapı yok, MİT tarihinde Teşkilat-ı Mahsusa’dan bahsedilse de MİT bir Teşkilat-ı Mahsusa değildir. Dolayısıyla resmiyette yok lakin bugün ülkemizde TEŞKİLAT-I MAHSUSA fedailerinin yaptıklarını yapacak yiğitler yoktur diyebilir miyiz? Onlar gibi önce vatan diyenler yok mu? Onlar gibi gerek resmi görevli gerek gönüllü vatan evlatları bu coğrafyada, can verip şehit olmuyorlar mı, vatan için gecelerini gündüzlerine katmıyorlar mı, ezan dinmesi, bayrak inmesin diye şehadete yürümüyorlar mı? Tabi ki böylesine yiğitlerimiz var ve var olmaya devam edecektir. Mete Han’dan bugüne var idi bundan sonra da olacaktır. Öyleyse tarihimizin en önemli teşkilatlarından birini roman başlığı yapmakta bir beis yoktur diye düşündüm.) Teşkilat-ı Mahsusa serimizin ortaya çıkışı bu kaygı ve hissiyata dayanmaktadır. 2015 yılında Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor, 2016 sonu 2017 başında Teşkilat-ı Mahsusa Operasyonu, 2018 yazında ise Teşkilat-ı Mahsusa Son Oyunu yazdım. Elbette bu serinin oluşması için hem Teşkilat-ı Mahsusa’nın özel tarihinde hem Osmanlı’nın sonu ve Cumhuriyetin ilk yıllarında bolca kullanabileceğim gerçek kahramanlık öyküleri vardı. Öyleyse geriye günümüzdeki olaylarla bağlantı kurmak kalıyordu, sizin ve okuyucularımızın da malumudur ki yakın dönem Türkiye tarihi de bu açıdan oldukça zengin. Bunlar arasında bağ kurup yola çıktık, ilk kitaptan sonra yoğun bir okuyucu kitlesinin teveccühüyle karşılaştık. Okurlarımızın merakı, talepleri, gelen mesajlar, mailler, konferansalar sırasında doğrudan iletilen talepler serinin önce ikinci sonra üçüncü kitabının yazılmasında etkili oldu. Teşkilat-ı Mahsusa serimizin serüveni böyle.

Teşkilat-ı Mahsusa Uyanıyor, ‘Operasyon’ ve son olarak ‘Son Oyun’ adlı romanınız okuyucuları ile buluşmaya başladı. İlk kitabınızda ki merak konusu üçüncü seriyi de okuyucular tarafından arzulattı. ‘Son Oyun’ Teşkilat-ı Mahsusa serisinin sonuncusu mu? Devamı olacak mı?

Aslında benim niyetim ana kahramanı artık öldürmek, seriyi sonlandırmaktı. Teşkilat-ı Mahsusa Son Oyun’u yazarken böyle başlamış, bu konuyla ilgili de başta yakın çevrem olmak üzere yayınevimi de bilgilendirmiştim. Fakat kitapların senaryolaştırılması ihtimali ortaya çıkınca kahramanı öldürmekten vazgeçtim. Diğer taraftan gerek okurlarımızın gerek yakın çevremizin ve gerekse yayınevimizin serinin devamı gelmeli yönündeki talepleri kesin bitti dememe mani oldu. Şu halde okurlarımızın beklentisine göre hareket edeceğim. Belki 4. Kitap bir yıl sonra belki de 4-5 yıl sonra çıkar. Bilemem belki de nasip olmaz kahramanımız son kaldığı yerde, ömrümüz vefa etmezse ebediyen son sahnede kalır. Bunlar muallâk ve neticesini önceden kestiremediğim şeyler. Ama gönül ister ki böyle seri kitaplarda elinizde doğan kahramanı, kendi inanç ölçüleri ve değerler silsilesinde ebediyete yolcu edeyim. Çünkü benim başkarakterim Türk Milletinin kahraman bir evladı, onurlu bir Türk! Yatakta ölmeyi zül sayan şehitliği şeref sayan bir kahraman! Belki sırf bu yüzden bile bir kitap daha yazıp kahramanımızı adına yakışır şekilde yolcu etmeyi göze alabilirim. Sanırım son satırlarım, son sözlerim bizim tarihi roman ve yazdıklarımıza olan bakışımızı özetliyor. Özetle nasip kısmet!

Kahramanın yolculuğu ile başlayan bir tarih girdabı var! Biyografik bilgilerden ziyade kahramanın yaşamı ile tarih örgüsünü anlatıyorsunuz. Kahramanla kurulan ruh bağını nasıl ifade edersiniz?

Bizim kahramanlarımız alelade bir kurgunun basit ve yapay kahramanları değildir. Gerçek hayatta karşılıkları vardır, gerek isim olarak gerekse karakter ve ruh yapısı olarak kanlı ve canlı bu ülkenin sokaklarında, dağlarında anaların yüreklerinde babaların onur duyarak anlattıkları kahramanlık öykülerinde yaşamaktadırlar. Yani bizim kahramanlarımızın bir bölümü geçmişte yaşamıştır, bir bölümü hâlihazırda yaşamaktadır. Bir bölümü ise gelecekte kahraman olarak karşımıza çıksın, millete umut olsun diye hülyalarını kurduğumuz kahramanlardır. Bu ruh hep canlıdır, hep canlı kalacaktır. Yazar olarak bunu yaşatmak zorundayım, çünkü kitaplar yaşar, kahramanlar yaşar. Bu yüzden kahramanlarla ruh bağımız kuvvetlidir, bizden bir parçadır!

Romanınızda Politika ile edebiyatı bir arada işlenmiş gibi görsek de ince çizgisinde tarihin roman edebiyatı daha ağır basıyor. Bu gerçekten zor olmalı! Ayrımını nasıl başardınız?

Ben bir insanım, tarih benim değerlerimin aynası, din benim yaşamımı membaıdır. Değerlerim var ve bu değerlerkanunlardan üstündür. Bir davam var, ülküm var, inancım var! Doğru olanın, hak olanın, mazlum olanın yanında olan bir davam var. Ben Müslümanım, ben Türk’üm! Politikam yok, benim bir siyasetim, bir davam var! Doğru söylüyorsunuz bu çizgiyi ayırmak çok zor! Fakat benim davam, benim siyasetim partiler üstü, yalana ve inkâra dayalı politikaların çok üzerindedir. Politikanın Kudüs’ünde, Doğu Türkistan’ında Halep’inde ancak kan ve gözyaşı vardır. Oysa benim davamda Kudüs bir merhamet krallığının başkentidir. Doğu Türkistan benim yurdumdur, Somali evim, Bosna yurdumdur. Kan yoktur, cinayet ve vahşet yoktur. İlim vardır, irfan vardır, Mevlana gibi gönle akma, Yunus gibi Türkçe konuşma, Hacı Bektaş gibi dosdoğru olma, eline, beline, diline sahip olma vardır. Bu yüzden yazarken bu coğrafyanın ve ata yadigârı tarihimizin öz kaynaklarını kullanıyorum, değişken, sana göre bana göre ucuzluğuna düşmüş politikaya tenezzül etmiyorum. Tarihi romanlarımızı politik çizgide berbat edemeyiz. Edebiyatın ve tarihin politikayla ilişkisi hiçbir zaman uzun ömürlü olmadı ama her ikisinin de bir davası oldu ve olacaktır. Dolayısıyla bizim derdimiz hak olandır, halkın yanı olandır asla ve katta kalemimiz günübirlik ucuz politikaların silahşoru olmayacaktır, rabbim bizi bununla imtihan etmesin, bizi bu garabete gark etmesin inşallah.

Kitaplarınızı okuduğumuzda sadece Orta Doğu politikasıyla değil, kültürüyle de ilgili olduğunuz anlaşılıyor. Üstelik bölgenin kültürünü ve politik koşullarını tüm dünyaya, doğru şekilde aktarmayı da önemsiyorsunuz. Bundan bahseder misiniz? Dikkat edilmesi gereken konular nelerdir?

Bizim iddiamız kültürümüzden gelir. Her toplumda kahramanlar vardır lakin kültürler her toplumda farklıdır. Bizim büyük medeniyetler kurmuş bir milletin evlatlarıyız. Derdimizi kültür öğelerimizi geleceğe taşımak, gençlerimizin öz kültürlerinden uzaklaşıp kültür emperyalizmine teslim olmamalarını sağlamaktır. Bir yazar kendi öz değerlerini yaşatmak ve geleceğe aktarmakla mesuldür diye düşünüyorum. Öyleyse ben de kendi kitaplarımda bu doğrultuda çalışmalar yapmalıydım.  Diğer taraftan ben bir politika kitabı yazmıyorum. Salt tarih araştırma kitabı da yazmıyorum. İnsanı anlatıyorum, her yönüyle insanı. Tarihiyle, davasıyla, diniyle, musikisiyle, gelenek ve görenekleriyle, adetleri ve örfleriyle insanı anlatıyorum. İnsana özgü ne varsa onu anlatmaya çalışıyorum. Bizim kitaplarımızın tek mekânsal alanı Ortadoğu değil. Avrupa’da bir kent, İstanbul’da bir semt, Maraş’ta bir oymacı dükkânı, Bosna’da bir kıraathane, Kudüs’te bir mermer lahit, Fas’ta çölün ortasında bir sahra… Velhasıl bu coğrafyalarda yaşanan kültürleri hem kendi geleceğimiz çocuklarımıza hem de gelecekteki dünyaya bırakmaya çalışıyoruz. Bilemeyiz, sevdiğimiz bir söz var! Bebekler doğuyorsa tanrı hala dünyayı önemsiyor! Öyleyse biz vazifemizi yapalım, kültürümüzü yaşatalım, medeniyetin inşasında zerre katkımız olursa dünyaya geliş gayemize hizmet etmiş oluruz herhalde. Elbette kültür aktarımında doğru ve ilkeli olmak gerekiyor.  Hakiki olan ne ise, doğru olan güzel olan, millete ait olanı vermek gerekiyor. Matbuat çok önemli, bir milletin dinamikleriyle oynak, kültüründen uzaklaştırmak için elbette yazın dünyasına sahip olmak yeterli. Öyleyse bulunduğumuz alan ve üstlendiğimiz mesuliyet çok fazla. Son zamanlar eş cinsellik üzerine, kendi öz kültürünü yok sayan bireyler inşa etme adına yayınlar, filmler yapılıyor ve maalesef dinimiz, milletimiz ve kültürümüz hedef alınıyor. Bunun farkında olmak, doğruyu ve güzeli anlatmak, kültürü muhafaza edip ileriye taşımak yazar camiasının bir meselesi olmalıdır. Elimizden geldiğince kültürel meselelerimizi işlemeye bu hassasiyetler çerçevesinde dikkat ediyoruz.

Yazarken sizi rahatsız eden herhangi bir şey yaşadınız mı? Tarafsızlık önemli bir konu!

Yok, beni rahatsız eden bir durum ile karşılamadım. Tarafsız olmak gibi bir iddiam da yok! Ben bir tarih araştırma eseri meydana getirsem, tez hazırlasam elbette tarafsızlığa özen gösteririm. Ama tarihi roman yazarken buna ihtiyacım yok. Benim derdim, yeni bir şeyler söylemek. İnandığım davayı en iyi şekilde anlatmak. Dolayısıyla eleştirdiğim sistemlere alternatifler oluşturmak, okuyucularımıza bir de buradan bakın, böyle de olabilir demektir. Bunu söyleyebilmek için bir sisteminiz, sunduğunuz yeni bir imkân olmalıdır. Bu durumda da sizin kalkıp ben tarafsız bir tarihi roman yazacağım demeniz en basit ifadeyle komiklik olur. Bu yüzden tarihi roman yazarken beni rahatsız eden, sınırlandırmaya çalışan, yazmama mani olacak bir durum yok ve olamaz! Benim romanlarımın bir tarafı vardır, inandığım doğrularım ise tarafımdır. Eğer kastınız politik manada bir tarafgirlik ise,  şunu söyleyeyim birilerinin değirmenine su taşısaydım, birilerinin kalemşorluğunu yapsaydım, milletin değerlerine hakaret eden bir marjinal grup içerisinde olsaydım, yahut kaynağı belli olmayan, tasması dışarıda olan gruplara eyvallah etmiş olsaydım özgürce yazamazdım, o vakit bizi yazma rahatlığından mahrum edecek emir ve talimatlar gelebilirdi. Tabi param olurdu, mevkiim olurdu, belki de Türkiye’nin en çok satan yazarlarından biri olarak lanse edilirdim, ünlü olurdum.  Ama yazar olamazdım, özgür olmazdım, bir devrin saman alevi gibi yanıp sönen bir cılız görüntüsü, kullanılıp atılan bir kâğıt mendil hissiyatıyla bir ömür yaşamak zorunda kalırdım. Bu yüzden politik dünyada tarafsızım,  benim tek tarafım var o da vicdanım! Bu yüzden gayet tarafsız, özgürce yazıyorum, her cümlem yüreğimden kopan cümledir.

Seriyi okuyanlar için dünyanın geri kalanında göremeyeceğimiz bir şeyler mutlaka vardır. Yazarın okuyucusuna ışık tutmakla yükümlü olduğunu söylesem devamında neler söylersiniz. Sizi yazmağa kışkırtan nedir?

Bu benim yaşam biçimim. Okumak ve yazmak benim için uykudan daha önemlidir. Yemek ve içmek gibi… Hatta yazarken ve okurken bu işlemlerden bile feragat edebiliyorum. Bunu bir kışkırtma dürtüsü olarak değil bir yaşam biçimi olarak algılamak daha doğru olur. Yazar, eseriyle zaten okuyucusuna bir şeyler anlatarak ışık tutmaya çalışır. Niyetimiz biz yazalım biz okuyalım değildir, bilakis insanların okuması ve faydalanmasıdır. Umarım bizler yazdıklarımızla birilerinin hayatında güzele ve iyiye dair zerre-i miktar kadar değişikliğe vesile olmuşuzdur. Eğer olmuşsak işte tüm hedefimiz budur ve o zaman kendimi başarılı addederim.

Yazarken kimlere başvuruyorsunuz? Bir ameliyat masasını anlatmak için bir doktora mutlaka gerek duymuşsunuzdur.

Kesinlikle birçok alanda birçok yardımcımız var. Bunları direk talep ettiğimiz gibi talep etmeden gözlemle de yardım alıyoruz. Örneğin bir cenaze defin işlemi var kitapta. Mutlaka bu konuyu dini yönden araştırmak gerekiyor, sorup öyle yazmak lazım. Yahut bir silahlı yaralama vakıası var ve sahne hastanede geçiyor. Oysa ben bir cerrah değilim, elbette ince detaylara kadar verilecekse olay, konun uzmanı birinden yardım almalıyım. Gezmeliyim, gözlem yapmalıyım, kaynak okumalıyım, spesifik konularda uzmanından yardım almalıyım. Doğru olanı bu, okuyucu karşısında inandırıcı olmak adına da buna ihtiyacım var.

Tarih aralığı olarak çok geniş bir zaman dilimine sahip bir kitap serisi… Metehan’dan günümüze! Bu ayrıntı ile okuyucularınızdan farklı sorular geliyor mu?

Aslında bu tarihi süreç, tarihi kronolojiye mahkûm değil. Zıplama yöntemiyle yazılan öyküleri barındırıyor. Okuyucu henüz ilk cümleden itibaren genellemeleri ve özel konuyu kavrıyor, uzun ve salt bir tarih makalesi, bir doktora tezi yahut araştırma kitabı okumadığını idrak ediyor. Dolayısıyla öylesine 2500 yıllık bir tarih karmaşasının içine girmediğini biliyor. Metehan’dan Mehmet Işık’a uzanan bir hikâye var elbette ama bu bir kurgu, kaynağı tarihimizin gerçeklerinden alan bir kurgu. Tabi her şeyi vermek gayesinde değiliz, birazını bizden duyar, merak duygusuyla hareket eder, araştırmaya yönelir. Bu da bizim için hedefimize ulaştığımız anlamına gelir. Kitabımızın ilki ile üçüncüsü arasındaki tarih aralığı sadece bir AN meselesidir.

Teşkilat- Mahsusa serisinin ‘Son Oyun’ kitabında okurunu neler bekliyor?

(Gülüyor, sanki okurlar okusun, onların merakını öldürmek istemiyor) Çok şey bekliyor! Ne söylesem yarım kalır, eksik olur. Bu yüzden okurlarımızın kitabı okuması gerekiyor. Öbür taraftan içerikle ilgili merak edenlerin, Tarihçi Yazar Mehmet IŞIK facebook sayfasından ve @trhcyzrmehmetinstagram hesaplarımızdan yayınlanan video ve tanıtım bültenlerinden takip etmelerini öneririm.

Derin Tarih ile yüzleşme olarak adlandırabilir miyiz bu roman serisini?

Türkiye’nin Derin Tarihi’ni anlama ve yorumlama, tarihimizle yüzleşme ve doğruyu tespite çalışma olarak adlandırabiliriz. Aslında geçmiş ve günümüzü anlama olarak değerlendirebiliriz.

Hiç tereddüt edip, yeterince iyi olmadığınızı düşündünüz mü?

Her zaman düşünürüm, her zaman dışardan bir gözle yazdıklarımı okumaya, değerlendirmeye önem veririm. Hatta bu konuyla ilgili bizi eleştirmesi için, yazdıklarımızı okuyup değerlendirecek bir ekibim var. Bu ekip birbirlerini tanımıyorlar. Yazma işi tamam dediğim gün, ham haliyle kitabı bu ekibe ayrı ayrı gönderir ve eleştirilerini yapmalarını isterim. Yapılan eleştirileri titizlikle inceler, haklılık payı olanları değerlendirir, düzeltilmesi gerekiyorsa düzeltir, eklenmesi gerekiyorsa ekler, çıkarılması gerekiyorsa çıkarırım. Ancak o vakit kalbim mutmain olur, okuyucuya ulaşmasına ondan sonra karar veririm. Gönüllü eleştirmen takımına ve işini iyi yapan editörlere sahibim. Ben oldum demem, diyemem, demek istemem. Aksi halde hataya düşerim, her zaman beğenilmeme, yaptıklarımın tam manasıyla hedefine ulaşmama ihtimalini düşünür, tedbirli davranmaya özen gösteririm. Ben oldum, en iyisini yazdım demek yerine acaba olmadı mı, ya eksikse ya iyi anlatamadıysam kaygılarını yaşamayı tercih ederim.

Hiç bu günlere geri dönüp, kitaplarınızdan herhangi birini okuyor musunuz?

Hepsini okuyorum. Neden okumayayım ki, yazan Mehmet IŞIK ile okuyan Mehmet IŞIK farklı kişiler çünkü. Yazarken girdiğim ruh haliyle okurken girdiğim ruh hali aynı değil.

Yazarken sansür uyguladığınız bölümler oldu mu?

Tabi ki sansür uyguladığım yerler var. Elbette bulunduğum toplumun değerlerini göz önünde bulundurmalıyım. Siyasi kimlikleri yazarken de buna dikkat ediyorum, taraf olmak, taraf görünmek istemem. Ama bu hak edenin hakkını vermemek değil.

Kitaplarınızda yakın dönem siyasi kimlikleriyle ilgili bölümler var mı? Son Oyun kitabınızdaki Reis ifadesi birini çağrıştırıyor mu?

Yakın dönem olaylarını yazıyoruz ve muhakkak isimler var, doğrudan isim olmayan ancak tasvir, bulunduğu konum ve sahip olduğu güç gibi özellikleri verilenler de var.  Reis, Anadolu evladıdır, kahramandır, yiğittir, gözü pektir. Reis, koruyan, kollayan, sahip çıkan, mert ve yüreklidir.  Kitabımın içinde Ali KINIK Bey’in türküleri dinlenilerek yazılan bölümler vardır, reis orada bellidir. Kitabın bölümleri arasında yeri geldiğinde “Reis” Abdullah Çatlı’dır, Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Dünya derin devletiyle mücadelede “Reis” Türkiye Cumhuriyeti’dir, Türk Milleti’nin ve Türk Devleti’nin devlet başkanı Recep Tayyip Erdoğan’dır. Velhasıl, Türk Milleti tarafında saf tutmuş, taraf belirtmiş herkes REİS’dir. Biz de serimizde yeri geldiğinde bu ismi hak edene verdiğimizi düşünüyoruz. Zaten okurlarımız kitabı okuduklarında “Sen söyle Reis!” serzenişinde kimi ve neyi kastettiğimizi, siyasi kimlik olarak hangi kimliğe hitap ettiğimizi göreceklerdir.

Çok farklı bir soru olacak ama Halkı kurtarıcılardan kim kurtaracak? Kitabı okuyana Kahramanlık kapısı bırakmıyorsunuz. Son kitapta Kahramanlık kapısını açtığınızı düşünüyor musunuz?

Kitabımızda kurtarıcı yok, dava adına ölenler, şehit olanlar var. Özellikle SON OYUN kitabımızın kahramanı herkes. Sen, ben, Ahmet, Mehmet… Yani Türk Milleti’nin tam manasıyla kendisi. Siyasetçisi, doktoru, mühendisi, öğretmeni! Herkes kahraman diyeceğim abartılı ve ukalaca bir tanım oldu diye düşünebilirsiniz. Ama hakikat bu, dolayısıyla okuduğunuz vakit kendinize bir vazife çıkaracak, kendinizi bir kahraman olarak içinde bulacaksınız.

Geçmiş ile gelecek arasındaki tarihi bağı kurduğunuzu düşünüyor musunuz?

Vazife olarak kabul ettiğim mesele de tam olarak bu. Geçmiş ile gelecek arasında köprü olamayan yazar, başarılı olamamış demektir tarihi romanda. En azından ben böyle düşünüyorum. Çünkü dün geçti, bugünü iyi ya da kötü yaşıyoruz, yarına ümitle bakma istiyoruz. Dolayısıyla çalışmak, üretmek ve sabretmek gerekiyor. Geçmişin tecrübelerinden yararlanıp geleceği iyi planlamak gerekiyor, bunu yapabilmek için de bağ kurmak, kurulan bağı canlı tutmak gerekiyor. Ben de bir yazar olarak yazdığım tarihi romanların nihai hedefleri arasında gördüğüm geçmiş ile gelecek arasında bağ kurmayı önemsiyorum, üzerinde çalışıyorum, üretiyorum ve sabrediyorum. Benim bunu yaptım dememin bir anlamı yok, okurlar bunu demeli, meyvelerini aldığımız zaman vazifemizi yerine getirmiş olacağız.

Yazmak ve Okumak arasındaki fark nedir?

Yazmak, çok iyi derecede aşçı olup mutfakta yemek yapmaya benzer. Okumak ise yapılan bu güzel yemeği yemeğe! Birinde üretirsin, özünden verirsin. Diğerinde üretileni, sağlı bir şekilde tüketirsin. Boş olanı doldurur, sonra yazmaya başlarsın.  Yukarıda da bahsettiğim gibi ben evet yazarım ama aynı zaman da farklı bir kimlik olarak bir okurum. İyi bir yazarım diyemem ama çok iyi bir okuyucu olduğumu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Vakit ayırıp sorularımıza cevap verdiğiniz için teşekkür ederiz, sorularla sizi yorduk, zamanınızı aldık.

Estağfurullah, ne yorulması, benim için keyifli bir sohbetti.  İlgi ve alakanız için ben teşekkür ederim, başarılar dilerim.

İlgili Haberler
Etiketler :
HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.