Medeniyetlerin ve Kültürlerin Kaynağı Dindir
Medeniyetlerin ve kültürlerin menbaı dindir, imandır, insanlığın evrensel ortak değerleri denilen güzel ahlaktır. Bunlar olmadıkça maddî ve manevî gelişmeler cılız kalır, yetersiz olur. Ahlakî faziletlerden mahrum bir muhitte ise medenî kemâlât (mükemmel davranışlar, insanî gelişmeler) ve içtimaî (sosyal) mehasin (ahlâkî güzellikler, pozitif gelişmeler) tecelli edemez. Bilakis imansızlık, ahlâksızlık ve dinsizlik, hem kültürü ve hem de medeniyeti temelinden sarsar, toplumları birçok içtimaî kargaşa, kaos ve anarşi içinde bırakır. O toplum da , o devlet de zaman içinde içten içe çürür ve yıkılır.Bu hususta Sosyolog İbn-i Haldun, dinden uzaklaşan, dinsizliği devlet politikası yapan kavimlerin kısa zamanda çöküş sürecine girdiğini tespit etmektedir.(İbn-i Haldun, Mukaddime,İstanbul, MEB Yayınları, 1990, c. 1, s. 94-95.)
İnsan dışındaki canlılar, bitkiler ve hayvanlar yeryüzüne adımlarını atar atmaz, yaratılış gayelerine uygun olarak varlığın genel kanunlarına uyarlar. Bunların her biri kendilerine özgü vazifelerini mükemmel yaparlar.Çünkü onlara lâzım olan her şey, önceden öğretilmiştir. Ancak, yaratılmışların içinde sadece insan, iki davranış biçimiyle karşı karşıyadır. Ya varlığın genel kanunlarına (âdetullaha, tabiat kanunlarına) uyarak, yaratılış gayesine uygun olarak hareket edecek; yani inançlı, çalışkan, sorumluluk sahibi, kültürlü ve medenî birisi olacak ya da sorumsuz, tembel, inançsız ve ahlâksız, kültürden ve medeni- yetten uzak bir kişi olarak varlığın genel kanunlarının dışına çıkarak, anarşi ve terör girdabında boğulup mahvolacaktır.
İşte Çağımızın problemlerine Kur'an-ı Kerim reçetesinden çareler bulan, Özgün Kur'an Müfessiri Bediüzzaman Hazretlerinin Risale-i Nur Külliya- tıyla insanlara kazandırmaya çalıştığı maddî ve manevî boyutlu eğitim anlayışıyla, insanın-/insanlığın kâinatın genel kanunlarına (âdetullaha, tabiat kanunlarına ) uyan, araştıran, sorgulayan, iletişim kuran, kendini keşfeden, “Yaratılmışı yaradandan ötürü seven”, sürekli öğrenen, öğrendiklerini kullanabilen, problem çözme becerisi gelişmiş, ilkeli, duyarlı, açık görüşlü, risk alabilen, dengeli, düşünen, bilgili, kültürlü ve medenî bir birey olarak davranmasını sağlamaktır.
Maddî ve manevî boyutlu bir eğitim yaklaşımını öngören ve bunu gerçekleştirebilecek, pratik bir altyapıya sahip Risâle-i Nur'un bu eğitim yaklaşımına sadece ülkemizin değil, bütün insanlığın muhtaç olduğunu düşünüyorum. İnsan haklarına saygılı, toplumsal barışın tesis edildiği, insanca yaşanabilen, adaletin hâkim olduğu bir dünya için buna ihtiyaç vardır. Çünkü, bu yaklaşım evrensel bir yaklaşımdır.
Risâle-i Nur'da, hem insanlığın hem de özellikle İslâm âleminin üç büyük düşmanı olarak, “cehalet, zaruret ve ihtilâf” zikredilmektedir. Bu üç büyük düşmana karşı “marifet, san'at ve ittifak” silâhıyla mücadele edilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Pozitivist / materyalist eğitim anlayışının meydana getirdiği manevî boşlukların anarşi ve terörle doldurularak kan ve göz yaşının had safhaya ulaştığı günümüzde, insanlara iki boyutlu bir eğitim verilmesi ihtiyacı daha da önem kazanmıştır.
Fizik, kimya, biyoloji, matematik jeoloji, tıp ilmi gibi ilimleri okuyan insana Allah'ın varlığını, birliğini sezebilen, görebilen bir bilinç de verilmelidir.Yani fen ve din bilimleri birlikte okutulmalıdır. Çünkü “Aklın nuru fünun-u medeniyedir. Kalbin nuru ulum-u diniyedir. İkisinin imtizacıyla insanın / insanlığın hakikati tecelli eder.” ( Münazarat 127)
Abbasiler devrinde iki yüz yıl boyunca Mu'tezile mezhebi mensuplarının, kendilerinden olmayanlara görüşlerini dayatmaları; ortaçağda kilisenin, hür düşünenleri Engizisyon Mahkemele- rine vermesi, ilmî istibdat görüntüleridir. Bediüzzaman'ın ifadesiyle ilmî istibdat, "Taklidin pederi ve istibdad-ı siyasînin veledidir." Cebriye, Rafıziye, Mu'tezile gibi İslamiyet'i müşevveş eden fırkalar, hep ilmî istibdatın neticesidir. (Münazarat 22)
Bediüzzaman Said Nursî, her alanda olduğu gibi, ilmen geri kalmışlığımızın sebebini de siyasî istibdatın doğurduğu ilmî istibdata (Tarihçe-i Hayat, s. 79. ) bağlıyor ve şöyle diyor:
“Hicrî beşinci asırdan on ikinci asra kadar, yani miladî, on birinci asırdan on dokuzuncu ve yirminci asra kadar geçen dönem "mazi" şeklinde ifâde edilmiştir. “Mazi” diye tanımlanan taassup ve taklit dönemlerinin bir özelliği olan istibdat, İslâm'ın ilk emri olan “oku” emrinin bile önüne geçerek, eğitim kurumlarının statikleşmesine, taklidin yaygınlaşmasına sebep olmuş ve bilimsel bilginin üretilmesine engel olmuştur.Bu ve benzer sebeplerle İslam toplumları fen ve teknoloji üretiminde geri kalmıştır. “Özgürlüğün olmadığı yerde, baskının olacağını, bunun sonucunda da zulmün ve zorbalığın baş göstereceğini” (Divan-ı Harb-i Örfi, s. 19. ) belirten, "Ben ekmeksiz yaşarım, hürriyetsiz yaşayamam"( Bediüzzaman Said Nursi, Emirdağ Lahikâsı, I, Yeni Asya Neşriyat, 1994, s. 18. ) diyen Bediüzzaman'a göre “İlmî istibdat”, karşı görüşü dikkate almamak, baskı yaparak “Tek doğru budur.” demektir.
Bediüzzaman'a göre "Fikr-i milliyet, şu asırda çok ileri gitmiş. Husûsan dessas Avrupa zâlimleri, bunu İslâmlar içinde menfî bir sûrette uyandırıyor- lar; tâ ki, parçalayıp, onları yutsunlar." (Mektûbat, Yeni Asya Neşriyat, 1994, s. 310) Çağdaş eğitim yaklaşımı ırkçılığa dayalı menfî milliyetçi anlayışı artık reddetmektedir. Çünkü birlik ve beraberliği tesis etmesi lazım gelen eğitim yaklaşımı, ırkçılık anlamında bir milliyet temeli üzerine oturtulursa, bugün olduğu gibi gelecekte de insanları kavga ortamına taşıyacak ve her türlü ihtilâfa, bölücülüğe zemin hazırlamaya devam edecektir.
Elhasıl Pozitivist / Materyalist akıl yanıldığını kabullenmelidir. Din ve bilimin birbirinden ayrılmaz bir gerçeklik olduğu artık teslim edilmelidir. İslâmiyetle muharref Hıristiyanlığı aynı sanma cehaleti son bulmalıdır. Dine karşı önyargıdan, dinin ideolojiye indirgenmesi, siyasîleştirilmesi ve dünyevîleştirilmesinden vaz geçilmelidir.
Çünkü insanımız / insanlık bu fikirlerin çürüklüğünü artık bütün boyutlarıyla görmekte ve nelere mal olduğunu da bilmektedir.
Eğitim ve öğretim anlayışımızın yeniden şekillenmesine ihtiyaç duyulan bu günlerde Bediüzzaman'ın yukarıda henüz çok az bir kısmından bahsettiğim görüşlerinden istifade edilmesinin zamanı gelmedi mi ?

Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.