Yeter, Yoksulların Halini Anladık!

.

Gerçekten de yoksulların halini anladık. Sahiden yahu, bu yoksullar ne çekiyormuş, iki gündür bunu çok iyi anladım. Hâlbuki sahurda üç öğün yemeği mideye götürmüş, tatlı, çay, meyve suyu, buz gibi suları da bir güzel içmiştim. Af buyurun ama neredeyse deve gibi hörgücüme her bir şeyi saklamıştım.

İlk gün çok zor geçti, tam saat iki de uyandım.

Alışkanlık yapmışız, uyanır uyanmaz içeceklerimiz hazır. Sabah kahvesini de lokumla birlikte yudumluyorum. Sonrasında mükellef kahvaltı gelsin. Tam bir saat kesintisiz yemeye alışmış bu mide.

Yoksulların böyle bir şansı yok, onu iki gündür öğrendim.

Sahura kadar uyumayınca, öğleye kadar uyumak da bana şart olmuş demek ki.

Saat iki de uyandım ama ne içeceklerim var, ne de kahvem.

İşe de gitmedim ama sorun değil, o kadar çalışanı boşuna mı istihdam ediyoruz?

Maksat yoksular iş sahibi olsun, ekmek kazansın.

Yataktan doğruldum, mutfağa geçtim, salonu kolaçan ettim ama kimse yok.

Yahu benim aşçım nerede?

Hanım halen uyuyordu, demek ki o da benim gibi uykuya yenik düşmüş.

Şimdi bu halimle kendime kahvaltılık bir şeyler hazırlasam ele güne rezil olurum.

Midem de “rezil” durumdaydı, iki rezillikten birisine karar vermem lazımdı.

Tam masayı donatmak için buzdolabına elimi uzatıyordum ki, aşçımız geldi; “beyim ne yapıyorsunuz, siz oruçlusunuz” dedi.

Tüh be, tamamen unutmuştum, bu Ramazan şöyle herkes gibi bir oruç tutalım demiştim.

Maksat yoksulların halini de anlamak.

Empati yapmak gerek.

Onlar da insan sonuçta, hani bizim gibi değiller ama insanoğlu işte.

Nasıl yaşıyorlar, açlığa nasıl dayanıyor, susuzluğu nasıl gideriyorlar?

Bütün bunları öğrenmenin tek yolu, Ramazan’da oruç tutmaktır.

Aşçıya “tüh be unutmuşum” deyip, kös kös yatağıma döndüm.

Hanım da kıpraşmaya başladı, sesime uyanmış olmalı.

Kahvaltı hazır mı bey” dedi, o da oruç olduğunu unutmuştu. Biraz takılmak için “hazır hanım, giyin de mutfağa geçelim” dedim.

Saf saf kalktı, üstünü giyindi ve mutfağa geçti.

Biraz sonra aynı benim gibi kös kös döndü mutfağa.

Ee alışkın değil bu bünye oruç denen yoksul hayatına…

Ama sorun değil, akşama mükellef sofra kurulacak ve bu hasret sona erecekti.

İstanbul’da da iftar saati mübarek ne kadar ileriye atılacaksa o kadar atmışlar. Kesin bu işte bir bit yeniği var ama hadi hayırlısı, sabır da lazım, aç kalmak değil.

Artık bugün işe gitmezsem de olur dedim kendi kendime.

Başımı yastığa koydum ve uykuya bir güzel oruç tutturdum.

Akşam saat sekizde uyandırdı hanım, iftara az kalmış, mutfağa geçelim dedi.

Aşçımız bütün maharetini ortaya koymuş, çeşit çeşit yiyecekler hazırlamıştı.

Sofranın tam ortasında kocaman bir meyve tabağı vardı. Oy oy oy, kirazlar, çilekler, muzlar, kiviler, erikler, portakallar, elmalar, mandalinalar ve daha neler neler.

Meğer ne kadar güzelmiş bu meyveler, nasılda iştahım çekti, nasılda yiyin beni diye bas bas bağırıyorlar.

O sürahideki su mu ne, buz gibidir şimdi, nasıl da kana kana içilir?

Masaya oturduğumuzda iftara tam tamına 15 dakika vardı. Bu 15 dakika bana 15 yıl gibi geldi.

Her şeye baktım, hepsinin nasıl yenileceği üzerine hayaller kurdum ve hepsini hayalimde bir güzel mideye indirdim.

İkinci gün, birinciden de zor geçti.

İftarda yediğime ek olarak gece 12’de bir posta daha ziyafet çektim, zavallı mideme…

Sahurda hanımla beş yıldızlı otele gidelim diye anlaşmıştık. Açık büfe kahvaltıları silip süpürmem lazımdı. Yoksa o gün geçmeyecek gibiydi.

İkinci gün, iftar yemeğine davetliydik. Eşimle birlikte hazırlanıp, boğaza nazır lüks lokantada yerimizi aldık.

Sofra bizim evdeki gibi değildi ama olsun, doymazsak gece devam ederdik.

İftar saati yaklaştıkça sabırsızlığım artıyordu.

İftara beş dakika kala bizim odanın başkanı eline mikrofon alarak konuşmaya başladı. Aç karnına nutuk çekilmez ya, sabır da lazım, oruç değil…

İnanın iki günde yoksulların halini anladım.

Ramazan ayının tamamını oruçlu geçirmenin âlemi yok, amaç hâsıl oldu, yoksulların bir günü nasıl geçirdiklerini öğrendim.

O kadar da kötü değilmiş, hiç değilse akşam tıka basa yeme şansın oluyormuş.

Bu yoksullar da kendini acındırmakta çok mahirler.

Ne yani, oruç tutuyor gibi yaşıyorsunuz ama iftar da ediyorsunuz işte…

Tweetimden Seçmeler

Tut beni Oruç, tut ve bırakma; gözümle, gönlümle, aklımla, beynimle, insanlığımla, vicdanımla, tüm duyularımla tut beni ve asla bırakma!

www.naifkarabatak.net

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri