VİZONTELE ELBİSTAN

.

Kıymetli okurlar Elbistan’a ilk televizyon yayınlarının nasıl geldiğini ve yaşam kültürümüzde nasıl bir değişime yol açtığının öyküsünü gelin hep birlikte okuyarak yaşayalım.

1975 yılının haziran ayının ilk haftasında, yaz mevsimin bunaltıcı sıcakları yavaş yavaş kendini gösterirken, Elbistan Belediyesi bir hummalı tartışmanın içinde kendini buluverdi. O dönem Belediye Başkanlığı’na bakan Durdu GÜLLÜ Bey, çok değişik bir teklifle belediye meclisi üyelerini buram buram terletmekteydi. Türkiye’de yeni yeni izlenmeye başlayan ama büyük çoğunluğun varlığından bile haberi olmadığı “Televizyon” meclisin gündemine bomba gibi düşmüştü. Belediye Başkanı olarak televizyon yayınlarının da Elbistan’da izlenmesini istiyor ve bu yönde çalışma yapmak için yetki istiyordu. Yalnız meclis üyelerinin büyük bir kısmı değil televizyon yayını görmek, televizyon cihazını bile görmemişlerdi. Bu iş nasıl olacaktı.? Gibi sorular yumağı içinde yetki Durdu GÜLLÜ’ ye verildi. Bunun üzerine Durdu Güllü Bey, bir danışma komisyonu oluşturarak ilk önce buradan da yayınları izleyebilmek için TRT Genel Müdürlüğü’ne yazı gönderdiler. Ankara’dan cevap kısa sürede geldi. Başta Elbistan olmak üzere ve şu dört ilçe Afşin-Göksun-Gürün-Darende, coğrafi şartlardan dolayı şimdilik yayınları izlemesi mümkün değildir diye cevap gelmişti.

Ancak o dönem 30 bin nüfuslu ilçede fısıltı gazeteleri devreye girmiş, böylece televizyon konusu herkesin evinde konuşulmaya başlamıştı. Çoğu kimse bunun olmayacağına inanıyor, hatta buna günah diye karşı çıkanlarda oluyordu. Özellikle sinema sahipleri kiraladıkları vatandaşlar kanalıyla bu işin olmayacağını, boş hayal olduğunu yayıyorlardı. Çünkü onlar haklıydı o dönem Elbistan’da üç kışlık ve üç yazlık olmak üzere altı sinema faaliyet gösteriyordu. Özellikle hafta sonları sinemalarda seyirci bakımından iğne atsan yere düşmezdi, o denli müşteri potansiyelleri vardı. Eğer televizyon izlenmeye başlanırsa ne olacaktı bu işin sonu, elbette onların penceresinden baktığın zaman karşı çıkılmalıydı. Hele hele devlette olmaz demişti ki toplum için bu lüzumsuz hayale gerek yoktu.

İşte bu olumsuzluklar içerisinde Belediye Başkanlığına bakan Durdu Güllü Bey, çalışmalara başladı. Çünkü televizyon yayını Elbistan’a izletmek en büyük rüyası idi. Bundan sonrasını Durdu Güllü’den dinleyelim:

1975’te Elbistan’a televizyonu getiren dönemin Belediye Başkan Vekili Durdu Güllü

  • Belediye başkanlığına baktığım dönemlerde “O zaman belediye başkan vekilliğini meclis üyeleri seçerdi. Benim dönemimde 23 kişilik meclis üyesinin 9’u CHP (Cumhuriyet Halk Partisi), 5’i MSP(Milli Selamet Partisi), 4’ü DP (Demokrat Parti), 3’ü AP (Adalet Partisi), 2 MHP (Milliyetçi Hareket Partisi’nden), oluşuyordu. Her yıl Haziran ayında Başkan Vekilliği seçimi yapılamaktaydı. Ben tüm partilerin uzlaşması ile kesintisiz dört yıl süre ile başkan vekilliği yaptım. Başkan Ziya Nakipoğlu belediyeye para ve araç temin etmek için sık sık yurt içi ve yurt dışı gezilerine çıktığı için başkanlığa ben bakıyordum.) İşte yine başkanlığa baktığım bir dönemde, Adana İncirlik Hava Üssünden belediyemize İlimiz kanalıyla bir yazı gönderildi. Amerikalıların kullanmadıkları kamyonlar, kamyonetler belediyelere hibe edilmek isteniyordu. Bende bunun üzerine yanıma görevli elemanları alarak İncirliğe gittim. Önce bizlere üstü gezdirdiler ve hibe edecekleri araçların yanına getirdiler. Araçlar çalışmıyordu, hemen hemen tamamı hurdaya çıkmıştı. Buna rağmen belediyemizde yeterli araç olmadığından talip olduk eklenecek olan parçaları hesaplattırdım tam (60.000) bin lira tutmuştu. Zaten yeni bir kamyonette (80.000) bin lira idi. Bizde bu işten vazgeçtik çünkü bu işin astarı yüzünden pahalı idi oradan almadan ayrıldık.

Elbistan Belediyesi’nin bir tane greyderi vardı onun arızalı olan parçasını almak için Adana’nın içindeki büyük bir parçacı dükkânına gittik. İhtiyaçlarımızı almıştık ki, içeri adını sonradan öğrendiğim Hakkı usta diye bir gelmişti, kendisini Adana’nın Saimbeyli İlçesine televizyon vericisi kuracağını onun için şu parçaları vermesi için bir liste sundu. Bu durum benim çok dikkatimi çekti, fırsat ayağımıza mı gelmişti yoksa. Hakkı ustayı karşıma aldım kendimi tanıttıktan sonra, şu işin aslını bize anlatırmısın dedim. “Saimbeyli İlçesine televizyon vericisi kuracaklarını” tekrar etti, ilçe belediyesi ile anlaştıklarını söyledi. Daha sonra bilgi amaçlı bizlere Adana’da ki yayın şeklinden bahsetti.” Adana’nın yakınında ki Misis Dağı’nda kurulan vericinin yardımıyla paket yayınlarının izlendiğini ve Ankara’dan canlı yayın alamadığını “söyledi. Bunun üzerine ben Elbistan’a da kurmasısınız dedim. Kendisi de ”Biz şirketiz öncelikle araştırmamız lazım boşa yatırım olmasın, çünkü televizyon sinyalleri yeryüzüne paralel gider radyonun ki ise dalgalıdır engelleri aşar radyo alan yer televizyon alacak değildir.” dedi bu durum benim biraz daha içimi karattı ama ben yine de teklifimi sundum. “Saimbeyli Belediyesi ile yapmış olduğunuz anlaşmanın aynısı bizim içinde geçerlidir, kabul edermisiniz?.” Bu arada Ankara’dan gelen bilgiden de bahsettim. Uzun sohbet ve pazarlıklardan sonra anlaşma sağlandı ve ekibini toplayarak bizimle birlikte Elbistan’a doğru yola çıktık. Bir an kendi kendime düşündüm aman Allah’ım biz buraya ne için gelmiştik ne için gidiyoruz. Mutlulukla ve heyecanla dönüş yolculuğumuza devam ederken, sürekli olarak O kişilerden televizyonla ilgili bilgiler alıyorduk.

1975 Elbistan Belediyesi’nin yöneticileri

  1. Elbistan Devlet Hastanesi’nin (Karaelbistan Kasabasının(mahallesi) yanında ki eski hastane) yerine geldiğimizde Hakkı usta arabayı durdurttu, eski taşocağının oradaki tepeyi gösterdi “Cereyan var mı “dedi ben buralarda elektrik yok, bunun üzerine arabanın aküsünü söktük dört kişi dağa tırmanarak gece saat 24’kadar sinyal arayarak Taşoluk mevkisine geldik ama sonuç yoktu. İkinci günü belediyenin tek pikabı olan kırmızı gargoya aküleri, televizyonu ve diğer malzemeleri yükledik. Şoförümüz Cemal Koç’a emanet olarak tüm ekip akşamüzeri şimdiki Doğan Kasabası yanındaki Gıyan Dağı’na gittik. Elbet ki bu yollar bugün ki gibi değildi oldukça güç şartlarda yolculuk yapıyorduk. Şoförümüz Cemal Koç’a da güvenimiz tamdı. İki kişi aküyü, iki kişi anten direğini, bir kişi televizyonu, ayrıca sinyal arama cihazları ustaların elinde, o köşe senin bu köşe benim dercesine trajik- komik şekilde gece yarısına kadar yine sinyal aradık.

Böylece Elbistan’ın kuzey taraflarında on gün boyunca başta ben olmak üzere ekip geceleri televizyon yayınlarının sinyalini arıyorduk. Ekibin o ruh halini varın siz düşünün. Ayrıca hepimiz konunun yabancısı olduğumuz için, birbirimize destek olsun diye bol bol fıkralar anlatılarak, espriler tavan yapıyordu. Ama yine de günler günlere eklenince gerilim yavaş yavaş kendini göstermeye başlamıştı, artık bende ekibi bir arada tutmakta zorlanıyordum. Ekipte moral bozukluğu başlamıştı. Böyle bir umutsuzluk içindeyken yanıma gelen Askerlik Şube Komutanı Albay Fahri Bey, “Sultan Korusu’ndaki Uncular Köyü’nün bulunduğu alan açık oralarda da deneyiniz “ dedi ve bizi oraya yönlendirdi.

Bu arada bizler, Elbistan bürokrasisi ve vatandaşlar tarafından sohbet malzemesi olmuştuk. Hatta bazı yöneticiler telefonla ya da yanıma gelerek “Reis Bey, televizyon işi ne oldu? Görev süremiz dolmadan gelir mi? “diye sorular peş peşe geliyordu. Elimden geldiğince kibar cevaplar veriyordum ama içimde fırtınalar kopuyordu, ayrıca da çok korkuyordum, ya olmazsa, bu işin sonu ne olurdu millete rezil olmamızın yanında, bütçede zorlanıyordu. Bu arada televizyon yayınlarının gelmemesinden sevinenlerde çoktu, işte bu yüzden başarmalıydık. O coşkuyla İncecik köyü ve Büyük Yapalak Kasabasının bulunduğu bölgelerde aramalar yaptık yine netice alamamıştık. Artık o ruh halimizi düşünün umutsuzluk iyiden iyiye artmıştı. Moral bozukluğu içinde Taşoluk mevkisinin güneyinde yer alan Medetsiz Dağı’nın, zirvesine çıktık. Dağı zirvesinde kis dediğimiz eski bir kilise kalıntısı vardı. Onun üzerine anten direğini diktik, sağa sola oynatırken birden ekranda görüntü çıktı. Ekipteki sevinci sizlere anlatamam o anı görmeniz ve yaşamanız lazım. Herkes çocuklar gibi bağırıyordu, yanımda olan gazeteci Mehmet Göçer ve matbaacı Hüseyin Göçer sevincinden duramıyorlardı, Göçer kardeşler bana dönerek“Bunu ne zaman Elbistan’a vereceğiz “ diye soruyorlardı. Bende Hakkı ustaya döndüm ve cevap bekliyordum Hakkı usta bana bakarak” Acele etmeyelim birkaç gün deneyelim kimseler duymasın tam netice alınca duyururuz” dedi.

Medetsiz Dağı’nda yayın sonrası sevincin kutlanma anı (1975)

Bizlerde birkaç gün geceleri dağa gelerek yayınları o küçük televizyondan izliyoruz. İzledikçe mutluluğumuza sevincimize doyum yoktu. Düşünebiliyor musunuz? Gecenin karanlığında o zorlu dağa ağır şartlarda çıkıp televizyon seyrediyoruz ve sanki büyük bir hazine saklar gibi seyrettiğimizi kimseye bahsetmiyoruz. Nihayet o önemli gün geldi ve karar alındı 10 Temmuz 1975 akşamı şimdiki Şehit Er Mehmet İnan Parkının içinde yer alan avcılar kulübünün bahçesinde televizyon izletecektik. Bu haberi belediye hoparlöründen tüm Elbistan halkına ilan ettik. Fakat Hakkı usta bu küçük televizyon olmaz dedi büyük televizyon lazım. Bunu üzerine Adana’dan büyük televizyon getirmek için yola çıktık. Fakat Göksun’a varınca orda bir dükkânda televizyon gördük, adam getirmişti ama kimsede almamıştı. Bizde pazarlık ettik ve aldık. Hemen Avcılar Kulübü’ne getirdik. Tüm Elbistan’ın yöneticileri ve ileri gelenleri, vatandaşlar orda idi herkeste bir heyecan bir telaş vardı. Sanki yeni bir dünya keşfediliyordu.

Televizyonun tüm cihazları yerleştirildikten sonra ışıklar söndürüldü ve besmeleyle televizyon ( O zaman televizyonlar bir süre ısınmadan görüntü gelmezdi ve 61 ekrandı) açıldı o kısa heyecanlı bekleyiş yerini görüntüye bıraktı. Ekranda bir Türk filimi vardı o dönem artistlerinden İzzet Günay, Esen Püsküllü ve Hüseyin Baradan, ekranda gözüktüler ve bir alkış koptu, tebriklerin ardı arkası kesilmiyordu. Bende bir zafer kazanmış bir komutan edasıyla tebrikleri kabul ediyordum. Bir aylık yorgunluğumuza değmişti, tüm ekip müthiş bir coşku içindeydi. Belediye personelinin emeği boşa gitmemişti. Çünkü bir aydır Elbistan’da konuşulan tek konu bu idi. Sonuç bizler için çok mükemmeldi. Bu olay Elbistan’ın yaşamında bir milattı.

O gece yayın bitene kadar oradan kimse ayrılmadı. Yayın bittiği zaman tıpkı sinema salonu gibi ışıklar yandı, bir neşe uğultusu etrafa yayıldı. Herkes mutluydu dünya teknoloji harikası olan televizyon yani sihirli cam nihayet Elbistan’a da gelmişti ve artık her şey eskisi gibi olmayacaktı. Bizler bunun farkına varmıştık.

SİHİRLİ CAM ELBİSTAN’DA

O gece ki televizyon (vizotele) şöleninin bende içindeydim. Gece 22.00 sularında Avcılar kulübünde başlayan ilk yayın, herkes gibi beni çok duygulandırmıştı. Hele o yayın öncesini unutmak mümkün müydü? 10 Temmuz 1975 Gündüzünde başlayarak periyodik olarak belediye hoparlöründen “ akşam Avcılar Kulübünde televizyon yayını yapılayacağı “duyuruluyordu. Zaten bir aydır Elbistan bunun konuşuyordu. Hatta kişiler arasında iddialar bile başlamıştı. Kimi yayının geleceğini söylüyor kimi de mümkün olmayacağını beyan ediyordu. Çayhanelerde, kahvelerde, odalarda, derneklerde ve dairelerde sohbetlerin baş konusu buydu. Bu işle uğraşanların başı babam olduğu için, bende çeşitli sorulara maruz kalıyordum. Babam ikindinden sonra ekibi topluyor yayın sinyalini arayacakları bölgeyi belirleyip pikapla yola çıkıyorlardı. Bir kez de bende gitmiştim. O an işin farkına varmamıştım, şimdi düşünüyorum da ekibin görüntüsü çok enteresandı. Önce pikapla gidecekleri yere varıyorlardı. Pikap yolculuğundan sonra eşyaları herkes tek tek yükleniyor ve dağa doğru tırmanılıyordu ve tespit edilen yere cihazlar kuruluyor, akşam yayın saati bekleniyordu. Saat 17.00 sularından itibaren sinyal arayışı başlıyordu. İki işçinin ellerinde anten ve direk, başka bir işçinin elinde küçük televizyon Hakkı usta ve yardımcısında sinyal alan cihazlar, babamın elinde de büyükçe bir el feneri vardı. Ekip bu görüntü içinde, bulundukları arazi içinde santim santim yayın sinyali arıyorlardı. Bu arama gecenin saat 23.00’ne kadar sürüyordu. Böylece bu durum 35 gün sürdü yani Medetsiz Dağı’ndaki sinyali bulana kadar devam etti.

Bir ay boyunca yaşantımız buydu. Bizler ailece gece yarısı saat 01,02’ye kadar babamı beklerdik(Çünkü Adana’dan gelen teknik elemanlarının aileleri de bizim evde kalıyorlardı, tek katlı kerpiç evimiz horantadan ve misafirden geçilmiyordu. Gündüzleri de komşular, misafirleri boş bırakmıyordu. İşte evin halleri buydu.) Babamın içeri giriş halinden yayının bulunum bulunmadığını artık sormadan bizler anlayabiliyorduk ve hiç konuşmadan odalarımıza çekiliyorduk. Gündüzleri ise komşuların, arkadaşların sorularına cevap yetiştirmeye çalışıyorduk bu durum öyle bir hale gelmişti ki, tüm çevremiz olumlu ve olumsuz etkileniyordu.

Nihayet Temmuz’un ilk haftasında babam, gece ekip ile birlikte eve bir neşe içinde geldi, daha kapı açılır açılmaz coşkuyla yayını bulduklarını haykırıyordu. Yanında ki Hakkı usta ve elemanları da sevinç içindeydi, aileleri de sevinmişti. O gece sabaha kadar yorumlar yapılarak oturuldu, kimsede uyku yoktu ve karar almışlardı yayını kesinleştirmeden halka duyurmak istemiyorlardı. Böylece üç dört gün daha geçti, nihayet 10 Temmuz 1975 günü akşamı yayın halka gösterilecekti. Halk o gece yayını izledi. İkinci günü televizyon bizim eve getirildi, bu televizyonu babam kendi parasıyla satın almıştı, bu da Elbistan’da ilk satın alınan televizyon olmuştu Elbistan’ın ilk ve tek televizyonu bizim eve kurulmuştu. İlk önce evin damına 4 metrelik direk üstüne anten takıldı. Tüm meraklılar orda televizyon kurulmasını izliyordu. Bazıları da cesaretlenip içeri giriyor televizyon cihazına bakıyor nasıl bir şey olduğunu inceliyorlardı. Çok trajik-komik durumlar oluyordu. Bu şekilde akşam oldu, yayın saati 18.30’da başlıyor,23,00’de sonuçlanıyordu. O dönemlerde yayını Adana Çukurova televizyonundan paket yayın dediğimiz programları izleyebiliyorduk. İlk gün evimizde yoğun bir izleyici vardı, kim kimdi bilmiyorduk, haklı olarak kadınlı erkekli meraklı vatandaşlar doluşmuştu, hele hele çocukların sevinci görülmeye değerdi. Derken yayın başladı, çığlıklar, alkışlar birbirine karışıyordu. Yayın kapanana kadar bu durum gece boyunca devam etti. Böylece her akşam biz ev bir panayır yerine dönüyor ve yeni yeni konuklar geliyordu. Özellikler Elbistan’ın yöneticileri, bürokratları guruplar halinde gelip kısa bir süreli de olsa da yayını izliyorlardı. Hatta birinde Kaymakam Kadir Uysal Bey, (Daha sonra vali oldu) bizzat gelerek vatandaşlara bu yayınların kalıcı olacağının teminatını veriyordu. Gerçi işin başından beri Kaymakam Bey, başta olmak üzere Ağır Ceza Reisi Ali Rıza Akğün Bey, (Daha sonra Kahramanmaraş’tan senatör seçildi) ve diğer yöneticiler tam destek verdiler.

Televizyon oynarken, odanın ışıkları söndürülüyor, kimseden çıt çıkmıyordu. Bazen yayının görüntüsü bozulup düzeliyordu o an izleyiciler çığlık atıyorlardı sanki bizler sinema makinisti gibiydik ”Şimdi yayın gelir merak etmeyin” diye milleti yatıştırıyorduk.

Bu durum günlerce sürdü, çünkü kimse bu yayınların kalıcı olduğuna inanmadığından evlerine televizyon almıyorlardı. Esnaflarda bu işi iyi takip ediyor, duruma göre televizyon getirip satmayı planlıyorlardı. Derken günler haftalara yüklenmeye başlayınca, yavaş yavaş damlarda anten çubukları gözükmeye başladı. Artık insanlar televizyon yayınlarının Elbistan’da kalıcı olacağına inanmaya başlamışlardı. Elbistan adına çok güzel bir gelişmeydi. Ancak yeni sorunlar ortaya çıkmıştı. Medetsiz Dağı’nın zirvesindeki verici akü ile çalıştığı için, bu akülerin değiştirilmesi sorun oluyordu. Çünkü aküler 24 saat çalışıyordu. Bu nedenle her iki günde bir aküleri şarj etmek gerekiyor, buda çok zor oluyordu. Kolay değildi iki gün de bir dağın zirvesine çıkmak ve aküleri değiştirmek. Başta babam olmak üzere belediye işçileri bu zorlu işi hizmet adına yapıyorlardı. Eğer kazara yayın gecikse bizim evin telefonu susmak bilmiyordu.

Bu iş sonbahara kadar böyle gitti. Ama kapıda kış vardı ne olacaktı bu işin sonu çünkü artık evlere televizyonlar yerleşiyordu, yayın olmazsa ev köşesinde bir kutu olarak kalacaktı. Ayrıca o güne göre televizyonların fiyatları da fena değildi (ortalama 3500-5000 TL) arası idi. Bu arada televizyon cihazlarından bahsedeyim. Televizyonlar siyah beyaz ve genellikle 61 ekran genişliğinde, bunlar bugün ki gibi düğmesini açar açmaz yayına geçmezdi 1-2 dakika ısınma süresi olurdu, ondan sonra görüntü gelirdi, birde regülatör dediğimiz cihaz televizyonun yanında dururdu, bu cihazsız olmazdı çünkü elektrikler sorundu.

  1. evin baş eşyası idi, onun içinde başköşeye yerleştirilir özel televizyon dolapları içinde muhafaza edilirdi. Evin hanımları bu televizyonlara üstüne örtmek için becerisine göre örtüler danteller dikilir ve üstü kapatılır ve evin içinde ayrı bir güzellik oluştururdu.

Televizyonla birlikte Elbistan’ın yaşam kültürü de değişmişti. Artık sohbet dolu misafirliklerin yerini televizyon izleme almıştı. Hatta komşular misafirliklere giderken televizyonlu evleri tercih ediyorlardı. Ayrıca da televizyon misafirleri vardı. Onlar evinde televizyon olmayan ailelerdi, televizyonlu evlere giderlerdi, sohbet pek önemli değildi. Televizyonun açılışından kapanışına kadar ailece oturulur pek konuşulmaz, çünkü genellikle ışıklar söndürülmüş olduğu için sohbet o kadar önemli olmazdı. Bu arada da komşular arasında ki toplumsal dayanışma anlayışı yerini bireysel yaşantıya doğru bırakmaktaydı. Yani bugünkü bireyci anlayışın temeli o günlerde atılmıştı. Ama bunu yanı sırada başta Türkiye başta olmak üzere dünya iletişim sayesinde odamızın içine geliyordu. Birçok tabular kendiliğinden çözülüyordu. Bunlarda işin artı yönüydü.

1975’in yaz ortalarında başlayan televizyon yayınlarının daha iyi izleyebilmek için Gavurbağlar denilen mevkiinin batı tarafına düşen Çatılı Dağ’ın zirvesine verici yerleştirildi. Elbistan’ın her tarafı vericiyi görüyordu. Bu durum izleyicisi sayısını hızla artırarak kış mevsimine gelindi.

Vericinin bu imkânlarla çalıştırılması güçleşmişti. Çünkü her iki günde bir akülerin değiştirilmesi gerekmektedir. Vericini çalışması için dört büyük akü birbirine paralel bağlı idi. Akülerin kışın donmaması için hayvan gübresi ile koruma altına alınıyordu. Her iki üç günde bir dağa ekip halinde çıkılıyordu.

Bu konuyu bir kez daha Durdu Güllü ’den dinleyelim:

“Kış şartları bu akü değişimini zorluyordu. Yine karlı ve soğuk bir günde kızaklara yüklediğimiz akülerle başta ben olmak üzere belediye işçileri ile Çatılı Dağı’nın zirvesine doğru çıkmaya başladık. Ağır kış şartları altında aküleri değiştirdik dönüşte ben donma tehlikesi geçirdim, bunun beni kızağa bindirdiler aşağıya inerken, kızağın ipi koptu kızakla birlikte aküler ve ben dağdan aşağıya doğru hızla kayıyormuyduk yoksa düşüyormuyduk bilemiyordum. İşçiler yakalamaya çalışıyorlardı ama sonuç nafile, bende kızaktan atlamaya çalışıyordum ama hızdan olmuyordu. Allah beni çocuklarıma bağışladı, kızak bir kayaya çarparak durdu. Çok korkmuştuk. Daha buna benzer nice sorunlar atlatıyorduk. Ama durum artık zorlaşmıştı ve bu yayın işi bizim gücümüzü aşmıştı. Bunun için tekrar Adana’ya gittik TRT’nin Adana Bölge Müdürü ile görüştük ve durumumuzu anlattık Sağ olsun o da Ankara ile görüştü Sayın TRT Genel Müdürü Nevzat Yalçıntaş’ın talimatıyla bizlere akülere takılmak üzere zaman saati verilmesi emrini verdi ve yanımıza bir eleman katarak Elbistan’a gönderdi. Akülere bu zaman saatleri takıldı, artık akülerin çalışması 18.00 ile 24.00 saatleri arasına ayarlandı. Böylece yayın olmadığı saatlerde aküler boşa çalışmayacaktı, bu da akünün ömrünü 30 güne çıkarıyordu. Gelen eleman bu işi bizim elemanımız olan Necati Özkan’a öğretti ve gitti ve artık geçicide olsa rahatlamıştık.

Tabi ilerleyen günlerde işler bununla da kalmadı, bu kez de, vericiye sabotajlar yapılmaya başlandı. Bir gidip bakıyoruz ki aküler kırılmış, kablolar kesilmiş halde karşımıza çıkıyor. Dönemim Cumhuriyet Baş Savcısı Kahraman Karabacak ve Jandarma Komutanı devreye girerek bu işi yapanları kısa sürede buldular, ama getirilenler para ile tutulmuş zavallılar idi. Baktılar ki devlet bu işin içinde bir daha kimse aküleri bozmaya cesaret edemedi.

Daha sonra tüm yöneticilerin içinde yer aldığı Elbistan Televizyon Vericisini Koruma ve Yaşatma Derneği kurduk, böylece verici Elbistan halkının güvencesi altına alındı. Uzun bir dönem bu derneğe de başkanlık yaptım. Daha sonra bölgeye TRT el attı Malatya yolu üzerinde ki en son köyümüz olan Çerkezuşağı köyünün (mahallesi) bulunduğu tepeye Televizyon vericisi yaptılar ve bizlerde rahatladık.”

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri