SARI SELAHATTİN

.

Sarı Selahattin tamirciliği öğrenmiş, ustasından ehliyet alıp kamyon şoförlüğüne başlamış. O yıllarda ehliyet sınavlarına Cemil Usta girermiş. Ehliyet almak isteyenleri Tavşantepesi’ne götürür, direksiyonu adaya verir, tepenin üzerine kadar çıkartır, sonra da geri vitesi ile aşağı kadar indirtirmiş. En zoru da geri geri indirmekmiş arabayı. Selahattin bunu da başarmış, ehliyet sahibi olmuş. Herkesin oybirliği ile “Böyle birini analar kundağa sarmamış,” diyecekleri kadar (gevezelikte, şaka yapmada) meşhur olacak olan Sarı Selahattin ehliyetini döş cebine koymuş, direksiyona geçmiş; şakanın, gevezeliğin her türlüsünü Kara Doğan’la, Cambaz İbo ile beraber yapmaya başlamış. Meslek hayatı boyunca Maraş’taki en geveze üç dört şoförden biri olarak ün yapmış. Aradan uzun yıllar geçip, üniversiteden mezun olduktan bir iki yıl sonra İstanbul’dan Maraş’a kalabalık bir yüküm olmuştu da bir kamyon şoförü ile konuşmuştum. Elbistanlı biriydi. Ona Sarı Selahattin’i tanıyıp tanımadığını sormuştum ama fazla sövmesin diye, halamın oğlu olduğunu çıtlatmayı da ihmal etmemiştim: “Tanımaz olur muyum o nettiğimin çocuğunu, dedi, sonra da ilave etti: “Allah’ı seversen sövdüğümü ona söyle.”

Maraş’a döndüğümde olayı anlatmıştım ama halamın oğlu, o meslektaşını tanıyamamıştı. Sonra: “Sövdü mü?” diye sormuştu, söveceğini tahmin ederek. “Evet,” demiştim gülerek, “sövdü.” “Ben de kendisinin…” deyip geçmiş(miş)ti, umursamadan. Yanıma yaklaştı. “Ne yapıyorsun dayımın gülü?” dedi. “Kapı pencere yapacağız, biraz yaş, kuruması için duvara seriyordum,” dedim. “Az önce Mükerrem buradaydı,” diyerek babamın ona para verdiğini, ekmek açtırmak için bir çuval tahta kırığı gönderdiğini, amcamın Mükerrem’le sokağın ortasında göbek attıklarını anlattım. Hem halamın oğluydu hem de teyzemin kocasıydı. Babamla bacanaktılar… “Dayımın gülü, diye başladı konuşmasına, senin baban çok cömert bir insan. Bana essahtan dayılık yaptı. Her gördüğünde muhakkak harçlık verdi. İki çıtçıtlı, kırmızı bir cüzdanı var ya, her görmeye çıt çıt edip cüzdanı açar, abin Fettah’a kaç para verirse bana da aynısını verirdi. Babalın boynuma! Çok parasını harcadım dayımın. Amma öteki dayım var ya, Durdu dayım… Daha beş kuruşunu harcamadım!” Sarı Selahattin, yediği dayağı, yaptığı ahlâksızlığı bile anlatırdı. O artık kendini aşmıştı. Hafifçe gülerek, Durdu dayısı ile (amcam) bir anısını anlatmaya başladı: “Bir gün akşamdan sonra, söylemesi ayıp, meyhaneden çıktık. Dört beş kişiyiz. Kafamız iyi… Doh çekerek dolaşıyoruz. Cahillik işte… Baktım karşıdan Durdu dayım geliyor… Durdu dayım akşamdan sonra hiç dışarıya çıkmaz. Hem gözü fazla görmez, hem de soyarlar diye korkar. Meğer bunun bir asker arkadaşı varmış da, onun oğlu askere gidiyormuş da, bu da onu yollamaya garaja gitmiş(miş) de... Şu Aras Garajı yok mu, oraya. Neyse, askeri yollamışlar, kendi de elindeki anahtarın zincirini parmağına dolaya dolaya eve doğru gidiyor. Arkadaşlara dedim ki, ‘Şu gelen benim dayım, siz karışmayın da şuna bir bağırıp çağırayım,’ dedim. Ama arkadaşlara tembih ettim, ‘essahtan dayım,’ dedim, çöküp dövmesinler diye.” Yanına yaklaşınca da, ‘Ulan sen nasıl dayısın? Öteki dayım harçlığımı eksik etmezdi, senden beş kuruş bile görmedim. Senin gibi dayıyı ben şöyle ekerim, böyle biçerim,’ diye esip gürleyince dayısı aynen şöyle demiş: ‘Tüh ulan kılığına! Şu haline bak! Yarın gel de sana iki takım elbise kestireyim!’ Herkesin yırtık yamalı elbiselerle dolaştığı bir zamanda iki takım elbise lafını duyunca eli ayağı dökülmüş Sarı Selahattin’in. Dahası, içinden kendi kendine, ‘Ulan Selahattin, Durdu dayın da dayıymış, gördün mü?’ demiş(miş). Sonra da, ‘Allah ömürler versin dayı,’ demiş(miş), ‘hayırlı geceler dayı, yarın görüşürüz,’ demeyi de unutmadan dayısını yollamış(mış). “Ertesi gün sabahleyin erkenden kalktım. Gediğin başına hak kuşu gibi dinelip dayımın gelmesini beklemeye başladım. Her gün saat sekizde evden çıkan dayım bir türlü gelmiyor… Saat sekiz buçuk oldu yok, dokuz oldu yok, dokuz buçuk oldu yok! Derken saat onda gediğin başından gözüktü. Her zamanki gibi anahtarının zincirini parmağında bir o yana bir bu yana dolaya dolaya o zincir gümüş gibi pırıl pırıl parlıyordu. ‘Nerde kaldın dayı yahu?’ dedim. Sanki dün gece hiç karşılaşmamışız gibi sordu:

 ‘Ne var lan!’ ‘Dayı dün gece karşılaştığımızda iki takım elbise kestirecek oldun ya!’ diye anımsattım. ‘Sektir lan!’ dedi. ‘Ben bir daha asker yollamaya akşamdan sonra dışarıya çıkacağım da, sen de içkili olarak karşıma çıkacaksın da… Töho da töhoo! Çekil şurdan!’ deyip yürüdü.” Sarı Selahattin bunları anlatırken “kihhh!” ederek, kendine özgü bir şekilde gülüyordu. Küçük, beyaz bir bulut güneşle aramıza girdi (miydi?), şemsiye gibi güneşin ışınlarını önledi (miydi?) gibi geldi bana. Sarı Selahattin babamın meşgul olduğunu görünce fazla kalmadı, evlerine doğru yürümeye başladı. Her zaman için; dalga geçeceği, kızdıracağı, şaka yapacağı birilerini arar gibiydi. Her türlü konuşmayı gırgıra alır, o konuyla ilgili bir anısını anlatarak ortalığa neşe saçardı. Onun olduğu yerde, düğün şekeri gibi yukardan aşağıya neşe saçılır, çocukların bu şekerleri üçer beşer kapıştıkları gibi, dinleyenler de bu neşeden nasiplerini alırlar, keyifleri yerinde olarak oradan ayrılırlardı. Cambaz İbo’nun bize doğru geldiğini görünce geri döndü, İbo’nun da gelmesini bekledi. Mahallenin en şakacı insanlarından biri de Cambaz İbo’ydu. Adı İbrahim’di. Canlı’lardandı. (Gevezelik bakımından) Sarı Selahattin ayarında bir şofördü. Şakacılığı ile tanınırdı. Cambaz İbo hemen herkese ağır şakalar yapardı. Yusuf Kalfa’nın konağının altındaki Dostlar Çayhanesi’ne girdiğinde, sıradan herkesin şapkasını yekindirirdi. Şapka yekindirmeye “yos etme” derler bizim buralarda. Şapkasını yekindirdiklerinin çoğu

İbo’ya söver, o da bıyık altından hafifçe gülerdi. Şapka yekindirirken sıra babama veya Seydihan Ağa gibilere gelirse, hürmeten onları atlar, sonra yos etmeye devam ederdi. Şapkaları yekindirilen Şillim Şaban, Deli Veli, Semerci Mustafa, Çakal Seydi, Osmantı, Güdüklerin Halil, Çivili Mustafa, Kelleci Abdullah Çavuş, Meryem Ali, Acık Ali, Ahmet Çavuş, Tabak Hüseyin, Durduş Ali de İbo’nun anasına avradına söverler, İbo da bıyık altından gülerek çayhaneden çıkıp gider; herkesin arkasından baktığından (ve de sövdüklerinden) emin bir şekilde yoluna devam ederdi.

Merhumun ruhu için bir dua lütfen...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri