Sahi Siz Hâla, Kutuplaştıramadıklarımızdan mısınız ?

Sahi Siz Hâla, Kutuplaştıramadıklarımızdan mısınız ?

Şöyle yarım saatte olsa vaktiniz olursa, Ulu Cami altında ki Kıbrıs Meydanında ki banklara bir oturun derim. Yanınıza gelene merhaba, nerelisin hemşehrim sorularından sonra "vallâ ben eyi bir ...partiliyim !" sözünü çoğu kez duyarsınız. Kimliğiyle partisi veya ideolojisi bütünleşen bu insanlarla sohbeti çok severim, daha doğrusu eşrefi mahluk denilen insanı derinine tanımayı, anlayıp, ona anlam vermeyi.

Hatırlar mısınız bilmem; yine bu köşede yaklaşık bir buçuk yıl önce yazdığım " Bu Coğrafyada Birey Yetişir mi ?" diye bir yazımı sizlerle paylaşmıştım. Sosyal psikoloji, insan davranışlarıyla ilgili bir yazıydı bu.

İnsan denen mahluk, madi manevi ihtiyaçları, ailesi ve topluma karşı sorumlulukları olan sosyo- kültürel bir varlıktır. Bugün ve yarına karşı idealleri vardır hep. En azından, evinin maddi ve sosyal ihtiyaçlarını zorlanmadan karşılamak ister değil mi ? İnsanın temel ihtiyaçları en zaruriden başlayarak, ekonomistlerce şöyle sıralanır; yeme-içme, giyim, barınma ve nihayetinde kültürel ihtiyaçlardır bunlar. Yani önce karnın sağlıklı beslenmeyle doyacak, temiz ve güzel giyinecek, eskilerin tabiriyle "Başını sokacak bir yuva" olacak, çocukların iyi bir eğitimi ve nihayetinde de gelirin artıyorsa tabi ki gelecek kaygısı için üç- beş kuruş tasarrufu da bir köşeye atarak, ailen ve kendin için kültürel faaliyetlere öncelik vereceksin. Ama malesef günümüz Türkiye'sinde bu "İhtiyaçlar Katagorisi"ni mutlu azınlıklar dışında, düşük gelirler nedeniyle yeterince karşılayan yok gibi.

Bu durumun kronikleşmesi, hayalleri olan gençleri çökerttiği gibi toplum olarak da bizi nerelere götürüyor birlikte bakalım.

Gazeteci Cihan Ülsel'in yadırganamıyacak yazısı yaşadığımız Türkiye gerçeğiyle bire bir örtüşüyor. Ondan da ziyade Amerika'lı filozof ve toplum eleştirmeni Eric HOFFER'in tâ yıllar öncesinde toplumlarda ki sosyal yarayı dile getirmesi, gerçekten Türkiye için tıpa tıp oturan harika bir tespit olmuş. Hopper "Kesin İnançlar" adlı kitabında "Gerçekten Neye İnanıyorsunuz ve Neden ?" diye soruyor.

Malesef bu soru Türkiye'de "Nasıl olsa Bizim Adımıza Düşünen ve Bize Yön Veren Var" diye her geçen gün daha az sorulmakta, cevabı verilmedikçe de toplum olarak aynı kısır döngüde savrulmaya devam ediyoruz.

Hoffer, kitlesel hareketlerin doğasını anlamak için işe bireyden başlar. Onun hayallerini gerçekleştirmenin imkansızlığından, yalnızlığından, eksikliğinden, öfkesinden kitle hareketleri; ona göre bir fikrin ya da inancın haklılığı veya büyüklüğünden değil, insan ne zaman ki kendiyle baş başa kalamaz hâle gelir, o zaman bir davaya inanmaya hazır hâle gelir. Bu insan artık kendi benliğinden, özgürlüğünden, sorumluluğundan kaçarak, sadakat kültürü, lider etrafında toplanan kutsal kült ve politik inançlara ve
bunların oluşturduğu kutuplaşmanın merkezinde yer alır. Belkide hiç gerçekleştiremeyeceği hayalleri burada saklıdır. "Bir hareketin ilk kıvılcımı fikirde değil, kişide başlar. Boşlukla karşılaşmış bir bireyde doğar"

Türkiye'de son yıllarda yükselen otoriterleşme, politik sadakat, kültürel kapanma, bireyin yok oluşu gibi problemler irdelenecek olursa; karşımıza hemen bireyin kendinden duyduğu derin memnuniyetsizlik hissi, kendi hayatının sorumluluğunu taşımaktan yorgunluğu ve bunu artık dışarıya taşıma, devretme istemesi gelir. Bu nedenle karizmatik bir liderlerin, yüce ideallerin etrafında kümelenmek ister. Çoğu kez kendi ruh halinde ki tanıtıklarıda oradadır çünkü.

Lider merkezli siyaset anlayışı, partizanlık kutsanmış sadakat ilişkileri, her türlü eleştiriyi ihanet olarak damgalama, bireylerin kendi benliklerini devretme arzusunu yansıtmıyor mu sizce ? Birçoğu için düşünmek, tartışmak ve sorgulamak değildir mesele, "Taraf olmaktır. Çünkü taraf olmak, düşünmenin yükünü, sancı ve acısını, kararsızlığı ortadan kaldırır. Nasıl olsa senin adına düşünen, karar veren biri vardır.

Bir liderin veya harekete oluşan sadakat halkaları sadece politik değil, psikolojik ihtiyaçtan beslenir. Ait olma hissi, dağılmama, yalnız kalmama... Bu durumu Hoffer "Kendine ait olmayan bir hayat yaşamak, özgürlükten değil korkudan doğar" diye tariflemektedir.

Türkiye'de bir çok birey tamda bu korkuyla yaşamaktadır. Kendi hayatının sorumluluğunu taşımaktan, eleştirel bir özellik geliştirmekten korktuğu için bir grubun içinde erimek ister. Nefret edilecek bir öteki yaratıldığı için de bir araya gelmeleri kolaylaşıyor. Ortak düşman etrafında birleşen kitleler, bu düşman üzerinden yeni bir kimlik oluşturarak kendi benliğinden kolayca kurtulmuş oluyor.

Son yıllarda toplumun bir çok kesiminde görülen kutuplaşma yalnız fikir ayrılıklarından değil, görünür veya görünmez elle özenle inşa edilmiş "Biz ve Onlar" şemasından kaynaklanıyor. Artık Bir çok insan bir fikir ya da vizyon için değil, birilerini dışlamak, nefret etmek için biraraya geliyor.

Bu nefret kümeleri bazen dış güç, bazen iç mihrak, kimi zaman laik, dindar, kadınlar v.s oluyor. Nefret üzeri kurulan yeni aidiyetler öfkeyle yönlendirilen kalabalıklara dönüşüyor.

Kitle hareketlerinin temel nedenide şimdiki zamandan kaçarak, geçmişin altın çağına yada ideal bir gelecek için feda edilme oluyor. Bu tür insanlar geçmişi kutsasalarda geçmişte yaşamak istemezler. Ne tam anlamıyla geçmişle hesaplaşır nede geleceği kuracak vizyonu vardır. Bundan ziyade, başarı, saygın olma vs hisleri nedeniyle bu boşluğu doldurmak için bütünün parçası olmayı yeğlerler.

Günümüz Türkiye'sinin acı gerçeği malesef budur. Bu sosyal ve ekonomik krizde kendileri birey olamayanlar taraftar veya sadakatin esaretine düşerek her an patlatılmayı bekleyen saatli bombaya dönüşürler.

Türkiye acilen sosyal devlet olmanın sorumluluklarını yerine getirmelidir. Aksi halde kendinden ziyade başkalaşmış bu kitleler bizi n'olacağı belirsiz karanlıklara götürebilir...

Yorum Yap
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.

Yazarlar Haberleri