NECİP FÂZIL: “MİLLİYETÇİLİK ET VE KEMİK DEĞİL, İSLÂMÎ RUHTUR”

.

Türkiye’de bir mesele olarak hâlen devam eden milliyetçilik kavramını dimağımızda boşluk bırakmayan bir üslûpla din-i İslâm üzere anlatan üstad Necip Fâzıl’ın, “Milliyetçilik, asıl ruhtan gelen kokudur ki, maddeyi kezzapvâri eritir” sözü üstüne tâlim yapmanın tam da sırası…

Bâzı hallerde birleştirici ve şevk verici bir mefkûre olan, bâzı hallerde parçalayıcı bir ideolojiye dönüşebilen milliyetçiliği, Türk milletiyle övünen üstadın İslâm’a tâbi ve sınırları tayin edilmiş milliyetçilik fikrinde aramak lâzım.

Üstad Necip Fâzıl’da Türklük İslâm’la aynı mânaya gelir. Türk tarihi aynı zamanda on bir asırlık İslâm tarihidir. Hilafet’in kaldırılması ve Devlet-i Âliye’nin yâni Osmanlı Devleti’nin yıkılışı Türk’ün siyasî ve medenî hâkimiyetinin dağılması demektir.        

MİLLİYETÇİLİK IRK VE KAN DEĞİL, DİN KARDEŞLİĞİNİN ZEMİNİDİR     

“İdeolocya Örgüsü”, “Çerçeve” ve “Rapor” adlı kitaplarından hülâsa ettiğimiz fikirlerine göre, milliyetçilik, ebediyyen birlik olanlarla sonsuz aykırı olanları, istedikleri kadar maddede yakın ve uzak olsunlar, iki safa ayırır. Taraflar, maddede iki kuzu olsa, biri mümin kuzu, öbürü sırtlan görünmeye mahkûmdur. Yâni aynı ırka mensup iki Türk’ten biri mümin, diğeri gayr-i müslimse, gayr-i müslim Türk’ü sırtlan gibi, başka bir ırka mensup mümini ise hakiki kardeş görmeyi gerektirir. İslâmî çerçevede milliyetçilik; ete, kemiğe, kana, ırsî birlikteliğe göre şekillenen bir yapıyı değil, insanları îman noktasından yakalayıp din kardeşliği yelpazesinde birleştiren ve kardeş olmaya dâvet eden bir zemindir.

Ferdleri birbirlerine yaklaştıran ve ortak bir gayede buluşturan milliyetçilik biyolojik verasetten değil, ulvî ve mânevî meselelerin çerçevesini çizen İslâm’dan geçmektedir. Kanı bir olan fakat ruh, îman ve gaye bakımından birbirinden ayrılan, birbirlerinin karşısına düşman olarak çıkan Müslüman Türk ile Hristiyan Türk’ün, birinin ulvî ve uhrevî hamlesine karşılık diğerinin nefsî ve dünyevî hevesleri arasındaki farkı doğuran değer, ruhlarını adadıkları gayelerdir. 

IRKTA BİR, MÂNADA AYRI OLAN TÜRK’ÜN MİLLİYETÇİLİĞİ OLMAZ

Kavim üzerinden posa milliyetçiliği yapanlar milliyetçiliğin kabuğundan öteye gidememişlerdir. Aynı kavimden olmalarına rağmen karşı karşıya gelen Türk’ün Türk’le mücadelesi, maddede, yâni ırkta eş olmalarına rağmen mânada, yâni îman edilen gayede zıt kutuplarda olmaları, birinin İslâm, diğerinin bâtıl gayede olmasındandır. Milliyetçilik, ruhî muhteva dışı ırk ve kavim sebebine değil, ruhî muhteva içi ırk ve kavim neticesine bağlı bir mefkûredir. Kişi kavmini sevmekle ayıplanmaz, sevebilir. Fakat kavim, kendisine tâbi olunan ve uyulan esas değil, tâbi olan, yâni uyandır, İslâm ruhuna bağlı olandır.

MİLLİYETÇİLİK MADDE DEĞİL, RUH PLÂNINDA ARANIR

Her şeyi İslâm’a bağladıktan sonra, bu istikâmette hizmet ve varlık gösteren kişi kavmini mecnuncasına sevebilir. Hazret-i Peygamberimizin «Kişi kavmini sevdiği için suçlandırılmaz!» mealindeki hadîsinde işaret buyurduğu İslâm’a ayarlı, sınırlarının başı ve sonu belirlenmiş bir milliyetçiliktir bu. Sınırsız ve başıboş milliyetçilik bu ölçülerle uyuşmaz. Ruhun kaynağını Müslümanlık olarak kabul ettikten sonra, o ruhu taşımak, renklendirmek, mizaçlandırmak için kavimler arası yarışmada üstünlük mefkûresidir milliyetçilik. Dahası ırk, kavim ve soy ifadesiyle Hazret-i Peygamberimize lâyık olma cehdidir. Ruha hayat veren dindir. Bu ölçü dışındaki milliyetçilik bütün tezahürleriyle, gövdeleri yakıp kül eden nefsanîlikten, ham ve yobaz bir putçuluktan başka bir şey değildir. İslâm üzere yapılan milliyetçilikte Türk fırlak kemikler çekik gözler, dar alınlar ve kirpi saçlar gibi kaba madde plânında aranmaz. Milliyetçilik zarf değil mazruf, kap değil muhteva, madde değil ruh, mekân değil zaman işidir.

MİLLİYETÇİLİK YUMURTA KIRIKLARINDA ARANMAZ

Ona göre, her tavus kuşu mutlaka bir yumurtadan çıkar ve tavus yumurtasından her çıkan, mutlaka tavus kuşudur. Fakat gaye, tavus yumurtasından çıkmış olmak değil, tavus kuşu olmaktır… Tavus kuşu, sebepte değil, neticede tavus kuşudur. Tavus kuşunun şahsiyeti, geriye doğru mânasız ve değersiz yumurta kırıklarında değil, ileriye doğru müstesna bir renk ve çizgi heyetindedir… İsterse karga veya devekuşu yumurtasından çıkmış olsun, neticede bütün şartlarıyla tavus kuşu olabilen her varlık, tavus kuşunun bütün hakkına mâliktir. Milliyetçiliğin en kesafetli mânası budur!

Gerçek milliyetçiliği, menba istikâmetinde değil, mansap istikâmetinde, tohum üstünde değil, ağaç üstünde karar kılıcı fikirde aramak lâzım. Posa milliyetçilik, renkler senfonisi manzumesi olan bir tavus kuşunun renkleri dururken çıktığı kabukları aramaya benziyor. Tavus kuşunun dışının çıktığı kabuğu düşünün, kim sorar tavus kuşuna, kabuğun nerede, hangi kabuktan çıktın diye? Dâva tavus kuşunun o renklere mâlik olmasıdır. (İdeolocya Örgüsü, s.355)

Bu târifi yaptıktan sonra, üstad son noktayı koyar: “İşte bizim milliyetçiliğimiz; İslâm’a bağlı Türk ruhunun, bu mutlak kadro içinde Türk duygu ve düşünce hususiyetlerinin milliyetçiliği!... Ve işte cihan ölçüsünde milliyetçilik! (a.g.e., s.357)

Necip Fâzıl’ın fikirlerinden anladığımız şudur: Türk’ün ve milliyetçiliğin kaynaklarını, edebiyatımızın bir çeşnisi olarak kalması gereken İslâm öncesi çağlarda değil, İslâm’la müşerref ve kayıtlı olunan çağlarda aramak lâzım.(ilbeyali@hotmail.com)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri