İki Vekil Portresi

.

        Dokunuş

Politika dediğin ne ki, katran karası

Ya patron ulufesi veyahut diş kirası

Tenezzüle ne gerek, ilenmeye ne lüzum

Farzet ki murdar ettir, kılla kılçık arası

                 A.S.D

“Portre de neymiş kardeşim?!” diyenleriniz çıkar mı bilmem.

       Ama hemen söyleyeyim ki, bendeniz iyi bir portre çizimcisiyim ve iyi bir dudak okuyucusuyumdur.  Büyük astronot ve büyük anatomist Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretlerinin Marifetname adlı eserinden esinlenerek; insanları fizikî dış hatlarına ve davranış biçimlerine göre iyi ölçümlediğimi zannediyorum.

       Yıllar evvelinden Kahramanmaraş milletvekillerinden birinin portresini çizmiştik her halükârda. Çizmiştik de, avukatı marifetiyle resmettiğimiz yazılarımızı sitelerden kaldırtmıştı dost vekilimiz. Tabii köprülerin altından bir hayli suların aktığını düşünürsek, eleştiri kültürüne eskiye nazaran tahammül göstereceğini ummaktayım vekilimizin.

       Öyle ya…

       Madem büyük ata oynuyorsanız, birazda büyük ve geniş hacimli düşünmek zorundasınız, değil mi efendim?

       Konuya niçin girdiğimizi aktarayım ilk önce.

       Malûm yarı Kahramanmaraşlı, yarı Hataylı sayılmaktayız. Gazeteciliğimizi fırsat bilen vatandaşlar, abluka içerisinde ve her iki taraftan da taciz bir konumda soruyorlar haliyle; “şunu ve şunu niçin yazmıyorsunuz?” şeklinde. Örneğin Ak Parti Hatay Milletvekili Orhan Karasayar’ın elinin sıkılığından ve dişe dokunur derecede hiçbir iş yapmadığından ve de birlikte dolaşırlarken açlıklarından mülhem; “Keşke bugün nafile orucuna niyet etseydik!” diye aralarında ironi yaptıklarından vesaire…

       Anlayacağınız bir diğer ifadeyle sayın “saylav”ımız, bir çay dahi içirmiyormuş gezdirdiği heyete. Adamlar evlerine zor atıyorlarmış kendilerini…

       “Çam sakızı çoban armağanı cinsinden ikramı ve centilmenliği şöyle dursun da, diş çürüğü dolgusuna yetecek miktarda iş kotarsa bari!” diyorlar. Yani beleşten milletvekilliği… Ekmek elden, su gölden… Ye Memmet ye!..

       Yahu sayın vekilim! Geliniz beni dinleyiniz de; kırınız şu pis şeytanın bacağını! Artık Harbiye’ de mi olur, yoksa Marina’ da mı; şu size emeği geçen insanlara bir ziyafet veriniz, Allah aşkına! Hatta bir de Demirköprü (cisrihadit) civarında meşhur Hatay künefesi yediriniz üstüne! Haricen Belen yaylasının ya da Soğuk Oluk’un soğuk suyu ile çay faslını da zinhar unutmayınız!

       Eğer bizi de müşahit sıfatıyla çağırmaklığınız tutarsa şayet; elimiz kanda da, balda da bulunsa tabana kuvvet koşar geliriz elbette. Ve elbette kimseye yük yüklemeden, kesemizden ve angaryadan… Şimdiden tezi yok, deyiniz hadi!.. Tabii ki takdir sizindir, bizden hatırlatması…

       ***

       Hani bir fıkradır bilirsiniz. Yaşlı kişi kendisini kastederek yanındaki çocuğa hem de birkaç kez; “Oğlum kalk da bir tas su getir şu piri faniye!” der ve cümlesini iplemeyen çocuğa bu seferde; “Oğlum amma da inatmışsın ha!” ifadesini kullanır. Gel gör ki çocuğun cevabı enteresandır: “Bre dayı, daha ben neyim ki! Ya sen amcamın oğlu İmat’ı görsen!..”

       ***

       Laf arasında Hataylılara geçmişteki yazımı anımsayarak dedim ki:

       Sizin vekilin, bizim vekilden alacağı çok şey var. Bir kere eli sıkılıkta bizimkinin eline su dökemez sizin ki…

       “Nasıl yani?” sorusunu yönelttiler hayretle.

       Anlattım, geriye dönük:

       -Ölüye, diriye, düğüne, derneğe, davete icabet ettiğinde; sırf kendisiyle gölgesinden başka üzerinde maddi ağırlık taşımadığını… Boş gidip geldiğini… En yakın seçmeninin düğününe bile bir çeyrek altın dahi takmadığını… Ziyaret mahalli köylerde, mezralarda yapımı yarım kalmış camiye veya minareye bir tuğlalık katkı sağlamadığını… Cuma namazı çıkışlarında, kapıda bekleşen garip gurabaya bela savacak cinsten metelik koklatmadığını… Bölgede yapılan güreş turnuvalarında ve yardım amaçlı açık artırmalarda, seyircilerin kendisinin adına jest yapma güdüsüyle etkinliğe bağışta bulunurken; kendisinin az ya da çok hiç keseye davranmadığını… Yine kendisine en yakın ve seçim çalışmalarında en fedakârane dostlarının taziyesine bir tadımlık lahmacun ısmarlamadığını belirtince; az kalsın küçük dillerini yutacaklardı.

       Arkasından 2. soruyu yönettiler:

       “Ya peki iş yapma istidadı?”

       Vicdanımın otokontrolüyle cevapladım:

       -Eğer fert planında bir Allah’ın kulu kaideyi bozarak; “Bana yardımcı oldu ve şu işimi halletti” bağlamında konuşsun, yeter! Biri de çıksın desin ki; “Ankara’da mahsur kalmıştım fakat sağ olsun vekilim imdadıma yetişti!”

       Genel planda ise; “eserimdir.” diyebileceği özgül ağırlıkta bir yapısal farkını ispatlasın kâfidir.

       Kontra atakla ben sordum onlara: Peki sizinki “şehremini”ye aday mı?

       “Hayır” yanıtını aldım.

       Eh, hadi gözünüz aydın öyleyse! Daha ne istiyorsunuz ki kıvamında tesellide bulunarak ekledim:

       Bizimkisi sırılsıklam aday da…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri