HÜMÂ KUŞU YAHUT HİMMET HÜMÂLARI

.

Tasavvuf edebiyatımızda cennet kuşu olarak da adlandırılan hümâ, yedi kat göğün üzerinde dolaşması, Allah katına kadar gidip gelen yâni mânevî âlemden haber getiren kuş olması sebebiyle erişilemeyecek ulvî yüksekliğin sembolüdür. Yüreğimizi alıp mâveraya kanatlandıran Hümâ Kuşu türküsünü hatırlayın:

“Hümâ kuşu yükseklerden seslenir / yar koynunda bir çift suna beslenir (yavru yavru) / Sen ağlama kirpiklerin ıslanır / Ben ağlayım ki belki gönül ıslanır.”Tasavvuf menşeli türkü, şiir ve menkıbelerimizde hümâ kuşu gönül ülkesinin “Sevgilisi”ne dair benzetme sanatıdır. Âşığına merhamet etmeyen ve gönlü yükseklerde uçan “Sevgili, hümâ kuşuna benzetilir. Hümâ’ya nasıl ulaşılmazsa, “Sevgili” ye de ulaşılmazlık aynıdır. Tekke şiirlerinden bestelenen türkülerimizi dinleyenler bilirler:                                                                             

“Hümâ kuşum yere düştü ölmedi / dünya sultan Süleyman'a kalmadı…”                

Dünya, Kanunî gibi bir sultana dahi kalmamıştır. Fakat onun gibi sultanların başına konan hümâ kuşu ise geçici, dünyalık bir makam değil, yüceliği temsil eder. Bundandır ki gönle dünya sultanlığının değil de hümâ’nın yerleşmesi evlâdır.                                                                                                                

“DERVİŞLER HÜMÂ KUŞU, ÇAYLAK U BAYKUŞ DEĞİL”  

Hümâ’sız gönül olmaz. Gönlümüzü kirleten modern kirliliğe karşı, Yunus Emre Hazretlerinin “Dervişler hümâ kuşu çaylak u baykuş değil / Yıkılıp bağ ile bostan ne umarsın bu nefisten / Hümâ gibi şol kafesten bir gün uçar demedim mi” mısraları üstüne tâlim etmemiz gerek. Dervişlik, Hümâ gibi olmalı, çaylak ve baykuş gibi dünyalık sıradan bir kuşa benzemez, diyor.                                                        Sadede gelip mevzuu ehline bırakalım. Hümâ Kuşu’nu yahut himmet hümâlarını Ali Yurtgezen hocanın “Evin Mahremi Olmak-Beyit Şerhleri” kitabından hülâsa ettiğimiz “Hümâ Kuşu Yükseklerde Eğlenir” yazısını okuyup gönlümüzün başköşesine kondurmak lâzım:                                                          

“HÜMÂ KUŞU YÜKSEKLERDE EĞLENİR”                                                       

“Hümâ-yı himmetim, bâd-ı hevâya rağbetim yoktur / Kanaat kûşesinde rûzigâra minnetim yoktur. (Zekâî) [Himmet hümasıyım; (nefsin hevesleri peşinde sürüklenip) kolaycılığa rağbet etmem. Kanaat köşesine (çekildim), zamaneye, (devrin anlayışına ve dünyaya) minnetim yok.]”                                              

“Doğu toplumlarında ‘hümâ’ adı verilen efsanevî bir kuştan söz edilir. Farsça aslı ‘hümay iken Türkçede ‘hümâ’ veya ‘huma’ diye anılan bu kuşun yedi kat göğün üzerinde yaşadığı, yere konmadığı, ele geçirilemediği, beslenmek için hiçbir canlıya zarar vermediği söylenir. Yere kırk arşın yaklaştığına, bu sırada gölgesi kimin üzerine düşmüşse o kişinin hükümdar olduğuna dair hikâyeler anlatılır. Bir şeyin padişaha yahut devlete aidiyetini ifade eden ‘hümâyûn’ kelimesi buradan gelmektedir. Halk arasında yaygın olarak buna ‘devlet kuşu’ denir ki başına konduğu veya üzerine gölge saldığı kişinin servete ve saltanata kavuşup refah ve saadete ulaşacağına inanılır. Ceddimiz amma da mânasız şeylere inanıyormuş demeden önce, durup düşünmek gerekiyor. Böyle itham ettiğimiz insanlar şimdilerde hayallerimizin bile yetişemediği bir medeniyetin kurucusudur madem, işin içinde başka bir iş olmalıdır. Eski anlayışın değil ama bugün devlet kuşunu şans oyunlarına reklâm malzemesi yapan modern anlayışın tipik bir hurafe örneği olduğu bu yaklaşımla anlaşılabilecektir.”                         

HÜMÂ KUŞU KİMİN BAŞINA KONARSA…                                     

İrfanımızda Hümâ kuşu kimin başına, yâni gönlüne konarsa, o kişi İslâmî nimet bakımından iki dünya saadetine kavuşacak demektir. Hayata irfan penceresinden baktığımız zamanlarda Hümâ kuşunun gölgesinin bir insanın başı üzerine düşmesiyle o insanın bahtiyar biri olacağının ve hâkimiyete ulaşacağının işareti sayılırdı. Bu mevzuu sarahatle anlamak için yine başucumuzda tuttuğumuz kitaba müracaat ediyoruz:                                                                                        

“Nitekim eskiden himmetin, gayretin, kanaatin sembolü olan hüma yahut devlet kuşu, modern zamanlarda çalışmadan kazanmanın, bedavadan gelen maddi zenginliğin sembolü hâline getirilmiştir. Devlet, ‘kut’ veya ‘saadet’ demektir. Hedeflenen saadete sebep olduğu için saltanata, servete, mevki ve makama da devlet denilir. Dolayısıyla bu imkânların devlet sayılması, insana iki cihan saadeti getirmesine bağlıdır. Halbuki piyango çekilişlerinde birdenbire kazanılan servet, bu dünyada bile sahiplerine saadet değil felaket getirmektedir. Tarihte nice taç taht sahibi vardır ki saltanatları dünyalarını da ahiretlerini de berbat eylemiştir. Devlet, başlangıçta bir fırsattır. Devamında, o fırsatı değerlendirmenin, ondan istifade etmenin şartı olan gayret ve kabiliyeti gerektirir. Ahirindeki saadete bu gayretle ulaşılır. Tesadüfen, çabasız, hak etmeden kazanılan bir nailiyet değildir yâni. Böyleyse eğer ‘devlet’ değildir.”

“HİMMET HÜMÂLARI” NA TUTUNMAK                                                                                                    Ulvî değerlerimizin gram gram eksildiği kalpsiz lâ-dîni modern çağda yaşıyoruz. Dervişin de âlimin de devlet adamının da nefsine mağlûp olduğu yâni hümâ’sız yaşadığı, hümâ’sını aramadığı bir zamandayız. Ehl-i irfanın “Hümâ kuşu âşıkların devletidir” sözünü bilmeden, âşıklık da dervişlik de devlet adamlığı da eksik kalır. Kalplerimizin mağlûp düşmeye başladığı modernizm karşısında en çok muhtaç olduğumuz “Himmet hümâları” da şöyle anlatılıyor zikrettiğimiz kitapta:

“Beyitte, ‘Ben himmet hümâsıyım’ diyor şair. Hümâ kuşu gibi gayret sahibiyim; hak etmeden gelecek olana rağbetim yoktur. Hümâ himmeti, nefs terbiyesine yönelik bir gayrettir. İnsan böylece bu dünyadaki en büyük devlete, en büyük servete, ‘kanaat’e sahip olur. Nefs terbiyesine vesile olan ‘himmet hümâları', evliyaullahtan mürşid-i kâmillerdir. Onlar da hümâ kuşu gibi yükseklerde eylenir, dünyaya tenezzül etmezler. Himmet sahibidirler. Üzerlerine sâye saldıkları bağlılarının iki cihan saadetine vesile olurlar. Bir mürşid-i kâmilin kanatları altında gölgelenmesi, insanın başına devlet kuşunun konmasıdır. Tabii mucibince amel etmek şartıyla. Yoksa bir Divan şairimizin dediği gibi ‘Fahte olsa hümâ, serve saadet gelmez’. Yâni, konmaz ama, hümâ kuşu eğer servi ağacının başına güvercinler gibi konsa, bu hâl serviye ‘devlet’ kazandırmaz. ‘Hümâ-yı himmet’ kâmil mürşittir. ‘Hümâ-yı beyzâ-ı dîn’ tâbiriyle gelirse Hz. Peygamber s.a.v.’e işaret olur. Beyitte ‘himmet hümâsı, himmet eden büyüklerden ziyade himmete tâlip olan dervişleri niteler. Çünkü onlar da tuttukları yol itibariyle birer hümâ adayıdır. İhlâsla, gayretle devam ederlerse eğer, Yunus’un ‘Kuru idik yaş olduk / Ayağ idik baş olduk / Kanatlandık kuş olduk / Uçtuk elhamdülillah’ dediği şükür makamıdır varacakları yer. Artık onlar da himmet hümâlarının kafilesine katılmış, sâye saldığı insanlara devlet bahşetmeye başlamış birer hüma kuşudur ve yükseklerde eylenmektedir.”                  

Hâsıl-ı kelâm, her Müslüman “hümâ adayı” olabilmek için “Himmet hümâları” nın dergâhlarında veya Fikir ve Gönül Dükkânlarında tâlim etmesi gerekiyor. (ilbeyali@hotmail.com)

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri