Dünyanın En Şerefli Nişanı

Dünyanın En Şerefli Nişanı

İstanbul Sheraton Otelinde Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından düzenlenen “Sîret-i Nebî” Kongresi vardı.

İstanbul Müftü Yardımcısı olarak öğle yemeğinde İran Başbakanı ve elçilik yetkilileri ile aynı masada oturuyordum. İran İstanbul Büyükelçisi beni birlikte sohbet etmeye davet etti.

Bilâhere sohbet ederken Yavuz Sultan Selim Han’a haksızlık yapacak şekilde bazı ithamlarda bulunmaya kalkıştı. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğretim üyesi hocamız Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’nun kaleme aldığı “Osmanlı-Safevî Münasebetleri” adlı kitabından naklederek, İranlıların kan dökmeden Dâîlerinin (misyonerlerinin) Anadolu'nun iç kısımlarına kadar Şiilik inancını yayarak Anadolu’yu işgal etmeye kalkıştıkları zaman, Yavuz Sultan Selim Han’ın bu büyük tehlikeyi görüp, şeyhülislama danışarak gereğini yaptığını söyledim.

Yıllarca Arap, Fars ve Urduca Anabilim Dallarından oluşan Doğu Dilleri ve Edebiyatları Bölüm Başkanlığı yaptığım sırada, bazı İran yetkilileri öğrencilerimize Şiiliği aşılamak için, üç sandık Humeynî’nin kitaplarını hediye etmeye kalkıştıklarında, bunlara asla izin vermedim. Zira itikadı bozuk bu fırka, üç halifeye ve Hazret-i Aişe’ye dil uzatmaktadır.

Cehalet başa beladır. Bir inançlı profesör arkadaş tarih bilgisi az ve yanlış olduğu için Yavuz Sultan Selim’in Mısır’dan İstanbul’a bazı Arap âlimleri götürerek Anadolu’yu Araplaştırdığını söylemesi üzerine, aksine Yavuz Sultan Selim’in önlem alarak kendisinden sonra Mısır’da fitne çıkaracak emir ve âlimleri birlikte İstanbul’a götürdüğünü ve görevlendirdiği 40 hafızın hatim okuması eşliğinde kutsal emanetlerin gece sabaha kadar yerleştirildiğini, kırkıncı hafızın ise bizzat kendisi olduğunu söyledim. Ecdadına düşman olan bir neslin türememesi için, tarihçilere ve ilahiyatçılara büyük görev düşmektedir.

Bu arada asil İran şahları da vardır. Nitekim Eylül 1902’de İran Şahı Muzafferüddin Kaçar Han, İstanbul’a resmi bir ziyarette bulunmuştu. Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han, onun ikamet etmesi için Şale köşkünü inşa ettirmişti. İran tahtında, 1794’den beri Oğuz’ların bir kolu olan Kaçar hanedanı bulunmaktaydı ve Muzaferüddin Han Türklüğü ile gurur duyuyor, Osmanlıları kardeş biliyordu.

Misafir hükümdar, bir gün Edirne’ye giderek, Osmanlı II. Ordusunun geçit merasiminde hazır bulundu. Birliklerin geçecekleri yolda su birikintileri vardı. Topçu kumandanlarından Şükrü Paşa atını telaşla sürerek geldi ve selam verdi:

“Huzur-ı Şehametpenahilerinden dörtnal ile geçecek olan sahra bataryalarının etrafa çamur sıçratmaları ihtimali vardır. Resmi geçidi daha muhafazalı bir yerden temaşa buyurmanızı istirham ederim.” Ancak bu ikaz, Şah’ın üzerinde hiç beklenmeyen bir tesir yaptı. Aksine, atını sürüp yol kenarına kadar geldi ve maiyeti de yanına toplanırken şöyle dedi: “İslâm’ın şan ve şevketini Viyana kapılarına kadar götüren ve ilan eden bu kahraman Osmanlı ordusunun atlarının nallarından sıçrayacak çamuru ben, dünyanın en şerefli nişanı olarak iftiharla göğsümde taşırım.”

Ve Muzaferüddin Han merasim bitene kadar gözünü Osmanlı askerinden bir lahza ayırmadan o noktada kaldı. Allahü teâlâ, devletimizi, milletimizi ve bayrağımızı payidâr eylesin.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri