1994 yılıydı…
Apansızın aramızdan ayrıldı Faruk Arıkan.
Biz ona Abid Vanlı ile birlikte “Faruk Baba” derdik. Bu hitap, ona olan sevgimizin, saygımızın ve içtenliğimizin bir göstergesiydi.
1981 yılından vefat ettiği güne kadar çok özel bir dostluğumuz oldu.
Ama 1984–1994 arası…
O yıllar bambaşkaydı.
Faruk Arıkan, bizim için sadece bir büyüğümüz değil, başımız sıkıştığında öğüt aldığımız bir bilge, bir “baba” olmuştu.
Bir Cumartesi günüydü, sanırım…
Abid Vanlı ile uzun uzun sohbet ediyorduk.
“Yeniden Cemiyet kuralım,” dedik kendi aramızda.
Aslında bir cemiyet vardı ama biz, gazetecilik adına daha güçlü, daha üretken bir yapı hayal ediyorduk.
“Kimlerden destek alabiliriz?” diye düşünürken karar verdik:
“Pazartesi günü Faruk Arıkan’ı ziyaret edip akıl alalım.”
O gün başlayan yol arkadaşlığımız, yıllarca sürdü.
Faruk Amca, Kahramanmaraş Gazeteciler Cemiyeti’nin Onursal Başkanı oldu.
Bizim için sadece bir başkan değil, dert babamız, yol göstericimizdi.
Ne zaman bir çıkmazda kalsak, kapısını çalar, içeri girdiğimizde huzur bulurduk.
Bir gün, hafta içi sabah saatleriydi…
Çok sevdiğim bir amca birkaç kişiyle birlikte geldi.
“Haydi kalk,” dedi,
“Cami inşaatı için yardım toplayacağız, bizimle gel.”
Hiç düşünmeden “Peki,” dedim.
Kuyumcuları dolaştık, yardım topladık ama hedeflenen rakama ulaşmamız mümkün değildi.
O an aklıma bir isim geldi: Faruk Amca.
Beraber dolmuşa bindik, Arsan Tekstil’in önünde indik.
O sıralar fabrika yeni üretime geçmişti.
Nizamiyeden içeri girdik, kimse bizi durdurmadı, herkes tanıyordu.
Kapıda muhasebeci Süleyman Abiye rastladım.
“Baba nerede?” diye sordum.
“Her zamanki yerinde,” dedi.
Kapıyı tıklatmadan girdik.
Faruk Amca, bizi görünce ayağa kalktı:
“Tam da yemek vaktinde geldiniz, oturun, beraber yiyelim,” dedi.
Yemekler yendi, çaylar içildi. Sohbet sıcaktı, vakit ilerlemişti.
Saat 14.00 sularında Faruk Amca gülümseyerek,
“Evet, yemeği yedik, çayı içtik, şimdi söyleyin bakalım, hayırdır ne için geldiniz?” dedi.
Cami inşaatı için destek istendiğimizi anlattık.
Rakamı duyar duymaz,
“Süleyman Efendi!” diye seslendi.
Bir süre sonra Süleyman Bey elinde poşetle geldi. İçinde, söylenen miktarda para vardı.
Şaşkınlıkla teşekkür ettik.
Tam ayrılacakken ben,
“Faruk Amca, arabamız yok, dolmuşa bineceğiz,” dedim.
Hemen bir araç ayarlandı.
Araca binerken Süleyman Bey koşarak geldi, elime bir zarf uzattı:
“Baba bunu sana gönderdi,” dedi.
O zarfta, sadece para değil, bir gönül sıcaklığı, bir baba şefkati vardı.
Faruk Amca, sadece bizim değil, bütün Kahramanmaraş’ın babasıydı.
Bayramları, özel günleri unutmaz, herkese dokunur, gönüller kazanırdı.
Vefatının üzerinden yıllar geçti ama o sevgi hâlâ taze, hâlâ içimizde.
Oğlu Alişan Arıkan Bey, babasının izinden gidiyor.
Belki aynı sıklıkta görüşemiyoruz ama onun da gönül dostluğunun baki olduğuna inanıyorum.
Tıpkı babası gibi, yardımseverlik ve hayırseverlik konusunda adımlar atıyor.
Okullar, sağlık ocakları, taziye evleri…
Hepsi babasının adını yaşatan eserler.
Faruk Arıkan, bu şehirde iyiliğin, tevazunun ve cömertliğin sembolüydü.
O, bizler için sadece bir büyüğümüz değil, bir baba, bir eğitim alınan okul gibiydi.
Onunla aynı dönemi yaşamış, onun masasındaki çayı içmiş olmak bile bir ayrıcalıktır.
Bugün dönüp baktığımda görüyorum ki,
böylesi insanlar bir şehrin sadece sanayisini değil, ruhunu da inşa ediyor.
Ruhu şad olsun, mekanı cennet olsun Faruk Baba.
Biz seni hiç unutmadık. Bu beden sağ oldukça da sizi hayırla yad etmeye devam edeceğim…