Yerinden kalktı karşıdaki koltuğun manzarasına daha bir dikkat kesilmişti. Krem rengi koltuğun bordo yastığını düzelti ve oturup bacak bacak üstüne attı. Karşısında oturduğu manzarada ne yoktu ki; açmış sardunyalar pembeli kırmızılı, ıtırın mor çiçeklerinin muntazam dizilimi hoşuna gitti. Biraz ileri de bayan giyim mağazasını ziyaret eden hanımları gözlemledi. Vitrin göz kamaştırıcıydı. Kırmızı ve klasik bir elbiseyi manken taşıyordu. İkinci manken ise su yeşili bir pantolon ve üstünde krem rengi bir gömlek ve omzunda yeşil tonda bir süeter vardı. İçeri giren bayanlar otuzlu ellili yaşlarda bayanlardı. Mağazaya giren her bayan neredeyse elinde mağaza çantasıyla çıkıyordu. Demek içeride pazarlamayı bilen kuş dilli bir tezgahtar vardı.
-Ne haber Nuri?
-Aaaa ! Metin ? Senin ne işin var burada?
-Sıkıldım ofis ortamından biraz dışarıda çalışmak istedim. Sırtında bilgisayarının olduğu sırt çantasını Nuri’nin karşısındaki boş koltuğa koydu. Kendisi de çantanın yanındaki boş koltuğa çöker gibi oturdu.
-Sen ne yapıyorsun, yazmıyor musun ? Yoksa gözlem vakti mi?
-Ben de gözlerimi dinlendirmek için geldim. Bir kahve de sana söyleyeyim.
-Olur .
Metin asıl işi elektronik mühendisliği idi. Home ofis çalışıyordu. Nerede isterse orada çalışıyordu ama son zamanlarda bir ofis kiralamıştı. Fakat orada tek başına alışamamıştı. Biraz hareketlilik iyi olur düşüncesiyle Mecidiyeköy’e inmişti. Tamamen tesadüf olduğunu söylese de uzaktan Nuri’yi likstürüm bitkilerinin arasından, sardunyalar arasından başını görmüş bir çocuk gibi sevinmişti. Lise arkadaşıydı onlar.
Nuri aklına estikçe yazıyor yazıyordu. Okuyor ve okuyordu. Gözlüklerinin numarası büyümüştü, lakin çizdirmek istese de masraflı iş olduğundan öteleyip duruyordu. Öğretmen emeklisiydi. EYT ‘(Emeklilikte Yaşa Takılanlar) den emekli olmuştu ama eşi halen öğretmenliğe devam ediyordu. Onun bu edebiyat aşkı dinmek bilmeyen pınar gibi çağlayıp duruyordu. Dingin olması gerekirdi, yazmak için. Başını toplayıp şöylece düşünce ve yaşadıklarını, gözlemlediklerini anlattıkça içini bir ferahlık kaplıyor, işini yapmış olmanın vicdan rahatlığını hissediyordu.
-Ne yazdın son zamanlarda ne ile ilgili anlat üstad?
-Fazla şey yok. Henüz ilk romanın satırları arasında kaybolmaktayım. Ha bitirdim diyorum, küçük hikayeler yolunu kesiyor. Hikayelik malzeme çok dostum., Gülümsedi. Sigara içmekten sararmış dişleri göründü. Metin;
-Sen de hikaye yaz .
-Yazıyorum elbet. Derken karşı mağazanın çıkış ve giriş kapısı aynıydı ama sanki boş kalmıyordu hiç. Demek işi iyi yapanlar, seçenler, tasarımlar daha güzeldi içeride.
Garson elinde bir latte ile geldi, Metin’in önüne masaya bıraktı. Kahvesinden bir yudum aldı ve bilgisayarını çıkardı. Prize taktı. Makineyi açtı ve bir şeyler yazdı klavyede.
-Hay aksi toplantı var yirmi dakikaya kadar. Kulaklığını çıkardı özenle ve taktı kulaklarına. Bir ucunu da makineye taktı. Artık tamamdı. Kahvesinden koca bir yudum aldı ve;
-Sorun olmaz değil mi ? Yarım saatlik bir toplantı var, yurtdışı bağlantılı. Rahatsız olursan başka masaya geçeyim.
-Yok. Ben de hikayemin resim eksizlerini yapayım. Soğutma kahveni iç.
Mecidiyeköy’ün ne kalabalığı biter ne trafiği. Her insanın uğrak yeri gibi. Oturdukları Petite Cafe temiz, hizmeti iyi, çalışanlar işini iyi yapan garsonlardı. İçinden tebrik etmek geldi sahibini. Doğrusu işini iyi yapana insana hayrandı, şükran duyardı.
Eğildi kolu yere sarkan montunu düzelti. Bir sigara yakıp derin bir nefes aldı.
-Bize yok mu ?
-Sen içmiyordun.
-Başladım. Bu kadar stresle yoksa nasıl tek başıma mücadele ederim.
Nuri paketi uzattı. Metin bir dal aldı ve yaktı. O da bir nefes alıp kahvesini yudumladı. Henüz beş dakika vardı toplantıya.