Ağlamak Doğamızın Gereği Mi?

.

Siz ağladınız mı hiç? Bu da ne biçim soru demeyiniz. Sözün gelişi. Ömründe ağlamayan insan olur mu? Siz bakmayın yiğitliğe toz kondurmayanlara.  İnsanoğlu gerektiğinde ağlar.  Hem de hıçkıra- hıçkıra.  Bu onun doğasının gereğidir.  Baskı altında tutulması da yanlış olur, bence.

İnsanoğlu ağlayarak açar dünyaya gözlerini. Kim bilir, kısa ömrünün sorunlarını, sıkıntılarını içgüdüsel bir algılamanın verdiği acıdır, belki de onu  ağlatan.

Ananın gözyaşı ve acılara boğulan feryatlarıyla gerçekleşen doğum sevinci, bebeğin ağıdıyla yeniden ıslanır. Bebeklik ve çocukluk döneminin bir bakıma en önemli yaptırımlarının aracı olur ağlamak.

Ağlamak, bu dönemlerde biraz da güçsüzlüğün, zayıflığın dışa yansıyan  bir tepkisi ve  aracıdır,  herhalde.  Bebek ya da çocuk, gereksinimlerini yansıtmak, kabul ettirmek, karşılanmasını sağlamak için sık-sık başvurur,  bu yönteme. Ne demiş atalar:  “Ağlamayana meme vermezler.”

İnsan hep çocuk kalacak, değil ya. Büyüyüp kişilik kazandıkça toplumun temel değerlerini algılamakta gecikmez. Ağlamanın bir zayıflık ve ayıp sayıldığı bilincine varır. Gereksinimleri için ağıt yerine başka tepkiler geliştirir.

Ağlamak kuşkusuz salt bebek ve çocuklara da özgü değildir. Yetişkinler de ağlar, elbette. Ağlamak, insan doğasının acılara, sevinçlere dönük dışa yansıyan bir tepkisi de denilebilir. İnsanoğlu duygusallığı da olan bir varlıktır. Dış obje ve olgulardan etkilenir, kuşkusuz. Trajik ve dramatik her olgu, çoğu insanı derinden sarsar. Acıma, korku, dehşet, merhamet, şefkat damarlarımızın  kabardığı anlarda göz yaşlarımıza engel olamayız, değil mi?

Kaldı ki, aşırı sevinç yoğunluğunda da ağlarız. İster olumlu, ister olumsuz olsun, aşırı duygu yoğunluğunda insanlar, doluluk sıkıntısı yaşarlar.

Ağlamayı sağlayan duygu yoğunluğunu, her insanda aynı düzeyde  göremeyiz. Farklı psikolojik yapıların, farklı tepkiler doğurması doğaldır.  Birinin çok üzüldüğü ya da sevindiği bir olgu, başka birini etkilemeyebilir. Ağlama ihtiyacını baskı altında tutan nedenler arasında gelenek ve etik değerleri yabana atmamak gerekir. “Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar,” derken atalar, kuşkusuz yakınlarımızın, sevdiklerimizin acılarını içtenlikle bölüştüğümüzü vurgulamışlardır bence.

Ağlamak,  insan için doğal bir boşalım ve rahatlama işlevi olarak da algılanabilir. Bu boşalımın cinsiyete özgünlüğünün olmaması gerekir değil mi? Ne var ki, kadınlar erkeklere göre daha çok ağlarlar.  Bunu onların kadınlık doğasına bağlamak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü, kadınlar daha duygusal,  şefkatli, ince ve hassas yapılıdırlar. Bu nedenle karşı tepkilerinin çoğunu göz yaşlarıyla ifade ederler.

“Erkekler ağlamaz ” telkini toplumsal bir yargı da olsa, bunu genellemek gerçekçi olur mu bilemem. Aslında onlar da ağlar. Etik değerlerin etkisiyle bu doğal boşalımlarını saklamağa çalışırlar da, ağlamanın en zorunu seçerler. Dışlarına ağlama yerine, içlerine ağlarlar.

Cinsiyeti ne olursa-olsun, ağlamak insan için duygusal bir tepki olsa gerektir. Bir boşalım ve rahatlama aracı olduğu sürece de yararlıdır,  bence.

Ağlamayı ayıplamanın, yasaklamanın insan doğasını sıkıntıya sokan olumsuz bir baskı olacağını düşünüyorum. Kaldı ki,  insanoğlu ağlayarak doğar,  ağlatarak ölür.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazarlar Haberleri