Ülkemiz, 15 Temmuz 2016 gecesinde büyük bir ihanet yaşamıştır. Ne var ki; bu ihanetin ilk dakikalarından itibaren hainlerin karşısına dikilen ve milli iradeye, demokrasiye sahip çıkan Türk milleti, destanlarla dolu tarihine bir yenisini eklemiştir. Öyle ki; Türk milleti, hainlerin karşısında asla diz çökmez. Onlara boyun eğmez.
“Bütün fikirsel ayrılıkları bir kenara koyup, söz konusu vatan olduğunda, gerisini teferruat sayan milletimizle gurur duyuyoruz.” (Hain Darbe Girişimi ve Sonrasında Yaşananlar. Esat Beşer. Maraş Gündem Gazetesi. 14 Temmuz 2018)
Demokrasi şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz; gazilerimizle onur duyuyoruz.
Milletimizin birlik ve beraberliğiyle, ülkemizde terör artık köşeye sıkışmıştır. İhanet içerisindeki tüm terör yapıları ciddi kayıplar vermektedir. Gerçi, bir var olma mücadeleleri var ama bunu asla başaramayacaklar. En sonunda, hüsrana uğrayacaklar.
Bizi Bölmeye Güçleri Yetmez
Tek devlet, tek vatan ve tek bayrak inancı etrafında bütünleşen aziz milletimizde böylesi bir birlik ve beraberlik oldukça, hainlerin hepsi birden gelse bizi bölemezler.
Devlet yönetimine el koyma hayalleri kuranlar, Türk milleti gibi vatanına âşık bir milletin olduğunu unutmuşlar. Ne var ki; bu ihanetin bedelini şimdi ödeme vakti. Zaten, bu ihanetin bedelini en ağır şekilde ödemekteler ve ödemeye devam edecekler.
15 Temmuz gecesindeki darbe girişimi karşısında, milletin ve güvenlik güçlerinin göstermiş olduğu onurlu duruş ve hainlerin yenilgiye, bozguna uğratılması her yıldönümünde tüm Türkiye’de coşkuyla kutlanılmaktadır.
Bana Özel Açıklama
15 Temmuz konulu bu yazıma ilişkin Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan ve Selçuk Kurtsatar, bana özel açıklamada bulunmaktadırlar.
Soğuk Savaş sürecinde, askeri müdahalelerin gelişmekte olan ülkelerde yoğun bir şekilde yaşanıldığı tespitinde bulunan OMÜ Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan, Afrika, Asya ve Latin Amerika ülkelerinde ve özellikle de Orta Doğu coğrafyasında yaşanılan tüm bu darbelerin arkasında, ABD veya Sovyet Rusya destekli generallerin olduğunu ve bu generallerin ülkelerindeki istikrarsızlığın beraberinde getirdiği olumsuzlukları gerekçe göstererek, seçilmiş iktidarları alaşağı ettiklerini ve bunun yerine, kendi ideolojilerini rejim olarak inşa ettiklerini açıklamaktadır.
Türkiye’de, 1960 darbesiyle başlayan ve 1971 muhtırası, 1980 askeri müdahalesi ve 28 Şubat 1997 süreciyle devam eden ve hemen hemen her on yılda bir milli iradenin Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları tarafından askıya alındığı bir tarih yaşanıldığını ve bazı olumsuz etkilerinin günümüze dek devam ettiğini; 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ise, tüm bu müdahalelerden farklı bir özellik taşıdığını tespit eden Prof. Dr. Çağlayan, daha önceki darbelerin Türk Silahlı Kuvvetleri içinden gelişen bir iradeyle subaylar tarafından gerçekleştiğinin; 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ise, dini cemaat görüntüsü altında, CIA uzantısı gizli bir örgüt tarafından gerçekleştiğinin altını çizmektedir.
Fethullah Gülen’in 1998 yılının Mart ayında, Papa II. John Paul ile görüşmesinden sonra, Katolik Kilisesi’nin Dinlerarası Diyalog Çalışmalarıyla, İbrahimi dinlerde buluşma etkinlikleri düzenlediğini ve Mehdi/Mesih olduğu iması yaparak, ABD’ye gittikten sonra, Kâinat İmamı ünvanı aldığını ve böylelikle, kendisini mistik karizmatik bir karakter olarak kabul ettirdiğini belirten Prof. Dr. Çağlayan, Fethullah Gülen’e adanmış ve ona sadakat duygusuyla yetiştirilmiş; milli tüm aidiyetleri ise, yok edilmiş sözde “Altın Neslin” 15 Temmuz 2016 teşebbüsüyle, Türk milletinin bağımsızlığına ve milli iradesine suikast düzenlediğini vurgulamaktadır ve şu açıklamada bulunmaktadır:
“Işık Evleri, öğrenci yurtları, yaz kampları, dershaneler, özel okullar ve üniversiteler ile Türk gençliğini devşiren bu örgüt, Türkiye dışına taşarak, 1991 yılında dağılan Sovyetler Birliği sonrası bağımsız olan Türk Cumhuriyetleri başta olmak üzere, Asya, Afrika, Avrupa ülkelerinde ve Amerika’da, yüzlerce ilk ve orta öğretim okulları ve üniversiteler açmıştır. Eğitimin dışında, ayrıca medyada, algı operasyonları gerçekleştirmiştir. Gazeteciler ve Yazarlar Vakfını kurarak, Abant Toplantıları’yla, kamuoyunu yönlendirmeye çalışmıştır. Siyasetin oy ihtiyacını ise, çok iyi manipüle etmiştir ve hemen hemen her siyasi liderle fotoğraf vermiştir. Örgüt, ticarette de saadet zincirini andıran bir teşkilatlanma oluşturmuştur. İşadamları dernekleri üzerinden işadamlarını örgüte destek vermeye mecbur hissettirmiştir ve böylelikle, rant kaynağı oluşturmuştur. Gelir kaynaklarını arttırmıştır. Bunun dışında, usulsüz para transferleri ve himmet / haraç gelirleriyle, mali yapısını güçlendirmiştir.”
Ne var ki; Türk Silahlı Kuvvetleri, Yargı, Emniyet ve Eğitim olmak üzere, tüm devlet kurumlarına yerleşerek, Paralel Devlet Yapılanması oluşturan örgütün 15 Temmuz’da, gerçek yüzünü tüm Türkiye’ye gösterdiğini belirten Prof. Dr. Çağlayan, şunları ifade etmektedir:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın çağrısıyla meydanlarda toplanan Türk halkı, o gece başlatılan kanlı darbe girişimini iradesiyle, kanıyla, canıyla engellemiştir. Mülkiyeti Türk milletine ait olan uçaklarla, tanklarla ve tüfeklerle, halkın üzerine ateş açan, Türkiye Büyük Millet Meclisi, Külliye, Emniyet Genel Müdürlüğü, Genelkurmay Başkanlığı ve Boğaziçi Köprüsü gibi kritik kurumları ve mekânları bomba ve mermilerle kontrol altına almaya çalışan şerefli Türk Ordusu’nun üniformalarını gasp etmiş hainleri Ömer Halis Demir gibi kahraman ordu mensuplarımız ve iradesine sahip çıkan Türk milleti bertaraf etmiştir ve 15 Temmuz, milletin zaferi ile sonuçlanmıştır.”
Prof. Dr. Kaya Tuncer Çağlayan, sözlerini şu şekilde tamamlamaktadır: “Devletimiz, kılcal damarlarına kadar sızan paralel yapıdan KHK ve diğer yasal yöntemlerle mücadele ederek, 15 Temmuz’da, 251 şehidimizin ve 2 bin 740 gazimizin hesabını sormuştur. Necip Hablemitoğlu ve Muhsin Yazıcıoğlu cinayetlerinin, düzmece iddianamelerle sivil-askeri kurumlardan uzaklaştırılan vatandaşlarımızın, devletin mahremlerini satanların ve çalınmış sınav sorularıyla hakları yenilenlerin hesabını devletimiz sormuştur ve sormaya devam etmektedir. Bundan sonrası için, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, FETÖ ile mücadelesinde kararlılığını korumladır. Devletimiz, millet ve devlet düşmanlarına karşı hak ettikleri temkini ve tedbiri almakta teyakkuz halini korumalıdır. Aziz Atatürk’ün emaneti Türkiye Cumhuriyeti’nin payidar ve Türk Milleti’nin hür kalması bunu gerektirmektedir.”
Popüler Kültürde 15 Temmuz
Balkan Rumeli Türkleri Konfederasyonu Bosna–Hersek Komisyon Başkanı ve Akdeniz Balkan Türkleri Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Selçuk Kurtsatar, 15 Temmuz’un popüler kültürde taşıdığı öneme ilişkin şu hatırlatmada bulunmaktadır:
“Ben Ömer filminde (2016) darbe esnasında ölen asker Ömer Halisdemir konu alınmıştır. 15 Temmuz buna ilaveten, Kurtlar Vadisi Vatan filminde (2017) ve 15/07 Şafak Vakti filminde (2021) konu alınmıştır. Mahrem (2021) ve Kumpas (2022) belgesel dizilerinde ise, FETÖ'nün yapılanması ve darbeye giden süreç anlatılmıştır. Ayriyeten, Ben ve Babam - Vatan TV filminde (2024), 15 Temmuz darbe gecesi Türksat'ta yaşanılan olaylar konu alınmıştır.”
Selçuk Kurtsatar, Bosna–Hersek Bakanlar Konseyi Başkanı Denis Zvizdić’in 15 Temmuz 2016 darbe girişimine ilişkin sözlerine atıfta bulunmaktadır: "Demokrasi hiçbir şekilde darbeyle sağlanamaz. Türkiye, tüm dünya için önemli bir stratejik konuma sahiptir. Bu bağlamda, Türkiye'nin istikrarı hem bölge hem de dünya politikası için önemlidir."