Yazı Devriminin Kilometre Taşları

Türkçe giderse Türkiye gider!”

Bu sürecin ilk başlangıcına bakarsak, alfabe ile ilgili ciddi tartışmaları Osmanlı’da Tanzimat dönemi(1839–1876) ile başladığını görmekteyiz. 1851 yılında Ahmet Cevdet Paşa, yayınladığı Kavaid-i Osmaniye adlı kitap da Türkçede bulunup da Arap harfleriyle gösterilmeyen sesler için bir yol bulmak gerektiğini belirtmiştir. Onun bu önerisi üzerine harekete geçen Encümen-i Daniş 1863-64 ders yılı kitaplarında Arap yazısını hareketli olarak kullanmışlardır. Ayrıca Münif Efendi Paşa, 11 Mayıs 1862’de kurucusu olduğu Cemiyet-i Osmaniye’de verdiği bir konferansta alfabe konusunu ele almıştır: Arap harflerine yeni bir şekil vermek, harflerin yazılış ve okunuşlarını kolaylaştırmak gerektiğini, bu nedenle bir yazı ıslahatına ihtiyaç olduğunu belirtmiştir. 

Mustafa Celalettin Paşa, 1869’da Latin harflerine geçilmesi gerektiğini belirtmekle kalmamış, kızına Latin harfleriyle mektuplar bile yazmıştır.

Arap harflerinin Türkçeye uygun hale getirilmesi için kurulan en önemli cemiyetlerden biri de Islahat-ı Huruf Cemiyeti’dir.

Harflerin ıslah edilmesi gerektiğini en ateşli biçimde savunan Dr. Milaslı İsmail Hakkı, Prof. Dr. Necmettin Arif, Cihangirli M. Şinasi, harflerin ayrı yarı yazılmasını önermişlerdir.

Birinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa cephesinde ki Türk birlikleri resmi telgraf yazışmalarında Latin harfleri kullanmışlardır.

 Mustafa Kemal Paşa, Çanakkale’den bir bayan arkadaşına gönderdiği 13 mektup dan birini Latin harfleriyle yazmıştır.

Yazı Devrimi, Osmanlı’da Tanzimat’tan beri tartışılan ve Atatürk’ün bütün devrimleri gibi “Toplumsal ihtiyaçtan doğan” bir devrimdir. 

Arap alfabesinin kabul edildiği dönemlerde bazı Türk toplulukları Türkçeyi runik harflerle yazmaya devam etmişlerdir. (Runik Yazı nedir? Runik yazı, İlkçağ Orta Asya toplumları, Etrüskler, Macarlar ve eski Kuzey Avrupa ülkelerinde İsveç, Norveç, Finlandiya, Almanya v.s.  yaşayanlarca kullanılmış bir yazı sistemidir. )

Bu runik yazıların bazıları kimi Etrüsk ve Ön –Türk metinlerinde de görüldüğü gibi sağdan sola doğru yazılmıştır. Bu alfabenin temeli Orta Türklerinin kullandığı alfabeden geldiği uzmanlarca belirtilmiştir. Burada runik yazısını uzun uzun anlatacak değilim, çünkü bu başlı başına bir konu teşkil etmektedir. Burada bahsetmemim sebebi şudur; “bu yazı Etrüsklerin de kullandıkları ve daha sonra hemen hemen bütün Avrupa uluslarının Romalılardan alarak temeli 25 karakterden oluşan bu alfabeyi kullandıkları bilinmektedir. Ancak bu yazının işaretleri her dilde aynı ses değerine sahip değildir. Run yazısı Yunanlılar ve Romalılardan alınma değildir. “

Büyük tarihçi ve araştırmacı Kazım Mirşan, Orta Asya Ön Türk Runik yazıtlarının Avrupa’da ki Runik yazıtlarından daha eski olduğunu öne sürerek Avrupa Runiklerini Orta Asya Runiklerine bağlamaktadır. Kazım Mirşan’a göre Avrupa’da ki Runik yazıya Orhun yazısı ya da Göktürk yazısı demek daha doğru olacaktır. Çünkü Kuzey Avrupa Runik yazısı Asya ‘da ki Runik yazısının bir versiyonundan(sürümünden) başka bir şey değildir ve hepsinin kökeninde Türk damga yazısı bulunmaktadır.

Bu konuyu bu kadar geniş almamızın sebebi Atatürk’ün 1928 yılında Alfabe devrimiyle kabul ettiği Latin harflerinin kökeni… Görüldüğü gibi bugün dünyanın birçok yerinde kullanılan Latin Alfabesi, Etrüsk Runik harflerinin bir türevidir; okullarda çocuklarımıza ve gençlerimize öğrettiğimiz gibi, Fenike alfabesinin değil… Avrupa’nın Futhark ve Etrüsk runik yazısı ise Göktürk yazısı ile aynı kökten gelmektedir. Yani Latin alfabesi aslında Göktürk alfabesinin zaman içinde farklılaşmış biçimidir. Dolayısıyla Atatürk’ün Türkçeyi Latin harflerle yazmaya karar vermesi, bir anlamda yeniden Göktürk yazısına dönüştürür ki, bunun adı tarih bilmeyenlerin söylediği gibi “gâvurlaşmak “ değil “öze dönmektir”

Bu nedenledir ki Atatürk, Dil Devrimi’nin nedenlerini dört başlıkta toplamıştır.

1- Türkçeyi Kurtarmak

2- Konuşma Diliyle Yazı Dili Arasında Ki Açıklığı Kapatmak

3- Ulus Devleti Güçlendirmek

4- Türkçenin Çok Eski Ve Mükemmel Bir Dil Olduğunu Kanıtlamak 

Özetle 1928’de ki “Yazı – Alfabe Devrimiyle “Türkçe, yaklaşık 800 yıl sonra kendi bünyesine uymayan Arap harfleriyle yazılmaktan kurtularak, kendi bünyesine birebir uyan  ( Göktürk yazısına ve Etrüsk yazısına dayanan ) Latin alfabesiyle yazılmaya başlamıştır. 

Bu konu ile ilgili gelişmeleri tarih tarih inceleyelim:

12 Eylül 1922’de aralarında Hüseyin Cahit (Yalçın) ve Yakup Kadri (Karaosmanoğlu)’nun da bulunduğu İstanbul gazetecileri İzmit’e giderek Atatürk’le görüşmüşler, bu görüşmede Hüseyin Cahit’in “Niçin Latin yazısını almıyoruz” sorusuna Atatürk ,”Zamanı daha gelmemiştir” diye cevap vermiştir.

1923’te İzmir’de toplanan I. İzmir İktisat Kongresi’nde İzmirli Nazım ile iki arkadaşı kongreye Latin harflerinin kabul edilmesi yönünde bir önerge vermişlerdir. Önerge Kazım Karabekir Paşa tarafından gündeme bile alınmadan reddedilmiştir.

1924 yılında Berlin’de ki Türk öğrencileri Yeni Harfler Birliği adlı dernek kurarak ve Yeni Yazı adlı bir dergi çıkararak bütün Türk dünyası için Latin harflerinin kabulünü önermiştir.

1926 yılında Akşam gazetesinin aydınlar arasında yaptığı bir ankette, sadece üç kişi (Dr. Abdullah Cevdet, Mustafa Hamit, Rafet Avni,)Latin harflerinin alınmasını istemiş, diğer on kişi ise karşı çıkmıştır.

Bu sırada Türk basınında Abdullah Cevdet,Falik Rıfkı(Atay, Yunus Nadi (Abalıoğlu), Mithat Sadullah(Sander), Celal Nuri(İleri) Latin harflerini savunan yazılar yazmışlardır.

Paris’te oturan Dr. Rıza Nur, 1928 yılında İskenderiye’ de Oğuzname’yi Latin harfleriyle bastırmıştır.

8 Ocak 1928 ‘de Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Türk Ocakları Merkez ve Hars Heyeti’nde Latin Harflerini savunmuştur.   

23 Mayıs 1928’de Milli Eğitim Bakanlığı Latin Harflerini incelemek üzere Dil Heyeti (Dil Encümeni)adlı kurul oluşturulmuştur. 

Dil Encümeni çalışmaları sonucunda 41 sayfalık bir Elifba Raporu hazırlanmış ve Atatürk’e sunulmuştur.

Atatürk, 9 Ağustos 1928’de Latin Alfabesini Sarayburnu’nda ki Gülhane Parkı’nda halka müjdelemiştir.

Latin harfleri 1Kasım 1928’de TBMM’de 1353 sayılı kanunla kabul edilmiştir. 3 Aralık 1928’de kanun yayınlanmış ve 1 Ocak 1929’dan sonra Latin Harfleri kullanılmaya başlamıştır.

Görüldüğü gibi bazılarının iddia ettiği gibi, “Bir gecede karar verilen köksüz, hazırlıksız, plansız ve programsız bir hareket” değildir. 

Atatürk, Dil Encümeni kurdurarak dünyada ki alfabeleri incelemiş ve bu Dil Encümeni’nin hazırladığı Elifba Raporu doğrultusunda Türkçenin yapısına uygun olduğu karar verilen Latin alfabesini kabul etmiştir.

Yani yazı devrimi Atatürk’ün bütün devrimleri gibi, toplumsal ihtiyacın, tarihsel hazırlığın ve bilimsel çalışmalarının ürünü olarak ortaya çıkmıştır.  Ülkemiz ve milletimiz için dev bir değişim olan bu yeniliği Atatürk kurumsal aşamadan, uygulama aşamasına kadar bizzat işin içinde olarak takip etmiştir.

Atatürk, Latin alfabesinde olan ama Türkçede olmayan sesler ve Türkçede olup Latin alfabesinde olmayan sesler içinde pratik çözüm yolları bulmuştur.

Örneğim “Ş” harfi Türk pratik zekasının ürünüdür.  Atatürk, yeni harfleri halka anlattığı geziden Ankara’ya dönüşünde 20 Eylül 1928 günü Kırşehir yakınlarında ki Yerköy tren istasyonuna gece yarısı birkaç saatliğine uğramıştır. Bu ziyareti haber alan Kırşehir halkının ileri gelenleri başta Cevat Hakkı, Eğitimci Ömer Aydın, olmak üzere çoğunluğu yanlarına eşlerini de alarak Atatürk’ü Yerköy istasyonunda karşılamaya gitmişlerdir. Orada Atatürk’ün verdiği ders sonunda Cevat Hakkı(Tarım), Atatürk’ten bir ricada bulunmuştur. “Yeni Latin Alfabesinde “Ş” sesini Fransızcada ki “CH” yazarak veriyoruz. Buda karışıklığa sebep oluyor. Biz “S” harfinin altına bir virgül koyarak bunu “Ş” olarak okursak bu halk için çok kolay olacak”

Bu yaratıcı öneriyi kabul eden Atatürk, o günden sonra yeni Türk alfabesine “Ş” sesinin eklenmesini sağlamıştır.

“Q” harfinin yerine “K” harfinin kullanılmasına ise yine bizzat Atatürk karar vermiştir.

Dil Encümeni’nin çalışmaları sırasında ne zaman “Q” ne “K” kullanılacağına bir türlü karar verilemeyince Atatürk’e başvurulmuştur. Falih Rıfkı Atay ”K” krizinin nasıl çözüldüğünü şöyle anlatmaktadır:

“Atatürk, bizi dinledikten sonra eline kâğıt ve kalemi aldı. Evvela (KEMAL) ve sonra (QEMAL) yazdı. Her iki kelimeye baktıktan sonra, böyle Qemal olmaz, diyerek bunu karaladı ve “K” krizini atlatmıştık “ 

Ayrıca Atatürk, dil çalışmaları sonrasında, bugün de kullandığımız pek çok terim türetmiştir. Bunları uzun uzun yazacak yerimiz yok başka bir yazıda bahsedeceğim. Konuyu Atatürk’ün güzel bir sözü noktalamak istiyorum:

“Türk dili Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk Milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili Türk Milletinin, kalbidir, zihnidir. (1929)”

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adnan GÜLLÜ Arşivi