Savaş karşıtlığını iktidar düşmanlığına dönüştürmek

 

Kavramların gerçek anlamıyla, sizin yüklediğimiz anlam tezat teşkil ediyorsa neyi savunduğunuz çok net anlaşılmaz. Hatta neyden taraf olup, neye karşı durduğunuzu ayrıt etmek için 40 fırın dolusu ekmek yememiz de bir şey değiştirmez.

Tıpkı “savaş karşıtı” olduğunu söyleyen kimileri gibi…

***

Savaş, çok kötü bir şeydir; acısı boldur, gözyaşı vardır, zulmünü anlatmakla, vahşetini sergilemekle bitiremezsiniz.

İnsanların hayatına son verir, çocukları yetim bırakır, kadınlar dul kalır.

Babaların yüreği yanar, analar saçını başını yolar…

Savaşın “tek bir iyi yönü” olduğunu söylemek bile mümkün değil.

Savaş kandır, irindir, nefrettir, vahşettir.

İnsanların vahşi hayvana dönüştüğü, canın beş para etmediği, kurşunun adres sormadığı, minik bedenlerin acımasızca katledildiği, düşen her bombayla kararan hayatların duman olup gittiği, umutların yittiği yerdir savaş meydanları…

Hiçbir savaşta, savaşa karar verenlerle savaşanlar aynı olmaz.

Tarihin her döneminde savaşın kötü bir şey olduğu anlatılır ama savaşmaktan geri durmayan milletlerin de acı destanlarını okur dururuz.

Savaşa karar verenlerin tamamına yakınının “psikopat” olması bundandır.

Bu tipler, ölen her askeri veya her sivili “rakam” olarak telaffuz ederler.

Yalandan “şehit” veya “gazi” diye “kahramanlıklar” bestelerler, yutmamız için de elinden geleni yaparlar. Aksinde ise yeni bir savaşa koşacak “enayi” bulamazlar.

Ülkesini işgal eden düşmana karşı savaşma dışında kalan her savaşta ölenlerin şehitliği de, kalanların gaziliği de hikâyeden ibarettir.

Savaşa karar verenler, aldıkları yerleri karış karış ölçer, ölenlerin hayatına göz atmayı bile gereksiz görürler.

Her insanın bir hayatı olduğunu, yüreğinde sevgi taşıdığını, seveni olduğu kadar sevmeyenin de bulunduğunu, yüreğinde umut taşıdığını, âşık olduğunu, nefret ettiğini, sevgiyle baktığını, sevgiyle bakanı olduğunu bilmezler.

Bütün bunlar bilinmeyince “psikopat yöneticilerin” ihtiraslarının kurbanı olurlar.

Eskiden bu böyleydi.

Şimdi biraz değişti.

Artık toprak almak, sınırlarını genişletmek için savaşlara rastlamıyoruz.

Şimdi “demokrasi” ihraç etmek, “zenginliğini” sömürmek ve “bana yan baktın, çalım attın” diye savaş çıkartılır.

Her savaşta ölenler yoksullardır. Üstelik her iki tarafta da bu böyledir.

Savaşın adı duyulduğu andan itibaren iki kesim ülkeyi terk eder; birincisi “mülteci” olmak için ölümü göze alarak, dere tepe demeden, gece gündüz olduğuna aldırmadan, sıcak-soğuk ayrımı yapmadan kendisine, eşine, çocuklarına kucak açacak ülkeye doğru yol alırlar ve muhtemelen de bir çadırda “esir” hayatı yaşarlar.

İkinci kesim ise zenginlerdir.

Pasaportuyla çıkar, en lüks yerlerde ve en güvenli kentlerde hayatını sürdürürler.

Ve ülkelerinde savaş bittiğinde ilk giden ve ilk parsayı toplayan olurlar.

Savaş, kısaca böyle bir şey, fakirlerin ölümünün toplu halde olmasından ibaret iğrenç bir şeydir.

Ve savaşa karşı olan herkes, insan olandır.

Yüreğinde insanlıktan zerre kadar eser olan savaşa sonuna kadar, her şeye rağmen karşı olur.

Hele hele “işgal” ve “sömürme” amacınız yoksa “bana yan baktı, çalım attı” gibi “gururumuzu inciten” bahanelerle savaş çıkartmak, ülkeyi ateşe atmaktır. Sizin gururunuzu sevsinler.

Suriye ile aramızda çıkacak savaşın bir başka yönü daha var; orada da Müslüman yoksullar ölecek, burada da…

Her iki kesimde de zengin olanın tuzu kuru olacak, güçlü olan cepheden çok uzakta bulunacak, yetkili olanın adını bile duymayacağız.

Ta ki, savaş bitene kadar…

Bütün bunlara göre ülkemizde “savaşa hayır” diyen herkesin alnından öpmek gerekiyor ama…

Ama bunu iktidar düşmanlığına dönüştürmek, aynen savaş çıkartma kadar onursuz bir duruştur.

İki ülke arasında sorun varken, sırf muhalefet olsun diye karşı ülkeyi haklı bulmak, kendi ülkeni suçlamak, sorun çözmeye değil, savaştan nemalanmayla eşdeğerdir.

Bugünlerde bu iki açmazla karşı karşıyayız.

Zaten bir tarafta “yedi düveli titreten bir neslin evlatları” diğer düveli titretmeye azmetmiş ama oturduğu yerde…

Bir diğeri “onurumuz kırıldı, girelim, yıkalım, dökelim” derdinde ama kendisi çok uzakta…

İktidar ise hem ülkenin onurunu kurtarma, hem muhalefetin dilini kesme adına sert mesajlar vermekte ama bunun karşılığında her iki taraftan da eleştir almaktadır.

Üstüne de “gerçekten savaş karşıtı olan”, yüreğinde insan sevgisi bulunanların tepkisiyle karşılaşmakta, “savaşsever” bir duruma düşmektedir.

Savaş karşıtlığını iktidar düşmanlığına dönüştürenlerin samimiyetsizliği o kadar sırıtıyor ki, neyden taraf oldukları, kime karşı durdukları, neyi savundukları, neye karşı çıktıkları belli olmuyor.

Sırf kendi siyasi çıkarları için koca bir ülkeyi gözünü kırpmadan heba edebilecekleri intibaını vermekten çekinmiyorlar. Bunu, “kılıf” olarak kullandıkları savaş karşıtlığının samimiyetsizliğinden anlayabiliyoruz.

İster iktidardan taraf olun, ister iktidar karşıtı olun ama önce savaşa karşı olun, barıştan yana durun. Sonra iki ülke arasındaki sorunu, “silaha sarılmadan” çözülmesi için elinizden gelen her şeyi ama her şeyi yapın.

İşte o zaman siz bu ülkenin gerçek kahramanı olursunuz.

 

Twitimden seçmeler

Makam koltuklarına “Dikkat, bu koltuk adamı bozar!” diye yazmak lazım, adam olanlar için...

www.twitter.com/naifkarabatak

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi