ÖZGÜR MÜYÜZ? NE İSTİYORUZ?

Kahramanmaraş’ta 12 Eylül dönemini yaşamış ve o dönemde de gazetecilik yapmış biri olarak, benim değerlendirmelerimde baz aldığım faktörler bu şehirde yaşadığımdır.

Öncelikle Özgür müyüz? Sorusuna içtenlikle cevap vermem gerekirse; “Bu şehirdeki kendi korkularımızı saymazsak” özgür olduğumu söyleyebilirim.

Ne yazık ki bu şehrin son 25 yılında bizler kendi elimizle korku duvarları oluşturduk.

Bu güne kadar bir gazeteci olarak siyasal iktidardan ima yollu da olsa bir baskı görmedim.

Ama “mahalle baskısı” diyebileceğimiz kendi korku duvarlarını da ördüğümüz için, her istediğimizi de yazmaya cesaret edemedik. Bunun suçlusu bizleriz.

Çünkü; dedikodu, iftira, gıybet gibi insanlık ayıbı olan şeylere biz Kahramanmaraşlılar çok değer verdik. İtibar ettik. Bir şeyin “gerçeğini araştırmak yerine gıybet ve iftiraya değer verdik, önem verdik.”

“Birbirimizi sevmedik, sever gözüktük. En yakınımızda olan insanlara dahi güvenmedik.”

Karanlık dehlizleri sevdik. Aydınlık ışıklar altında olmak yerine kuytu köşeleri tercih ettik. Üç kişi otururken biz yanımızdaki insanın kulağına fısıldayarak yanımızda ki insana güvenmediğimizi gösterdik. Kısacası güvensizlik, korku bizim yaşam biçimimiz oldu.

Oysa hep birlikte bağırmalıydık, YETER DİYE.

Biz bunu yapamadık.

Size bir şey anlatayım isterseniz; “Bu gün gazetesini çıkardığım dönemde, “Kahramanmaraş Küçük Sanayi Sitesinde ki çöp yığınları” ile ilgili bir haber yapmıştım. Haberin çıktığı gün sanayide bir işyerinde yaşadığım hadise bana bu memlekette “doğru gazeteciliğin çok zor olduğunu” öğretti.

Biz “iftira etmeyi, sonra da utanmadan ne söyledim ki” demeyi günlük hayatımızda olağan bir şey gibi yaşamaya başladık.

 “Din adamlarımız ne yaptı?” sorusu cevaplanması zor bir sorudur bu şehirde.

Cuma hutbeleri, vaaz ve din adamlarımızın ana sohbet konuları neydi?

Zengin sofralarında otururlarken hangi konuları ele aldılar? Adalet, ahlak, yalan, gıybet ve merhamet gibi konular sıkça konuşuldu mu? Yoksa, iş adamları sadece “yolunacak kaz” gibi mi görüldü?

Kusura bakmayınız beyler!...

“Hepimiz suçluyuz!”

“Hırsızlığın göz açıklık, kazık atmanın ticaret olarak görüldüğü” bu şehirde, yalan söylemek sıradan bir alışkanlık haline geldi.

Bizde korktuk.

Bizi de korkuttular.

Benim dahi hakkımda, “yaptığım bir haberden dolayı söylenilen sözleri hatırlayınca o insanları ancak Allah’a havale edebildim!”

Din adamları, Öğretmenler, Gazeteciler başta olmak üzere bunlar korkarlar ve doğruları söyleyemez ise bu şehirde günlük yaşam nasıl bir hal alır?

Mahalle baskısının bunalttığı bizler, nasıl doğruların mücadelesini yapabileceğiz?

“Kürtül yoluna harcanan ve sonra da terk edilen bu yol için tüyü bitmemiş yetimlerin hakkını biz kimden soracağız?”

“Orta hale yapılan Kültür Park adını verdiğimiz ancak hiçbir işe yaramayan milyonlarca lira israf edilen bu paranın hesabını soramıyor, bunu yazamıyorsak, biz bu şehirde ne işe yarayacağız?”

“Havaalanı için imar planlarında yapılan hataları, yeni imar planında pistin hemen yanına emsal 2 verip 10 kat ruhsat izni verenlere, sizin yaptığınız doğru mu? Diye soramadıktan sonra biz ne iş yapacağız bu şehirde?

Şimdi ben bu üç soruyu sordum ya. Bir hafta sonra benimle ilgili çok şeyler konuşulmaya başlayacak bu şehrin karanlık dehlizlerinde. Aynen yarasalar gibi geceyi seviyor bu karanlık yüzlü insanlar….

İLLEDE ADALET!...

Kahramanmaraş’ta ki bu mahalle baskısından ben çok bunaldım. Artık ne olursa olsun diyorum.

Hani bir söz var ya; “Korkunun ecele faydası yok!”

Bizler adalet kavramını vicdanımız ile cebimize hapsettik. Dün tanıdığım nice mücahitlerin bu gün ne ünlü müteahhit haline geldiğini ibretle bütün Türkiye’de izliyoruz.

Ama adalet er geç tecelli edecektir.

Adalet hepimize lazımdır.

Adalet kimi zaman kılıç ile kimi zamanda kürsü de sağlanır.

Yazıya başlık olarak koyduğum; “ne istiyoruz” sorusuna cevap vererek anlatmaya çalıştım.

Bir şehirde, bir ülkede ADALET YOKSA HİÇ BİR ŞEY YOKTUR!...

İnsanlar Adaleti adliye koridorlarında değil de kendi vicdanlarında yaşamaya başladıklarında şehir de ülkede kurtuluşa erer. Bu da Din adamları, Öğretmenler, aydınlar ile ancak mümkün olur. Bu üç grup ilkeli ve doğru üzerine konuşmuyor ise halimiz daha da harap bir hal alacak.

Görünen o ki, Hükümet eğitim ve öğretim noktasında yeni bir anlayış oluşturabilmek için çaba gösteriyor.

İnşallah eğitim sistemimiz YAZ- BOZ tahtası olmaktan çıkartılır adı üstünde MİLLİ EĞİTİM hayat bulur….

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet TAŞ Arşivi