Mehmet Dobaoğlu

Mehmet Dobaoğlu

NEFİS NEDİR, NE DEĞİLDİR, GÜCÜNÜ NEREDEN ALIR?

"Hiç hata yapmamış bir insan yeni bir şey denememiş demektir." Albert Einstein

İnsan, ruhu, beyni, zekâsı, nefis gibi her biri diğerinden harika donanımlarla yaratılmıştır. Bir yandan iyilik perisi olurken, diğer yandan şeytana taş çıkartabilecek kadar azgınlaşır. Bu haliyle de kimi zaman meleklerden üstün, kimi zaman hayvanlardan daha aşağı mertebeleri düşer!

Nefis üzerinde birçok tanımlama yapılmış, genel olarak sözlüklerde: “Nefis, ruh, beden, öz, cevher, varlık anlamına gelir!” denmekte.

İbn Sina Nefsi, “canlılara has fiilleri yapabilen tabii organik cismin ilk kemali” şeklinde tanımlar.

Tasavvufta ise bu kelime genellikle insanı kötülüğe sevk eden ve günah işlemesine neden olan benlik anlamında kullanılır.

Nefsin mertebeleri toplam 7 aşamadan oluşur. En günahkâr olanına Nefs-i Emmare denir.

Manevi arınma ve yaratıcı ile iletişim kurulabilmesi için nefsin yedi basamaklı bir gelişim sürecini tamamlaması gerekmektedir. Bu basamaklar ise Nefs-i Emmare, Nefs-i Levvame, Nefs-i Mülhime, Nefs-i Mutmainne, Nefs-i Raziye, Nefs-i Marziye ve Nefs-i Kamile'dir.

MA’RİFET-İ NEFS

Sözlükte: “Bilme, tanıma” anlamındaki ma‘rifet ile nefs , marifet ve nefs kelimelerinden oluşuyor.  Ma‘rifet-i nefs terkibi felsefede zihnin varlığı kavrama sürecinin, ahlâkta “ insanın ruhunu kötü huylardan arındırıp üstün meziyetlerle donanarak kemale ulaşma gayreti”, tasavvufta ise Hakk’ın bilgisine ulaşma çabasının başlangıcı olarak gösterilmiştir. Kendini bilen(nefsini) Rabbini bilir vurgusu buradan gelmektedir.

Eski filozoflar “insanın kendini tanıması” şeklinde özetlemiştir. Çünkü insanın kendi varlığı cisim (beden) ve nefisten (ruh) ibaret olup bu iki temel varlık kategorisini tanıyan kişi, bu şekilde madde ve ruhtan ibaret olan dış dünyayı da tanıma imkânına ulaşmış olacaktır. Hukemânın insana “küçük âlem” demesinin sebebi de budur.

İslâm ahlâk literatüründe ma‘rifet-i nefs insanın kendi ruh dünyasının ahlâkî boyutunu, karakter yapısını, ahlâka temel oluşturan güçlerini, yeteneklerini ve zaaflarını tanımasını ifade etmekte, bu çaba ahlâkî eğitim ve gelişmenin, yani kişinin ruhunu kötü huylardan arındırıp erdemlerle bezemesinin ilk şartı olarak görülmektedir.

İbn Miskeveyh eserinde: “Kendimize hepsi de güzel olan fiillere kaynaklık edecek bir ahlâk kazandırma” şeklinde özetledikten sonra bunun yolunu da “öncelikle nefsimizin ne olduğunu ve nasıl bir şey olduğunu, bizde niçin var kılındığını, nefsin güçlerinin ve yeteneklerinin neler olduğunu bilmek” şeklinde göstermiş. Aslında yaratılışımızın ana gayelerinden birisi olarak bu konuyu ele almak gerekiyor.

NEFİSLE ALLAH ARASINDAKİ İLİŞKİ

Nefisle Allah arasındaki ilişkiye hem olumlu hem olumsuz yönden bakılır. Önce olumlu sıfatlar Allah’a, olumsuzlar nefse nisbet edilir. Nefsi fâni, zelil, zalim, cahil ve cimri olarak bilmek Allah’ı bâki, aziz, âdil, alîm ve cömert olarak tanımak anlamına gelir. Allah’ı rab olarak bilmenin şartı nefsi kul olarak tanımaktır. Bu bakımdan insanın kendini bilmesi âlemi ve hemcinsini tanıması anlamına da gelir.

Yûnus Emre’nin, “İlim ilim bilmektir / İlim kendin bilmektir / Sen kendini bilmezsin / Ya nice okumaktır” ile Hacı Bayrâm-ı Velî’nin, “Bayram özünü bildi / Bileni anda buldu / Bulan ol kendi oldu / Sen seni bil sen seni” gibi mısralarında tasavvufun bu görüşü özlü bir şekilde dile getirilmiştir.

Filozofa göre bu ilmin konusu, genel ruh öğretisinin yanı sıra özellikle insan ruhunun bir fonksiyonu olan idrak güçlerini kapsamaktadır. Psikolojinin dayandığı metafizik ilke ise ruhanî ve ilâhî bir cevher olması dolayısıyla insan ruhunun ölümsüzlüğü fikridir (Fî Aḳsâmi’l-ʿulûmi’l-ʿaḳliyye, s. 75). Yunus Emre: “Ölen hayvan imiş, aşıklar ölmez!” diyerek bu gerçeği dile getirmiştir. 

Hicr Suresinde, Allah ilk insanı yaratırken, kendi ruhundan üflediğini beyan etmiştir. Dolayısı ile nefsimizi yakından takip edip, onu terbiye noktasında gayretimiz gerekiyor. Bunu da az ye, az konuş, az uyu ve haddini aşma şeklinde bizlere büyükler tavsiye etmişlerdir.

(Kaynak: TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 148-151 numaralı sayfalarda yer almıştır.)

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Mehmet Dobaoğlu Arşivi