Hiç Ümidim Kalmadı

Her ne kadar aksini iddia eden olsa da insanlar genellikle ‘eleştirilmeyi’ sevmez. Bu dosttan da gelse, dost gibi görünenlerden de gelse, hatta açık açık düşmanlık edenlerden de gelse değişmiyor. Hatta dosttan geldiğinde ‘Sen de mi Brütüs?’ deyimi hazır cepte bekler halde duruyor oluyor. Belki de sırf bu yüzden hiç ümidim kalmadı, belki de çıkmayan candan ümit kesilmez…

Dost acı söyler derler, belki de dost acıyı bile tatlı söyler diye daha naif bir hale büründürürler ama dostun söylediğini duymayıp, düşmanın yalandan övgüleriyle gününü gün ederler…

Sorun belki de dostun acı söylemesi veya acıyı bile tatlı dille dile getirmesi değil, sorun dosttun sessiz kalmasıdır.

Her fikirde, her düşüncede, her siyasi görüşte veya her inançta durum değişmiyor.

Yanlışa yanlış diyen bulunmuyor, bulunan ise ‘bizden’ sayılmıyor.

Birisinin ‘bizden’ olması için doğruya doğru, yanlışa da doğru demesi gerekiyor.

Yine birisinin bizden olması için karşının yanlışına yanlış, doğrusuna da ya yanlışdemesi olmazsa olmazımız olarak duruyor.

Her durum ve şartta bir arada bulunduklarının ‘mutlak hatasız’, karşısında duranların da ‘mutlak hatalı’ olduğuna inanması, iman etmesi gerekiyor. Öyle ikna olması falan da kesmiyor, kurtarmıyor illa iman etmesi gerekiyor. İman etmiyorsa bile asla bunu dillendirmemesi önem taşıyor.

Demokrasi, sadece başkası için önemli, bizim için değil.

Sandıktan biz çıktığımızda demokrasi çok önemli mesela.

Ama rakibimizin sandıktan çıktığı hiçbir seçimin demokrasiyle, demokratiklikle, demokrat olmayla uzaktan veya yakından bir ilişkisi yok, olmamalı…

Bu durum sadece siyasi partilerde değil, en küçüğünden en büyüğüne kadar bütün sivil toplum kuruluşlarında da aynıdır.

Hatta mümkün olsa ‘gizli kapaklı kongreyle’ her seferinde kendisini ‘başkan’ ilan edecek heveste, karakterde ‘demokrasiden dem vuran’ başkancıklar var.

Doğruyu söylemekle doğru söylemek arasında bu açıdan çok fark var.

Doğruyu herkes söyler ama doğru söylemek, her şartta, her durumda, her ortamda doğru söylemeyi gerektirir. Yoksa seçersiniz içinden doğruları, tek tek dillendirirsiniz. Bu arada o kadar laf kalabalığının içinde yanlışlara da doğru dersiniz, doğruları da zaten doğru kabullenirsiniz.

Çok konuşursunuz, çok översiniz. Bunu o kadar hızlı ve otomatik yaparsınız ki, neyin doğru, neyin yanlış olduğunu kavrama yetiniz bile çalışmaz. Hatta birisi sizin sözünüzü kesip, “bir tek doğru söyle” dese, “bir tek iyi anlat” dese, “bir tek başarılı bir şeyini göster” dese suspus olup kalırsınız.

Çünkü doğru söylemeye değil, doğruyu söylemeye programlanmışsınız.

Eleştiride de durum aynı…

Rakibinizin sadece yanlışını söylemeye programlandıysanız, asla doğrusunu söyleme şansınız olmaz. Bunu isteseniz de söyleyemezsiniz, çünkü linç edilirsiniz…

Taraf olmak böyle bir şey değil ama tam da böyle uygulanıyor, ne yazık ki…

Demokrasi böyle bir şey değil ama ülkemizde ne yazık ki tam da böyle uygulanıyor.

Bu açıdan baktığımızda ‘dost’ olmadığımız da anlaşılır…

Acı söylemeye gerek yok, tatlı söyleyen bir dost da değiliz…

Ne tam anlamıyla taraf olabiliyoruz ne tam anlamıyla eleştirebiliyoruz.

Ne demokrasiden yana durabiliyoruz ne demokrasinin karşısına çıkabiliyoruz.

Bazısı demokrasiyi sever, bazısı cumhuriyeti, bazısı ikisini, bazısı ikisine de karşı durur. Hatta çoğunluğu ‘işine hangisi gelirse’ çekip, onu alır.

Her şeyin önüne geçen bir çıkar var…

Çıkar, her zaman para değildir.

Bazen güçtür bu çıkar, bazen makamdır, bazen kendi fikrinin egemen olmasıdır, bazen göbek bağı olanların tam da isteğidir.

Kendi fikrini ifade edecek özgürlüğe sahip olamayanlar bile özgürlükten bahseder, demokrasiyi dillerinden düşürmez, fikir ve ifade özgürlüğü diye yırtınıp durur ama tuvalete bile “ağababalarından” izin almadan gidemez

Özgürlük deyince ilk akla gelen sosyal medya, zaten özgürlüğün önündeki en büyük engel olarak Demokles’in kılıcı gibi duruyor. Hatta sürekli havaya kalkıp, aşağı inerek de ne kelleler götürüyor ne kelleler…

Bütün bu hengamenin içerisinde yeni neslin fikir üreteceğine, demokrasiye sahip çıkacağına, özgürlükten yana duracağına, baskılara karşı geleceğine inanmak mümkün değil.

Elbette bütün bunların olmasını bütün yüreğiyle, bütün düşüncesiyle, beyninin bütün zerresiyle isteyenler var ve ne yazık ki işte onların susma zamanı, hem de haykırarak susuyorlar…

Benim ümidim kalmadı ama gerçekten hiç ümidim kalmadı; bunu defalarca, avazım çıktığı kadar susarak, bütün bedenimle, sessizliğimin yettiği yere kadar zaten söylüyorum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi