HAVALAR HEP BÖYLE GÜZEL MİYDİ?

Havalar diyorum, aralık ayındayız. Hani kar falan yağsa! Bilmiyorum, gözümün önüne aralık, ocak deyince karlar geliyor…

Belki bu havaların güneşli ve güzel olması bir anlamda güzel değildir bizim için ya da hayırlı değildir.  Her mevsimin kendi doğallığında yaşanması gerekir belki de…

Günlerin geçip gitmesi gibi aylar da yıllar da geçiyor (hatta insanlar geçip gidiyor hiç yoklarmış gibi). İnsan bir şeyler yapmanın kaygısını hep böyle duyar mıydı? Bilmiyorum…

İçimde bir his var. Ne olduğunu da kavrayabilmiş değilim. Camdan dışarıya bakmak gibi. Sanki bir yerlere geç kalmışım, bir şeyleri eksik bırakmışım gibi bir his…

Çok önemli bir şey yapacakmışım da unutmuşum, geç kalmışım. Beklediğim uçak gitmiş ben hava alanında uyuya kalmışım gibi hissediyorum.

Herkes tumturaklı sözler söyleyebilir geçip giden 2020 yılı hakkında. Yaptıklarına ya da yapamadıklarına mantıklı ama hoş olmayan gerekçeler uydurabilir. Bu yıl şöyle oldu böyle oldu diye… Ben hiçbir gerekçenin kulpundan tutunmuyorum…

Her şey aklımdan geçip gidiyor kayıtsız bir rüzgâr gibi… Bir nehirde iki defa yıkanamayız demiş ya bir insan kardeşim. Onun gibi diyorum, her şey; Hayat, Para, Siyaset, Öfkelerimiz, Unuttuklarımız, Öğrendiklerimiz, Ağlayışlarımız, Önemsiz bekleyişlerimiz hepsi bir defalığına yaşanıyor ve geçip gidiyor.

Geriye almak mümkün olmuyor hayat denilen simülasyonu. Belirsizlikler tek olumlu yanıdır belki de hayat denilen yolculuğun…

Uyku ile uyanıklık halinde bir zamanda yaşıyoruz… Sanki her şey ve herkes bir yakaza halinde… Kâr edenler, zarar edenler var bu yıl ben ise gece yarısı kapattığı işyerinde kara kara düşünen bir adamın masaya bakıp hiçbir şey düşünememesi gibi hissediyorum. Hiçbir şey düşünemiyorum…

Ne yapmalı? Bu hayatı nasıl yaşamalı? Çağımızın en büyük sorusu bu bence! Gençken hevesleri oluyor insanın diyebilirim. Bir maceraya atılmak gibidir gençlik… Sonunu bilmediğimiz filmi ilk defa izlemek gibidir, algılarımız açıktır fakat gün geçtikçe artık umursamamaya başlıyor insan…

Sonunu bildiğiniz bir filmi ne kadar izlemeyi sürdürebilirsiniz ki?

Bilmiyorum, kar yağsaydı belki her şeyi daha güzel düşünebilirdim. Daha güzel bakabilirdim aynalara, kendimi gittiği o sonsuz, sisli bozkırda daha rahat bulabilirdim ruhumun ardından bağırıp onu geri gelmeye ikna edebilirdim.

Fakat her şeyi öylesine normalleştiriyoruz ki öylesine bilinebilir, tahmin edilebilir, öngörülebilir bir dünya yarattık ki artık şaşırmak bir lüks!

Ben herhangi bir insanım, bunu bilmek de yoruyor insanı, dünyanın yuvarlak olduğunu bilmek de üzüyor… Bulutlardan savaşçılar vesair hiç geçmiyor… Çocuklar bile birden bire büyüyor…

Şehirler büyürken, yollar yapılırken, gökdelenler yükselirken, inşaat seslerinin kayıtsızlığı içinde son ağaca ve son insana da veda ediyorum içimde…

Sonu gelmeyen ve gelmeyecek bu kayıtsızlığı ancak bir şiire, bir şarkıya emanet ederek gidebilirim;

ŞEHRİN ÖLÜMÜ

Giriş:
Duvarlar çıkıyor önüme
Şehrin mahpus yüklü duvarları
Hiçbir sır kalmamış ardında hiçbir duvarın
Nereye gitti diyorum benim elbisem nerede
Şehir soyunmuş diyor biri
Şehrin elbisesini çalmışlar
Bütün şehir çöküyor yüzünde bir insanın
Şehir boğuluyor içinde insanların kan gibi bir sesle
Mor bir kabus çöküyor üstümüze
Parkta son ağaç da ölüyor intiharı hatırlatan bir ölümle
Veda çizgisi
Kalabalık toplanıyor büyük meydanlara
------------------------ Aşka veda
İnsanlar geçiyor yollardan
------------------------ İnanca veda
Şehir kapanıyor içine
------------------------ Toprağa veda
Dolaşıyor bir heykelin taştan eli üstlerinde insanların
Kuşlar göç ediyorlar bulutlar göç ediyorlar
Yüzünde son gülümseme kaybolurken çocukların
------------------------ İnsana veda
Bir gezgin adam
Bir adam belki de en çok bir rüzgardır şimdi
Sisli yabancı gölge gibi gezgin bir rüzgar
Şehri bir yabancı gibi dolaşıyor
Şehrin mabetleri bir bir tükeniyor
Başlıyor içinde sonsuz susuzluk
Avuçların içi terliyor.
Kaos
Kirli yollar kapansın sular akmasın deniz
sığmasın kabına
Gün batmasın aydınlatsın yüzlerde
umutsuz mahkumluğu
Makineler çalışsın taşlar yarılsın ortalarından
Anneler ağlamasın çocuklar gülmesin
Gök çöksün toprak başkaldırsın su sussun
Ağaçlar durmasın bütün saatler dursun
Durmasın ulu rüzgar şehri göklere savursun.
Durum
Makinalar bir elin baş parmağını çarmıha geriyorlar
Akıl bir akreptir intihara hazır.
Anı
Bizim ellerimiz vardı şimdi onlar nerede
Kadife gibi okşardık çocuk yüzlerini şimdi onlar nerede
Şehirde evler olurdu sıcak odaları olurdu evlerin
Sığınacak yatakları olurdu bu bizim yatağımız derdik
Bayram günleri donanırdık su gibi yumuşardı
yüreklerimiz
Camilere dolardık tüm olmaya ererdik
Biz vardık şimdi o biz nerede.
Bitiş
O en öksüz köşesine sığındığımız yalnızlığın
Yalnızlığın teselli çiçekleri üstümüze
Göçen son kuşların sedef gagalarından dökülür
Şehir bir mahşer gibi içimizde ölür.

İstanbul - 1968

Erdem BAYAZIT

https://www.youtube.com/watch?v=ME1WaoCudmw&ab_channel=netdm%C3%BCzik

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Murat Çolak Arşivi