Gazeteci İnsan Olmalı Mı?

İstanbul Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın rehin alma görüntüleri ve sonrasında öldürülmesi, bir kez daha gazeteci insan olmalı mı sorusunu akla getirdi.

Cumhuriyet Savcısı Mehmet Selim Kiraz’ın başına silah dayanmış fotoğrafları, DHKP-C militanlarınca basına servis edildi.

4 gazete bu resmi yayınladı, hem de savcı Kiraz’ın ölmeden önceki son bakışlarını buzlamaya gerek bile görmeden.

Bu fotoğraf, sosyal paylaşım sitelerinde de yayınlandı.

Ve hepimizin hafızasına kazınan, savcının son bakışları oldu.

Bir süre sonra bunları unutacağımız kesin. Çünkü düşen ateş, bizim ocağımıza düşmemişti.

Doğrusu bir olay var, rehin alma var, basına servis edilen resim var…

Ama bir de sonu ölümle biten bir gerçek var.

Burada bazı görüşler, bu fotoğrafın “haber değeri taşıdığı” yönündeydi ve kullanılmalıydı.

Bazı görüşlere göre ise bu, terör örgütünün propagandasıydı ve alet olunmamalıydı.

Bunlar işin yasal boyutu.

Ama bir de insani boyutu var.

Önce yasal boyutundan bakalım.

Terör örgütünü “rehin alan”, devletin savcısını da “rehin alınan” gösteren ve burada “güçlü-güçsüz” yansıtması, doğrusu gazeteciyi ilgilendirmez ama devleti ilgilendirir.

Gazeteciyi ilgilendiren yönü, yasada belirtildiği şekilde “iddia” edilen suçlardaki görüntüler ile “yaşı küçük” olanların gizlenmesine dönük ve isimlerinin deşifre edilmemesi için önlem almasıdır.

Ama bana göre olayın şekline göre hem yasal zorunluluk gazeteciyi bağlar, hem de insani yönü.

Yasal zorunluluğu bütün meslektaşlarım bilir, bunu anlatmaya gerek yok.

Basın ve yayın organlarında görev yapanlar, hangi olayda isimlerin gizleneceği, hangi olaylarda yüzlerin tanınmayacak şekilde buğulanacağı, çocukları teşhire yönelik resimlerin nasıl buzlanacağını bilirler…

Ama pek bilinmeyen ve hep tartışma konusu olan insani yönüdür.

Gerçekten gazeteci, insanlığını bir yana bırakarak mı mesleğini icra eder?

Yoksa her haberde, toplumun tüm kesimlerinin nasıl etkileneceği konusunda kafa mı yorar?

Her gelen haberi kullanır mı?

Yoksa her haberin, kadınlarda nasıl bir etki bırakacağını düşünür mü?

O haberin çocuklarda nasıl bir travma oluşturacağını da düşünmesi gerekir mi?

Habere konu olan kişinin eşi, annesi, babası, çocukları ve kardeşleri üzerinde olumlu-olumsuz etkisini de hesap etmesi gerekir mi?

Suçun kişiselliğinden hareketle, “soyadını” ve “görüntüsünü” kullanarak, bütün bir aileyi toplumdan soyutlamaya hakkı var mı?

Özellikle uyuşturucu madde ve cinsel eğilimlerin, toplumda ne kadar “örnek” alınacağını hesaplamak ve ona göre tedbir almak mı gerekir?

Özellikle ülkemizi ilgilendiren ve “düşman” ülkelerle ilgili haberlerde “ülkeyi ve milleti” düşünerek, bazı tedbirler almak gerekir mi?

Toplumun hassasiyeti, dini inancı, geleneği, mezhebi, ırkı, kültürü ve giyim tarzını küçümseyen, hakaret eden, aşağılayan yayınlar, serbest olsa dahi yapılmalı mı?

Gazeteci insan olmalı mı kısaca…

Ülkemizde yapılan gazetecilikle olması gereken çok farklı.

Bizde aksi görülse de, bütün bu sorularımın karşılığı “elbette olmalıdır” şeklinde işaretlenmeli…

Olayın oluşuna, etki alanına, toplumun menfaatine, kamunun güvenliğine vesaire.. vesaire diye uzatacağınız tablo, devletin “yasak” koyma gerekçeleri arasında yer alabilir ve bunların çoğu da tartışılabilir, sansür de denebilir, sansür olmadığı da savunulabilir.

Ancak, yasanın dışında, yasağın dışında, gazetecinin bir kıstası da olmalıdır. Bir değer yargısı bulunmalı, hassasiyeti olmalı, “yayınlamazsam ölmem ya” deyip, çöpe atacağı konular bulunmalı.

Sansür dışarıdan gelmemeli, vicdan süzgecinden geçen bir otokontrol sistemi olmalı.

Gazeteci, haberi okuyan toplumun tüm kesimlerini, hiçbir ayrıma tabii tutmadan düşünmeli.

Özellikle rehin alma olayındaki gibi, o son görüntüsünü, eşinin, çocuklarının, annesinin, babasının ve kardeşlerinin hafızasına kazımamalı.

İnsan ise eğer bunu yapmalı, “haber değeri var kardeşim” diyorsa da empati yapmalı.

Kendisini o çocukların yerine koymalı, eşinin, babasının, evladının, kardeşinin son görüntüsünü, korku dolu gözlerini hayal etmeli…

Ve bir ömür unutamayacağı o tablonun, psikolojisini nasıl etkileyeceğini ve ondan sonraki yaşamını ne kadar sağlıklı sürdüreceğini de düşünmeli.

Her şey daha çok okunma, daha çok izlenme, daha çok kazanma değildir.

Mesleği hep önde tutmak temel ilkedir ama onun tek sınırı insanlıktır, vicdandır, merhamettir ve hoşgörüdür…

Eğer bütün bu hassasiyetleri düşünmüyorsanız, siz sadece bir mesleği icra eden olursunuz…

Ve çoğunlukla da tetikçi olursunuz, insani yönü olan bir gazeteci değil…

 

 

Tweetimden seçmeler

Zalimden yana olan, mazlumun acısını hissedemez.

www.naifkarabatak.net

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi