Eylemlerin toplumsal karşılığı

 

 

 

Her eylem yeniden diriltir beni, Nehirler düşlerim göl kenarında.” (Mehmet Akif İnan)

Her eylemin toplumsal karşılığı olmayabilir ama toplumsal karşılığı olan her eylem amacına ulaşır, diye bir giriş yapsam yazıya sanırım ne demek istediğim gayet iyi anlaşılır.

Şimdi biraz açalım…

Adalet talebi, maaş zammı isteği, işçi sağlığı ve iş güvenliği tepkisi, ürünlere yapılan zamlar, iktidarların veya yöneticilerin keyfi kararlarını protesto eden eylemlerden bahsetmiyorum.

Ya da İsrail’in Filistin’e uyguladığı zulmü kınamak, Filistinlilere destek vermek için sokağa çıkan ve hiç kimseye, hiçbir yere zarar vermeyen eylemlerden de bahsetmiyorum.

Sendikaların, STK’ların, siyasi partilerin tepkilerinden de söz etmiyorum.

Sadece iki eylemi kıyaslayacağım; Gezi ve Kobani

Gezi ile Kobani eylemleri her ne kadar bir birine benzese de, algı yönetimi nedeniyle Gazi’de toplumsal bir karşılık vardı. Çünkü Gezi olaylarında özellikle sanatçılar nedeniyle “ergen” çocuklar da bile bir “destek” vardı.

Ancak zamanla meselenin ağaç olmadığı anlaşıldı ama bu arada da toplumsal bir destek bulundu. Hatta eyleme müdahale eden polis çocukları, eyleme karşı olan siyasetçi çocukları veya bizim gibi kalem oynatanların çocukları da “polis terörü” sandı, eylemcileri ise masum gördü. Belki tam tersiydi, belki her ikisinde de birazcık hata veya sevap vardı.

Ama sokağa çıkan ve masum eylemci diye gösterilenlerin büyük bir bölümü, ihale alan terör örgütleriydi.

Eyleme iyi niyetle, yeşil sevdasıyla veya gerçekten “baskı” ya da “yaşama müdahale” düşüncesiyle destek verenler de elbette vardı.

Ama ne olursa olsun, Gezi’nin bir toplumsal karşılığı vardı.

Gezi olaylarına benzer bir başka eylem ise Kobani eylemleriydi…

İkisinin benzerliği çoktu.

Talimatla sokağa çıkmaları ve talimatla sokaktan çekilmeleri tek benzerlik değildi.

Molotof atılması, şiddet uygulanması, terör estirilmesi, masum vatandaşın malına ve canına kastedilmesi de tek benzerlik değildi.

İki eylemin esas benzerliği “konuyla alakası olmayan eylem ve beraberindeki şiddet”ti…

Gezi’de üç ağaç için sokağa inip, bin ağaçtan kıymetli insanlara zarar verenlerin, çevreyi katledenlerin, kamunun malını gasp edenlerin ağaç derdinin olamayacağına işaretti. Zaten bunu da “havaalanı-köprü ve kanal karşıtlığıyla” ispatlamışlardı.

Kobani eylemlerinde de “kel alaka” bir durum söz konusuydu.

Kobani’yi kuşatan Türkiye değildi, İŞİD terör örgütüydü.

İŞİD’i protesto etmek elbette bir haktı ama yakıp yıktıkları yerler İŞİD’e ait değildi.

Polis, İŞİD’in polisi değildi.

Öldürülen 39 kişi İŞİD mensubu değildi.

Bankalar İŞİD’e ait değildi.

Marketler İŞİD’in değildi.

Molotof atılan evler ve işyerleri de İŞİD’e ait değildi.

Dolayısıyla sokağa çıkma gerekçesiyle sokakta yaptıkları bir değildi.

Hal böyle olunca Gezi’dekinin aksine toplumsal hiçbir karşılığı olmadı.

Şiddet tepki gördü, alakasız eyleme halk karşı çıktı.

Cana kıyılmaması için sokağa çıkanların 39 cana kıyması, siyaseten de izah edilmesi mümkün olmayan bir durumdu.

Bir anda Türkiye’nin çok ilinde “terör” eylemi yapmak ve bunu da bir siyasi partinin genel başkanının “talimatıyla” yerine getirmek, sokağa çıkanların bir hak talebi, bir özgürlük amacı veya barış yanlısı tutumunu değil, “kullanılabilir kalabalıklar yığını” olduğunu gösteriyordu.

İyi tarafı, bunun farkına varılmasıydı.

Parti içinde de, eyleme katılanlar arasında da “şiddet” tepki topladı.

Barış isteyenlerin şiddeti kabul edilemezdi.

Bir terör örgütünün işgaline karşı çıkarken, bir terör örgütü gibi davranıp işgale kalkmak çifte standarttı…

Bir siyasi parti veya bir ideoloji, fikirleriyle, eylemleriyle, yaptıklarıyla, yapacaklarıyla konuşurdu; yaktıklarıyla, yıktıklarıyla, aldıkları canlarla değil.

Bunun farkına varılması elbette güzeldi ve bu güzellik, 1 Kasım eylemlerinde kendisini gösterdi.

Kobani için insanlar sokağa çıktı, yürüdü, basın açıklaması yaptı.

İŞİD’e ve ona destek verenler kınandı.

Kobani için destek çağrısı yapıldı.

Türkiye’ye gelen 200 bin Kobaniliye verilen “insani” desteğin, Kobani’de kalanlar için de verilmesi istendi.

Sonra da herkes evine, işine dağıldı.

Ne olay oldu, ne yakılan dükkânlar, ne yaşaran gözler, ne de yitip giden hayatlar…

İnsanlar, bir amaç için sokağa çıktı, amacını haykırdı ve evine döndü.

Amiyane tabirle “adam gibi bir eylem” yapıldı ve herkes zarar görmeden dağıldı.

Bu önce yapılsaydı, Kobani için toplumsal karşılık çok daha kolay bulunurdu.

Öyle ki, Kurban Bayramında insanların bayram yaptığı bir zamanda şiddet olaylarının başlaması, daha önce “Ensar” olmaya sevdalı insanları bile Kobani antipatisi, hatta bazılarında nefreti doğurdu.

Aslında bu eylem, siyasi basiretsizliğin en önemli örneklerinden birisi olarak toplum hafızasında yer edecek diye düşünüyorum.

Yine 1 Kasım eylemleri ise “hatadan dönülen eylem” olarak yeniden hafızalarda yer edecek.

Ama keşke bu ilk önceki eylem olsaydı ve Kurban Bayramında yaşadığımızı, hiç yaşamamış olsaydık.

Ne çare ki, zaman tersine dönmüyor ve yaşatılanlar unutulmuyor…

Tweetimden seçmeler

Ermeni Etyen Mahçupyan'ın başbakan danışmanlığı, ülkede farklılıklara bakışın değiştiğini gösterir. Türk, Kürt, Ermeni danışman fark etmemeli.

www.naifkarabatak.net

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Naif Karabatak Arşivi