Medeniyetin İzleri

“Tarih, bir milletin hafızasıdır. Hafıza kaybı yaşayan milletler önce köle, daha sonra da yok olmaya mahkum olurlar. Tarih aynı zamanda bizleri geçmişimizle yüzleştirerek bu güne kadar belki de doğru olarak bildiğimiz birçok şeyin yeniden değerlendirilmesine fırsat verir. Tarihin belgelerle tespiti ise bir bakıma ezber bozar. Belgelerle ortaya konan tarih, kimsenin inkar edemeyeceği sonuçları ortaya koyduğu gibi iç dünyamızda saklı kalan derin şüphelerin ortadan kalmasını sağlar. “

Doğal mağaralar, su kaynakları ve hayvanlar… İnsanoğlunun yaşamını sürdürmesi için gereken bu üçlüyü bir araya getiren Anadolu kentlerinden biri olan Elbistan, M.Ö. 40.000- 10.000 yılları arasında Paleolitik Dönem diye adlandırılan yıllarda uygarlığa kucak açmıştı. Çünkü medeniyetlerin Elbistan’da filiz vermesinin en önemli faktörleri şunlardır:

1-Doğal su kaynaklarına yakınlık

2-Savunmaya elverişli bir coğrafi konum

3-Tarıma elverişli iklim koşulları

4-Ticarete elverişli ana yollara yakınlığı

Bu tür faktörler Elbistan’ın yerleşim alanı olarak seçilmesinde insan yaşamı için gerekli önemli faktörlerin var olduğu görülmektedir. Ayrıca Elbistan Ovası’na sınırlı giriş yerleri olduğundan, savunmaya müsait arazi ve geniş tarımsal alanlar, bol su kaynakları ve Orta Doğu’yu Orta Anadolu’ya bağlayan tarihi ticaret yolu üzerinde olmasından dolayı Elbistan uygarlıklar için yerleşim alanı olarak seçilmesini sağlamıştır.

Bu yerleşim alanı seçiminde saydığımız bu önemli faktörler içerisinde tarımsal faaliyetlere uygunluk ve su kaynaklarına yakınlık maddesi büyük önem arz etmektedir. Çünkü insan yapısı gereği fizyolojik ihtiyaçlarını toprak ve sudan temin etmektedir. Hayatın devamı için toprağın ve suyun önemi daha da artmaktadır ve Elbistan’ın büyük bir ova içinde kurulmuş olması, insan için gerekli olan su ihtiyacının doğal kaynaklardan sağlanması yerleşme konusunu kolaylaştırmıştır. İşte bu nedenlerle Elbistan coğrafyası tarih boyu birçok toplumların uğrak yeri olmuştur. Elbistan coğrafyasında var olan tarihi kalıntılar ve bunlar üzerinde yapılan incelemeler neticesinde burasının Anadolu yarım adasında yerleşik hayata geçilmesiyle birlikte sürekli yerleşim birimi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşılmıştır.       

Berit. Binboğa, Hezenli, Karahan ve Nurhak dağlarının çevirdiği Elbistan Hinterlandı tarihsel yapıtlar, hüyükler, kaleler, tümülüsler ve menhirlerle(mezar) doludur. 5000 yıllık uygarlıkların kalıntıları bu topraklar altında gömülüdür.

Uygarlıkların anası sayılan Anadolu'nun en eski yerleşimlerine sahip olan Elbistan yöresinde, 1946–47 yıllarında Arkeolog Profesör Tahsin Özgüç ve ekibinin yaptığı tarih öncesi araştırmalarda kentin yazılı tarih öncesi dönemlerine ilişkin çok önemli bulgular ortaya çıkarıldı. Yapılan araştırmalara göre; PaleolitikDönem'de yaşayan atalarımızın, dönemlerinin zengin kültürlerini, günümüze ulaşmasını sağlamışlardır.

Bölgemizin yetiştirdiği ünlü eğitimcilerden Osman Necati Erginöz,”Elbistan Notları” nda Arkeolog Prof. Tahsin Özgüç ve ekibinin yapmış olduğu Karahöyük kazısı hakkında şunları yazmakta.

1936 senesinde Alman Posten, 1946'da Babinger ve daha sonra da Karelli(Garelli) gelerek toprak üzerinde yapıtları incelemiştir.Toprak altında bulunan Hitit ve Hitit sonrası eserleri gün ışığına çıkaranlar ise, Ordinaryüs Profesör Tahsin Özğüç ve eşi Profesör Doktor Nimet Özgüç'tür. Beraberlerinde Mimar Lemi Merey, Asistan Burhan Tezcan ve bir de teknisyenlerden oluşan bir ekip getirmişlerdi. Bu ekibin çıkardığı meşhur Eti Kitabesi bugün Ankara Arkeoloji Müzesi'ndedir. Kitabe Hitit yazısı uzmanları tarafından okunmuştur. “Ben burada kral, burada hükümdar oldum” diye başlıyormuş hitabe.“Tahsin Bey, 1946 yılında henüz Doçent iken Elbistan'a geldi. Amacını anlattı. Beraberce köye gittik. Yaz tatili olduğundan okullar kapalı idi. Öğretmen evinin bir kısmına yerleştiler. Harfiyat başladı. Kazdıkça önce Selçuk, sonra Bizans, Roma, Yunan, Firig, Lidya, Prost- Hitit ve Hitit eserleri çıktı. Bunların çoğu kırık olduğundan teknisyenler tarafından yapıştırıldılar. Tahsin Bey ve Nimet hanımda zamanlandırmalarını yapıyorlardı. Kazı Tarih Kurumu adına yapıldığından masraflar onlara aitti.”

Elbistan bölgesinde bulunan bazı tarihi alanları tespit eden Tahsin Özgüç’ün başkanlığında ki gurubun araştırmalarına göre; Kızıldağ eteğinde ve bütün ovaya hakim olan bir mevkide bulunan Dikilitaş dikkat çekmektedir. Bu Dikili taş tahminen bir Hitit komutanının adına dikilmiş bir mezar olup Anadolu’da ender görülen bir anıt tipidir. Bu anıt yakın tarihimize kadar ulaşmıştı ama kültür hırsızları bu eseride parçalayarak yok ettiler. Elbistan ovasında ve onu çevreleyen yerlerde bir çeşit mezar olan pek çok tümülüs bulunmaktadır. Bunlar Anadolu’nun çok yerinde olanlar gibi taş veya toprakla örtülmüştür. Bu Tümülüslerin kemerli, kubbeli, tek veya çift odalı mezar odalarına sahip oldukları anlaşılmaktadır. Bunların durumu etraflarında bulunan Roma ve daha önce ki devirlere ait eserlerin incelenmesi ile kesin olarak ortaya konabilecektir.

serefli.jpg

 

Şerefli Kalesi

Elbistan ovasında eski kale ve şehir harabelerine rastlanmıştır. Beştepe denilen yerde ki Tümülüsler araştırılırken Yoğun Söğütlü deresinin asıl Söğütlü ile birleştiği yerin yanında ve Domolar(Domoğlar) mezrası ile Beştepe arasında ki derin vadinin kayalıkları arasında ve üç yönü tahkim ettiği bir yerde büyük bir kale enkazına rastlanılmıştır. Bu kalenin Şerefli deresine açılan kısmında surun yüksekliği 6 metreyi bulmaktadır.

‘Şerefli Kalesi’ denilen bir tarihi harabe ve bu harabeye yakın bir yerde eski bir yerleşim yerinin kalıntıları vardır. Beştepe’deki beş tane tümülüsü bilim adamları Şerefli ‘deki yerleşim yeri ile ilişkilendirmektedirler. İlk olarak, bilim adamlarınca, Beştepe Tümülüslerine ait (olması gereken) şehir aranırken, Yoğun Söğütlü (Şerefli) deresinin asıl Söğütlü nehri ile birleştiği yerin yakınında ve Tepeler (Domolar) mezrası ile Beştepe köylerinin arasındaki derin vadinin muazzam kayalıkları arasında; ilk defa görülerek 1948 yılında tespit edilmiş ve bilim dünyasına tanıtılmıştır. Antik çağ döneminden kalma ihtimali yüksektir. Kalenin, vadinin uzantısına göre, iki tarafında tünelleri vardır. Bir tanesi, bir kaya önce girişi sağlamak için yatay, sonra da baca gibi dikey olarak, yalnızca bir kişinin girip çıkabileceği genişlikte oyulmuş ve içine seyrek basamaklar yapılmıştır. Diğer tarafındaki ise kayalara oyulan kapısı, tünele varınca yapılmış merdiven basamakları ile birden çok insanın girip çıkabileceği, eşya götürülüp getirilebileceği kadar genişliktedir. Düz veya basamaklı bir yol şeklinde olan tünelin, kale surlarının iç kısmına ve dağın altına doğru uzandığı görülmektedir.
 

2--004.jpg3--002.jpg

ASLANTAŞLAR

Yine Elbistan – Darende yolu üzerinde bulunan ve Hititler dönemine ait olan aslanların bulunduğu Aslantaşlar önemli tarihi eserlerden biridir. Günümüze kadar ulaşmayı başarmış olan bu tarihi eseri biraz daha tanıyalım.

“Darende’nin 20 km güneybatısında kalan Yeniköy’ün hemen yakınında, göz alabildiğine uzanan bir ovanın ortasındayız. Ovanın orta yerinde yüzleri doğuya dönük tonlarca ağırlıkta yanyana iki devasa aslan heykeli var. Kaya taşı Aslan Heykelleri Kuzey – Güney yönünde ayakta durur vaziyettedir. Aralarındaki mesafe yaklaşık 4 m. civarında, birbirine paralel, başları kuzeye bakmaktadır. Doğu yönünde bulunan toprak zeminden itibaren baş yüksekliği 2 m. ayak açıklığı olarak gövde uzunluğu 2,5m.dir. Batı yöndeki daha küçük boyutlarda olup, zeminden itibaren baş yüksekliği 1,40 m.dir. Gövde uzunluğu 2 m.dir. Taş Aslan Heykelleri tamamlanamamıştır. Bacak ve ayak aralıkları yontulmadan bırakılmıştır. Yüz ve gövde hatları kaba ve stilizedir. Yüz ve gövdeleri yer yer tahrip edilmiştir. Her biri yaklaşık 4 – 5 ton ağırlığındadır. Hitit Dönemi Aslan Heykelleri ile benzerlik göstermekte olup, büyük ihtimalle M.Ö. 2. Binyıl başlarında yontulmuş, Hitit İmparatorluk dönemine aittir. “

4--003.jpg

An Horseman (J. Lawrence Smith) andHittite Stone Lions in Malatya, 1884 Darende'de Bir Atlı (J. Lawrence Smith) ve Hitit Dönemi Aslan Taşlar, Malatya, 1884

Anadolu’da ki tarih sürprizlerinin bir örneği Geç Hitit dönemine (M.Ö. 2000’ler) tarihlendiriliyorlar. Fakat ne amaçla dikildikleri şuan bilinmiyor. Bir kutsal alan mı, yol işareti mi, nedir? Yapılan araştırmalar, yakın çevrede bir yerleşimin olmadığını gösteriyor. Çevrede hiçbir defineci çukurunun olmaması da bunun en basit göstergesi. Heykellerin sadece dipleri eşelenmiş. Aslan figürü, bu topraklarda hüküm sürmüş neredeyse bütün medeniyetler tarafından gücün ve iktidarın sembolü olmuş; mezarlarda, anıtlarda, yapı duvarlarında, kaya üstlerinde, paralarda betimlenmiş. En görkemli olanların ise genellikle tunç çağı heykelleri. Aslantaşlar işte bu dönemin benzersiz ürünleri. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Adnan GÜLLÜ Arşivi