Dr. Mustafa Coşkun Kale
MISIR DEYİP DE GEÇMEYİN
Ekin biçiminden on, onbeş gün sonrasın da bulgur zamanı gelince; yanı sıra birde mısır telâşesini de getirirdi ki "sorman getsin".
 Pınar, Ayıoğlan, Cenup Pınarı, Ümmügülsün, Fırın Suyu, Aşçıların suları eteklerinde ki bulgur telâşasında ki çôr-çocuk tüm horântanın o zaman ki hâlini, ah sular ve suların dili olsa da şimdi bir bir hasret kalan bizlere anlatsa.
Bulgur telaşının gârnitürüydü mısır telaşı, onsuz heç olacak gibi deldi.
Öyle yâ nasıl olsa iri iri, sıra sıra bulgur gazanları için derinden çukurlar eşilmiş, yanan, köz olacak omisili odun kömürleri "ârayâ mı getsin ?" di. Olur ki, haşlanmış mısır yemekse tercihin, ee kaynayan bulgur gazanlarına mısır somaklarından atmak ne güne dururdu ki ? herbişet hazırdı.
Bunlar eyi de, mısır nolacak mısır ? kim bulup getirecek, o gün kimin ocâ yıkılacak ? Ohô ondan golay da ne vârıdı. Kim nereye ne zaman mısır ekti bilinirdi elbet. Hata "mısırlar ne alemde" deyi arada arazi keşfine bilem çıkılırdı.
Çok duyardık mesela "Yusuf Kâ'ların mısırına daha bir haftam ne var" "Daşomârlarınkine epey var daha", "Garipler bu yıl heç mısır ekmemiş" "Bên Bağına daha on gün var", yok Pinelerin ki şu gün, Gocâlar, Tüylükler, Hacı İbişler, Hammamutlar, Gundakçılar, Yonuzlar, Ali Kâ'lar, Sarı Öküzler, Kör Ali'ler, Aşiret Sülemen, Çiftç'Amed, Çiftç'Ali, Yabôlaklarlar v.s kim nereye mısır ekdi, mısırlar ne alemde bir bir bilinir hafızaya not edilirdi.
"Musduk Mâmud'un oraya gedilmez gâri Çoban çadır guruk diyorlar", "Küllümlerin, Gıdımların, Arafa Çavuşların, Bozdurduların, Zêrlerin, Güccük Amed'in, Hâllâ Hoca'ların mısırlarının lâfı heç eksik olmazdı sezon da.
Mısır için, öyle bir arazi çalışması yapılırdı ki; Gösün Yazısı, Bên Bağı, Gara Tarlası, Tabâk, Hacımirza yazısı, Garlıın Ardı, Guluçdaş, Gumlu Pınar, Öşüngele, Kireçli Şaban Çavuşlara kadar varırdı bu. Didik didik edilir kim nereye mısır ekmiş, ne zaman firik olur hep zihinlere not edilirdi. Öyle ki, mal sahibi bilem bilmezdi bunlar gibi kendi mısırının durumunu. Kimin mısırının gıyısın da köşesinde, ortasın da saklı bostan, hıta, garpuz var hep bilinirdi...
"Çocukların gözü elin mısırın da gözü galmasın" diye ev önü yada tarlaya ekilen bir iki evlek mısırın heç önemi yoktu. İllâ ki ötekinden olacaktı o mısırlar...
Eyi de, en çok ve en tehlikeli olan niye seçilirdi ki ? Şimdilerde, adrenalin mi ne diyorlar buna, maksat heyacan olunsundu herhalde.
Halbuki ki, mısır eken mısırı olan gonu gomşu ya bir çocuk göndersen, anamın, babamın, ebemiz selamı var bulgur gaynatıyok da mısır istediler dese çoğu "mısırın lâfımı olur, bunun ûçun gelinir mi guzum, tarlaya biliyosâz gedin alabildinçe alın" denileceği bilinse de nafile...
Bulgur gazanlarının daha altı yanmadan, âşamdan epey evvel, evin maheretlisi "bâ bir iki çuval verin hele" diye yazıda ki bildik yerlere yanına aldığı biriyle düşerlerdi yolara. Onların alaca karanlığında gelme vakti bulgur ateşleri yanmaya başlamıştı bile.
Civarda ki bulgur kaynatan gonşuların da yardımıyla bir bir soyulur kol kadar mısır koçanları. Bir kısmı bulgur gazanları bir kısmı alevden çekilen köz ateşinde pişirilir tüm bunlar. Hâ ben alevli kömürde pişen "ğargûn" mısırı sevmem diyene de, ötede hazır yanan tezek de vardır hâ !? Mısırlar yenir, geç vâkde kadar sohbetler edilir, serilen bulgur yanında zarar veren mal v.s olmasın diye orada da yatılırdı.
Tarlasından mıdır, bakımından mıdır nedir Küllümlerin ektiği mısırlar hem kol kadar hem de şireli olurdu. Mıntıka insanları özellikle gençler de "mısır deyince Küllümlerin ki gibi olacak ki " sözü gençler arasında söylenir dururdu.
Kimi zaman, mısır tarlasına alâçık kurmak bile fayda etmezdi. Hane halkı takip edilir, fırsat yakalandığı an mısıra "ses etmen hâ !" uyarısıyla sessizce bir girilir ki, çatur çutur goçan sesini saymazsan ses yok sayılırdı. İşte o goçan sesi var yâ o goçan sesi, adrenalin olurdu adrenalin...
Böyle heyacan içinde devam eden mısır sezonun birinde; araların da gücü , kuvveti, pehlivanlığı hiç tartışılmayan biri olduğu halde üç dört arkadaş grubu Küllümlerin o menşur mısırına doğru gitmesin mi ?
Herkes gücü ve taşıyacağı oran da yolar gol gadar mısırları, tabi ki gücünden bahsettiğimiz de hemen hemen diğerlerinin taşıdığı kada mısırı, benim demeden iri bir çuvalı yükler sırtına, Gösün'e doğru düşerler yola.
Küllüm Cuma mısır tarlasına girdiğin de, bir de ne görsün; koçansız saplar camuz depelemiş gibi yerlerde. Tabi ki gizleyemez hayretini "Allah Allah !" der "Camız desen camız deel, şu izleri görmesem adam da demiyeciim amma" diyerek, O'da iz sürerek düşer Gösün yoluna.
Şura senin şura benim diyerek, Orman Dairesi civarına geldiğin de; rahmetli Durmuş Emmi (Aşık Durmuş) O'nun iz sürdüğünü farkına varıp "O ne br'ulân yitik arar gibi ne arıyon ?" deyince; "Vallâ azman arıyom Durmuş Emmi azman, bizim mısıra girikler ne Camız olduğu belli ne de adam, buralardan heç mısır yükünên geçen gördüü ?" dediğin de, Durmuş Emmi;
"Vallâ onu beşi bilmem Cuma amma, fâlancanın hıntışık olû yanında da iki üç gişinên sırtında ki çuvalı ırânâ ırânâ zor daşıyodu" Cuma Abi de "fâlancanın ôlu zor daşıdıysa keşge Camız giriyedi desene" diyerek la havle deyip başını sağa sola çevirerek uzaklaşır oradan.
Göksun da mısır sezonu aynı zamanda bir kültürü de ifade eder. Çoğu davetler "mısır zamanı" na ayarlanır. Şurası da bir gerçektir ki; gençler için mısır zamanı bir heyacan bir adrenalin zamanıdır da...
Daha ben size, hoş görü toplumu Göksun'un "bostan", "nohut", "alma"dan hele hele düğün yakınlarına örün örün kesilen "tünek" yada "pinek" cezaları ve tenekelerde kaynatılan ocak yıkan "tavuk cezası"ndan bahsetmedim bile...
Ayıptır mı söylemesi, o günler güzel günlerdi vesselam. Hele de epey zaman sonra "hakkını helal et çook mısırını yedik" dendiğin de gülerek "Aboo dediğin lâf bak hâlâl olsun !" dedirtmişsen...
Eyy gonu gomşu, siz yine de helal edin olurmu ? Geçlik işde...
Burada andıklarımızdan göçenleri rahmet, kalanlarımıza sağlık ve afiyetler diliyorum.
Dr. Mustafa Coşkun KALE'nin,
Henüz yayımlanmamış,
"Küçük Türkiye'm GÖKSUN" adlı eserinden.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.