Bilmemek, ne büyük mutluluk!

Parapsikoloji, metafizik, bilinçaltı, duyar kasmak, enflasyon, stagflasyon, ozon, küresel ısınma, nükleer güç, kanyakların tükenmesi...

Bunlar gibi yüzlerce başlığı bilmemek ne büyük bir azadelik ne büyük bir ferahlıktı acaba... Bilmemenin lüksünü ne yazık ki kaçırdık... 

Çok değil bundan bir asır hatta yarım asır öncesine değin kırsal nüfus şehir nüfusundan fazlaydı. Köylerde bir çoğumuzun dedeleri belki de dedelerimizin ebeveynleri dünyanın şu anki durumundan çok farklı yaşıyorlardı. 

Onların yaşamının niçin güzel olduğunu yazımızın sonunda tasvir etmeye çalışacağım.

Şimdi durumumuzu özetlemek için kısa bir sohbet edelim.

Ahvalimiz pek karışık. İnsanoğlu binlerce yıldır dünya üzerinde yaşıyor. İnsanlığın son yüzyılda yaşadığı değişim ise inanılmaz bir hızda gerçekleşti. Bu değişim hemen her anlamda hayatlarımızı başkalaştırdı.

19. Asrın sonunda devletler şekil değiştirmeye başladılar. Artık ülkeler nüfus sayımı yapıyorlardı. Ardından zorunlu eğitim geldi. Ardından milliyetçilik akımı ülkelerin sınırlarını değiştirdi.

Hülasa hepimizin eline bir hüviyet verildi. Damgalandık ve hepimiz marketteki ürünler gibi raflara yerleştirildik.

Şimdi bu zorunluluklar hapishanesinden azad olmamız asla mümkün değildir. Çünkü bir şey hemen hiç bir vakit geriye gitmiyor. 

Şimdi hepimiz lüzumsuz binlerce konuda milyonlarca fikre sahibiz ama büyük çoğunluğumuz ekmek nasıl yapılır bilmiyoruz!

Dedem, Hacı Ökkeş Çolak; 'Herhangi bir savaş yada kıtlık olsa şehir insanı aç kalır da köylü yine karnını doyurur.' demişti.

Gerçekten düşünüyorum da biz şehrin ve çağın insanları, yaşama dair konularda inanılmaz cahiliz! Bir düşünelim; Bildiklerimiz neye dair?

Toprak nasıl ekilir? Su nasıl çıkarılır? Süt, yoğurt, peynir nasıl mayalanır? Bir et nasıl muhafaza edilir? Bir ağaç nasıl aşılanır? Yani hayata, yaşamaya dair temel bilgilere karşı bigane kaldık. 

Bir Rus hikayesinde babası çocuğuna tüfek alması için para verir. Çocuk da gidip bir saat alır. Babası çocuğuna sitemkar bir şekilde şunları söyler; Sevgili evladım saatin çok güzelmiş, bir gün düşman topraklarımıza geldiğinde ona saatin kaç olduğunu söylersin.

Mevzu neydi nereye geldik derseniz mevzu çok açık ve net. 

Bir eğitimci olarak öğretime yani bilgiye çok önem atfetmemek gerektiğini düşünüyorum. Salt bilgi insanı huzura ulaştıran bir araç değildir. Hatta bilmek çoğu zaman daha çok huzursuz eder.

Hani derler ya çok bilen çok yanılır.
Bence, hayata dair şeyleri de çocuklarımıza vermeliyiz. Soyut bilgiler için 12 yıl zorunlu eğitime tabi tuttuğumuz gençlere yaşamı da öğretmeliyiz.

Kısaca gençlerimizi ara ara eğitimin zorunlu çarklarından çıkarıp gerçek hayatla tanıştırmalıyız.

Bu devlet eliyle mi olur bilmiyorum ama yapılmalı. Belki yaz tatillerinde 1 ay da olsa doğa veya köy kampları kurulabilir.

Kızlarımıza mutfak eğitimini, erkeklerimize toprağı, belki savunma sanatlarını, belki silahları öğretmeliyiz.

Yani bir genç kız tarhana nasıl yapılır biliyor mu? Turşu nasıl kurulur haberi var mı? Bir sökük nasıl dikilir, nasıl hayatta kalınır?

Eğitim sistemimiz toplumumuzun iç dinamikleriyle değil Dünyanın egemen emperyalist zihniyetine göre dizayn edilmiştir. Denebilir.

Milli eğitim bakanlığı tarafından öğretmenlerin seminer döneminde öğretmenlere okutulan; -Okulsuz Toplum- gibi eserlerde bu durum daha ayrıntılı işlenmektedir.

Zihnimizi meşgul eden sanal bir dünyada yaşıyoruz denebilir. Ailemizin, evimizin, sokağımızın sorunlarını görmüyoruz. 

Elimizi uzatıp yoldaki çöpü almamamız için bir ilizyon bulutu içinde uyutuluyoruz.

Kızım sen sarma nasıl yapılır bilmeden de yaşayabilirsin! Çünkü evine 100 metre yakında hazır sarma satan bir market var. 

Yani sistemin çarklarının dönmesi senin her gün tüketmene bağlı, eğer sen tüketmezsen sistem iflas eder. 

Sen elindeki telefonla saatler geçirirken makinalar senin için gerekli olan herşeyi üretecektir. 

Peki sen herşey hazır ve nazır önüne gelen şehrin insanı, bozuk paraların insanı! Mutlu musun? 

Dönelim tekrar yazımızın başında bahsettiğimiz mevzuya dünyanın meselelerinden uzak kendi meselelerine hakim bir köy yaşamı düşünelim;

Bahçesindeki meyve sebzeyi yiyen bir hane halkı, yemeklerden artanları hayvanlar yiyor, hayvanların gübresi ağaçlara geri dönüyor, Ağaçların budanan dalları yakacak oluyor...

Herşey mevsiminde taze, güzel ve kokulu olarak tüketiliyor. Ocak ayında patlıcan yok çünkü kurusu var. Ocak ayında nar var, portakal var, pırasa var...

Affınıza sığınarak; Burada hemen her akşam sebze fiyatı fırladı diye mutlaka haber yapan Fatih Portakal'a ve Fox Haber ekibine de bir çift söz söylemezsem çatlayacağım. Yahu kış meyvelerini toplayan yok mandalina, portakal, limon sebil, sudan ucuz... Zemherinin ortasında, selin, hortumun göbeğinde nedir bu patlıcan sevdası Allah aşkına!!!

Ağustos gelince kızaran domatesi, kızarmasını beklemeden yemek var... Çünkü o domatese özlem var...

Çöp yok. Plastik yok. Kanser yok. Lüzumsuz bilgi yok. Antidepresan yok.

Binlerce yıl yaşamış olan atalarımız bize temiz bir dünya bıraktı son yüzyılda bizler geleceğe ne bırakıyoruz? 

Anlatabildim mi? Bilmemek, ne büyük mutluluk!

1-20190204111642.jpg

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Murat Çolak Arşivi